SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

13 Aralık 2015 Pazar

Kış-ıntı

Uyumak bir gecelik özgürlük sadece,
Seni düşünmek her gün esaret..
Yüreğindeki okyanusun gözlerine vuran dalgalarına bak,
Sende yüzebilmek büyük cesaret..
Aylarca sürecek yolculuk,
Belki upuzun bir yıl kalacağım sensiz, çekeceğim hasret..
Kaptan benim, rotam sen,
Bana biraz rüzgârla es, martıyla uç, dalgayla coş, umutla koş, şarapla sarhoş ol,
Yol göster ve varacağım yerden bahset..

Halikarnas Şarapçısı

14 Ekim 2015 Çarşamba

Yaşamak

Bi savaş var içimde

Bi yaşam var dışımda

Biri yaşamla savaşıyor

Diğeri savaşla yaşıyor


Barış için yaşasam

Yaşamla barışsam keşke..


Halikarnas Şarapçısı

11 Ağustos 2015 Salı

Sımsıkı sıkıntı

O kadar sıkılıyorum ki,


Ne dünyadaki bütün meyveler sıkılsa bu kadar yaş dökülür içinden
Ne bütün silahlar sıkılsa patlar böyle gümleyerek
Ne tüm yalanlar sıkılsa bi tarafından gayriihtiyari
Gösteremez gerçeğin en yakıcı zehrini gönlünün gölgesine

O kadar sıkılıyorum ki,
Nerde çözüleceğim
Nasıl gevşeyeceğim, bilmiyorum..


Halikarnas Şarapçısı

9 Ağustos 2015 Pazar

Üstünlük

El elden üstündür
Veren el alan elden üstün
Veren kadın alan kadından üstün
Alan razı veren razı ise
Bu ne üstünlüktür..?

Halikarnas Şarapçısı

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Bir yığın düşengeçlik

Adam bi şey söyleyemedi, hemen yanıbaşına oturdu. Bacağının bir altına bir üstüne giden eline bakakaldı. Gözlerini ondan ayıramıyor, kımıldayamıyordu. Yalnız bakışı, kadının eliyle bir aşağı bir sağa bir sola gidip geliyordu. Içinde gittikçe kabaran bir şey vardı. Kani damarlarinda dört dönüyor, yerinde duramıyordu. Darağacında ya da son haddine varan bir zevk içindeki insanlar gibi yavaş yavaş ve derin derin nefes alıyordu. Hiçbir şey seyretmeye, hiçbir şey yapmaya gücü yoktu. Kadın zaman zaman ona bir bakıyor, yüzünden düşüncesini anlıyordu: “Ne kadar seviyor beni! Ne kadar seviyor! Ayaklarının ucunda serili erkeğe gururla bakıyor, gücüne hayran oluyordu. Nükteli sözlerin, gülümsemelerin, leylak dallarının zamanı çoktan geçmişti. Aşk ciddileşmiş, ağırlaşmiş, bir çeşit ödev haline gelmişti. Birbirleri üzerinde hakları vardı artık. Gizli kapaklı yanları kalmamıştı. Anlaşmazlıklar, kuşkular gittikçe azalıyor ya da daha açık, daha kesin sorulara yol açıyordu. Kadın hâlâ adamın boşu boşuna geçirdiği yıllar için onunla hafiften alay ediyordu. Ona başkasından daha etkili olarak düşüncesini söylemiş, uyuşukluğunu yüzüne vurmuştu. Onunla senli benli olmaya başladıkça alayı bırakarak hayatına istediği şekli zorla vermeye başlamıştı. Ona insan hayatının amacını ve sorumluluklarını apaçık söylemiş, çalışmanın lüzumunu anlatmişti. Kafasını bir an boş bırakmıyor, bazen onu iyi bildiği bir meselede tartışmaya sürüklüyor, bazen de kendi başına anlamadığı bir şeyi sorup cevap istiyordu. Adam da onun gözünde zor duruma düşmemek için kafa patlatıyor veya pek öyle kahramanca kesilip atılamayacak bir düğümü çözmesine yardımcı olmaya çalışıyordu.

Kadın bütün kadın oyunlarini bir anne şefkatiyle yapıyordu, kendini beğendirmeye çalisan adam tutku doluydu. Fakat en çok yaptığı şey, kadının ayakları dibine oturmak, elini kalbine koyup sesini dinlemek ve hayran bakışlarını ona dikmekti. Kadın bu bakışlardan hoşlanır, Ne derin sevgi! diye övünürdü; çok iyi tanımaya başladığı adamın ruhunda en küçük bir gevşeme, bir uyuşma gördü mü hemen sitemlere başlardı. Bu sitemlere zaman zaman acı bir yeis, bir hata etmiş olma korkusu da karışırdı. Arada bir adam tam esneyecekken kadınin şaşkin bakişiyla karşılaşır ve hemen eliyle ağzini kapardi. Yüzündeki en ufak uyku belirtisi kadının gözünden kaçmazdı. Ona her zaman sadece ne yaptığını değil, ne yapacağını da söylemek zorunda kalirdi. Adamı asıl korkutan, sitem işitmekten çok kendi sıkıntısının ona da geçmesi, soğuk ve kayıtsız davranmasi tehlikesiydi. Içine bu korku girince hemen kendini toplar harekete geçerdi; o zaman araya giren gölgeler dağılır, içlerinde doğmaya başlamış olan sevgi tekrar ışıklanır güçlenirdi. Fakat bu didinmeler aşkın sihir çevresinden öteye geçmiyordu. Adamın bütün yaptığı eski halini değiştirmekten ibaret kalıyordu. Uyumuyor, kitap okuyor, tırla mektuplar yaziyor, yol yürüyor, arabalara biniyordu. gelecekte ne olacağı, hayatının nereye varacağı hala belli değildi. Adam yemekten sonra gözlerini kapamamaya çalışarak düşünüyordu..

Halikarnas Şarapçısı

21 Temmuz 2015 Salı

Tavandaki Yazılar

Adam, tembel tembel uzanıp hülyalara daldığı zaman, uyuşukluk veya coşkunluk anlarında gozlerinin onune hep bir kadın dikilirdi: Bu kadın çoğu zaman karısı, zaman zaman da sevgilisi olurdu. Hayallerinin kadını uzun boylu, düzgün endamlı, sevimli fakat mağrur bakışlı, hülyalı başı edalı edalı omuzlarına eğilmiş, kollari sarmaşıklara karşmış, rahat rahat oturur ya da halılar, kumlu yollar üzerinde salına salına yürürdü. Bu kadın onun ideali, sakin hayatin timsali, rahatlığın ta kendisiydi.
Onu ilkönce kırlarda uzun duvağı içinde çiçekler arasında, sonra zifaf odasinda gözleri utancindan yere eğilmiş, nihayet bir anne olarak çocuklar arasında görürdü. Gülüşü bakışı hayallerine karşirdi. Bunlarda tutku ve arzu degil, adam için, kocası için anlayışlı bir sevgi ve başkaları için de cömert bir şefkat vardı. Onda hiçbir zaman ürpermeler, taşkın arzular, birdenbire boşanan gözyaşları, can sıkıntısı, sevinç fırtınaları görmek istemezdi. Ay Işığından, hüzünden nefretle kaçıyordu. Sevdiği kadın birdenbire sararıp solmamalı, bayılmamalı, bunalımlar geçirmemeliydi. Bu gibi kadınların, bir sürü aşıkları, dertleri olur: Doktorlar, kaplicalar, bitip tükenmek bilmeyen esintiler… Insan rahat uyuyamaz..
Oysa insan mütevazi, ağırbaşlı, sakin bir hayat arkadaşınin yanında ne rahat uyur. Akşam yatarken, sabah uyanırken ayni sevimli bakışl bulacağından emindir. Yirmi otuz yil sonra insan, kendi sıcak bakışlara cevap veren uysal, sicak, sevgi dolu bir bakış görür, ölünceye kadar da hayat böyle geçer. Her kadinla erkeğin gizli amacı da bu değil midir? Dostunda değişmez bir huzur, akışı bozulmayan bir ruh bulmak. Aşkın temeli budur ve bundan uzaklaştık mi istirap başlar: Demek benim idealim bütün insanlarin idealidir. Kadinla erkek arasındaki ilişkilerin en yüksek şekli de bu olsa gerekir. Tutkuya meşru bir yol açmak, onu bütün ülkenin faydalanacağı bir ırmak gibi en iyi yöne çevirmek, işte insanlığın yapacağı, işte bütün ileri düşünceli insanların ulaşmak isteyip de ulaşamadıkları son yükseliş basamağı.. Oraya varıldıktan sonra artik ne hiyanet kalir, ne dargınlık. Yürekler hep aynı mutlulukla çarpar. Hayat her zaman o sağlam, bereketli özle dolar, insanın ruhu tertemiz bir sağlık kazanir.
Böyle bir mutluluğun örnekleri vardır; ama ne kadar az. onlara birer mucize gibi bakalar. Bu mutluluk insanın doğuşundadır derler ama belki de insan ona kendini hazırlayabilir, ona bilinçle gidebilir… Tutku! Tutku yalnız şiirde, sahnede güzeldir, orada aktörler geniş mantolara bürünüp gezerler, öldürenler, ölenlerle birlikte gidip akşam yemegi yerler… Tutkuların sonu böyle gelse iyi; oysa her sefer arkalarında duman ve yangın kokusu birakip giderler, mutluluk degil. Insan onları hatırladıkça utanır ve saçlarını yolmak ister. Başımıza bir bela gelince, atin ayağını kaydıran, süvariyi tüketen yalçın dağlardaki yolda ne yapılarsa öyle yapmalıyız; uzaklarda görülen köyümüze gözlerimizi dikerek ona doğru koşup bu tehlikeli yerden bir an önce çıkmaya bakmaliyiz. Evet tutkulara gem vurmalı, onları evlilik hayati içinde boğmalıyız.
Adam, kendisine ateşli gözlerle bakan, ahlar oflarla gözlerini kapayip göğsüne düşen, sonra kendisine gelip kollarini boynuna saran kadınlardan korkar kaçardi… Bu bir havai fişeğin yükselişi, barut fiçisinin parlayışı idi. Sonunda ne olur? Insanın gözleri görmez, kulakları işitmez olur, saçları tutuşup yanardı.

Kaskarmakarışıklık

Bütün dengelerimi değiştiren, bütün düşüncelerimi alt üst eden, bütün kimyamı simyamı dünyamı farklı boyutlara taşıyan, kainatın en güzel dokusuna sahip rengarenk ışıl ışıl, pıspırıl pırıl, muazzam bir görsel şölen sergileyen müthiş estetik yüzlü gepgenç bir kız.. Onu bugün rüyamda değil, en yakınımda yanımda gördüm, nabzının nefesinin göz bebeklerinin ruhumun en derin nüfuslarına işleyişini hissettim, kemiklerimin iliklerimin içinde gezindi kokusu, alveollerim renkli dilek balonları gibi birer ikişer semaya uçuşup ardısıra kayboldular..
Tanrım!
Neden bu cenneti ahuyu bu kadar yakınıma getirip aynı zamanda bi o kadar benden uzak tutuyosun yine? Neden hala nefsimi ince ince zorluyorsun? Beni neden hala ulaşılmaz güzelliklerle cazibelerle sınıyosun? Beni neden içli içli ağlatıyosun? onlarca dert kuyusunun içinde çaresiz çırpınışlarımı izlemekten keyf mi alıyosun Tanrım!

18 Temmuz 2015 Cumartesi

Adamın Bayramlık Ağızı

Adam 30 una merdiven dayamış, memur olmuş çekilmiş işe girişmiş gerçekten bir ev bir de sermaye sahibi olmuştu dışarıya mal gönderen bir ticaret şirketinin hissedarı gibiydi. Hep yolculuktaydı, yeni bir plan hazırlamak ve uygulamak gerekse hep kendi aklına başvururdu. Adam bütün bu koşuşturma içerisinde yinede okumaya zaman bulurdu, nasıl bulurdu tanrı bilir..

Fazla hareket etmezdi oturduğu zaman rahat oturur, iş yaparken de ne kadar hareket gerekiyorsa o kadar hareket ederdi. Vücudunda fazla hiçbir şey yoktu hayatında manevi taraflarla pratik taraf arasında bir denge kurmaya çalışırdı. iki tarafı birbirine paralel yürür bazen birbirine karışır fakat hiçbir zaman bir kördüğüm haline gelmezdi. Yolunda sebatla, şevkle yürürdü. parasına göre yaşar dakikalarının da liralarının da hesabını bilir, harcadığı heyecanı, ruh gücünü dikkatle ölçüp biçerdi.

Sevinçlerini kederlerini ellerinin ayaklarının hareketleri gibi kontrol eder ya da onları iyi hava kötü hava gibi görürdü. Derdi olduğu zaman duyduğu üzüntüyü yağmurda şemsiye açmak kabilindendi. Üzülmesi de uyuşuk bir tevekkül den ziyade bir öfkeye benzerdi. Istırabına sabırla katlanırdı çünkü nedenini başkalarında değil kendinde arardı, sevinçleri de yoldan çiçek toplar gibi koparır ve daha solmadan atardı böylece her zevkin dibindeki acı tortuyu tatmazdı.

Onun istediği, hayatı basit görmek ve olduğu gibi almaktı, hayat sorunlarını çöze çöze zorluklarını daha iyi takdir ediyor ve yolunun yanlış yönde gittiğini görüp de doğru yolu bulunca içinden bununla övünüyor ve mutlu oluyordu. Kendi kendine çok defa ‘basit yaşamak çok zor çok karışık bir iş’ diyordu hayat yolunun nerede düğümlendiğini işin nerede bozulduğunu çabucak görürdü. En çok korktuğu şey hayaldi. Bu iki yüzlü yol arkadaşı bir bakıma dost bir bakıma düşman, inanmadığın zaman dost tatlı akışına kapılıp gittiğin zaman düşmandı. Hülyalardan kaçar, kaçamadığı zaman da üstünde ağır bi kasvet yükünün olduğunu hisseder içinden saat kaçı kaç geçe çıkacağının planlarını yapardı. Ruhunda rüyalara muammalara sırlara yer yoktu, deneyimin süzgecinden geçmeyen herşey onun için yanlış görme, bir göz boyanması ya da henüz kanıtlanmamış bir gerçekti. Mucizeler dünyasında dolaşmak merakı ya da bin yıl sonra yapılacak keşifler için varsayımlar kurmak don kişot'luğu yoktu. Ne çocukça bir inanç ne de gereksiz bir şüphe göstererek esrarlı şeylerin peşinde inatla durur ve bu esrarı açıcak olan anahtarın bulunmasını yeni bir kanunun ortaya konmasını beklerdi. Kalbini de hayal gücü gibi dikkatle kullanırdı fakat kalp işlerinde sık sık faka bastığından derin duygular aleminin kendisi için bir ‘terra incognita’ olduğunu itiraf etmek zorunda kalırdı. Yaşamadığın ülkede süslü yalanı soluk gerçekten ayırt edebildiği zaman tanrı tanrısına şükürler ederdi. Süslü yalanlara aldandığı zamanlar hiç değilse sendelemekle kalıp düşmediğine, kalbinin çapmakla kalıp kanla dolmadığına, alnına soğuk terler çıkmadığına ve birkaç yılının berbat olmadığına sevinirdi.

Belirli bir düzeyde kalabildiği zaman kendini mutlu sayardı, hiçbir zaman gerçek heyecanı sahte duygulardan samimi gülünçten ayıran çizgiyi aşmaz ya da geri döner kalpsizliğin kurnazlığın güvensizliğin bayağılığın kurak toprağına düşmezdi. Ihtiras içinde olduğu zamanlarda bile ayaklarını yerde hisseder ve iş sarpa sarınca kendini kurtarmak için imkânını elde tutardı. Güzellik karşısında gözleri kararmaz, erkek onurunu hiçbir zaman bırakmazdı. hiçbir zaman sevgilinin ayaklarına kapanan bir köle olmaz bu yüzden de yakıcı hazlar duyamazdı.

Adam kimseye tapmıyordu, ruh ve beden kuvvetlerini kendine saklıyordu. tedbirli bir grup içinde kalıyordu, çevresine öyle bir tazelik ve güç yayıyordu ki, karşısında kadınlar bile sıkılganlık duyuyordu. Kendindeki bu değerlerin değerini bilir o kadar cimrilikle kullanırdı ki onu herkes duygusuz ve bencil sanırdı. Kendine hakim olmasına düşünme özgürlüğüne kızarlar, kendilerinin ve başkalarının hayatlarını ateşe atan insanları beğenir ve kıskanırlardı. Çevresindekiler ‘bu bencilliğinizle hep kendinizi düşünüyorsunuz, bakalım kendinizi hangi güzele saklıyorsunuz’ derlerdi.

Adam düşünceli düşünceli sanki uzakta bir yere bakıyormuş gibi 'birisini buluruz elbette’ derdi. gene de ihtirasların şiirli güzelliğine inanmaz, gürültülü tehlikeli sonuçlarını hoş görmezdi. Ideali her zamanki gibi ciddi bir hayat ve ona bağlı işlerdi, dostları üstüne vardıkça büsbütün inat eder zaman zaman da özellikle tartışmalarda softaca ahlak tarafını tutardı, derdi ki 'insan hayatının normal amacı dört mevsimde de yani hayatın dört çağında da daha fazla hoplayıp zıplamak anı yaşamak ve son güne kadar hayat kadehinin hiç bir damlasını israf etmemektir, ağır ağır yanan bir ateş ne kadar şairane olursa olsun şiddetli bir yangından daha iyidir.. sonuç olarak da şunu eklerdi, 'bu düşündüklerimi gerçekleştirmekle mutlu olacağım fakat fazla umudum da yok çünkü bu çok zor bir iş.’

Kendine çizdiği yoldan hiç şaşmazdı, hiç kimse onun acıklı ve marazi hallere düştüğünü görmemişti. vicdan azapları içinde kıvranmadığı belliydi, ruhunda hiçbir bunalım yoktu, karışık ve zor durumlarda hiç kendini kaybetmez, her yeni sorun karşısında sanki eski bir tanıdıkla karşılaşmış gibi, bildiği bi yoldan geçiyormuş gibi davranırdı. Tuttuğu yoldan dönmemek onun için bütün değerlerden üstündü. adam dediğin bundan belli olurdu ve amaçları ne kadar küçük olursa olsun davası için direten insanlara saygı duyardı.

Amacına doğru yürürken engelleri cüretle aşar ve ancak önüne aşılmaz bir duvar veya bir uçurum çıkarsa geri dönerdi. gözlerini kapayıp uçuruma atılmak ya da belki deviririm diye duvara saldırmak onun harcı değildi, duvar veya uçurumu ölçer biçer hakkından gelemiyeceğinden emin olursa kim ne derse desin sırtını döner giderdi. Böyle bir karakteri belki de ancak adamın yetiştiği yaşayışının karışık öğeleri yaratabilirdi. Bizim iş adamlarımız hep aynı kalıplardan çıkmadır etraflarına yarı açık bir gözle tembel tembel bakarak ellerini devlet makinesine atarlar ve onu kendilerinden öncekilerin yürüttükleri yoldan uykulu uykulu yürütürlerdi ama uykulu gözlerin açılacağı günler yakın ücretli hızlı adamlar canlı sesler gümbür gümbür geliyor..

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Umurumda mı?

Hep ben mi suluycam çiçekleri,
Bari biraz koku verseler burnuma arada
Saksıda durduğu gibi durmazlar biliyorum
Çarparsa çarpsınlar umurumda mı?

Ne zaman koparıcam meyvelerini
Ağaç yaşlanınca da eğilir mi
Dallar kopar, dallar kurur, dallar budanır
Sallanır yapraklar, dökülür meyveler
Düşerse düşsünler kafama, umurumda mı?

Erik bitti, çilek bitti, muz bitti
Salatalıklar oldu kütür kütür, badem
Şunca zaman sevmeyecektin de madem
Ne diye aşık ettin beni, kül ettin alev alev
Yanarsa yansın gönlüm be, umurumda mı?

Halikarnas Şarapçısı

Tasvir-i Adam

27 28 yaşlarında bi adamdı, orta boylu düzgün yapılı yeşili bol ela gözlü hoş görünüşlüydü fakat, yüzünde düşünce gayretinin açık seçik hiçbir kaygının belirtisi yoktu. Düşünce bu çevrede serseri bir kuş gibi dolaşıyor gözlerinden şöyle bir gelip geçiyor yarı açık dudaklarında biraz duraklıyor alnının kıvrımlarında saklanıyor sonra iyice silinip gidiyordu. O zaman bütün çehre'yi kayıtsızlığın tek renkli ışığı kaplıyordu. Sonra bu kayıtsızlık bütün vücuduna geçiyor gömleğinin kıvrımlarına kadar yayılıyordu. Zaman zaman gözleri sıkıntıya yorgunluğa benzer bir şeyle bulanıyordu ama yalnız çehresinin değil bütün varlığının hakim ve devamlı ifadesi olan rehaveti ne yorgunluk ne de sıkıntı bir an olsun bozabiliyordu. Gözlerinde gülüşünde başının ellerinin her hareketinde rahat açık temiz bir ruhun ifadesi parlıyordu..

Halikarnas Şarapçısı

Hayal Bekçisi

Hangi yıldıza takıldı yüreğin
Hangi parıltıya kapıldı gitti?
Bi sokak lambası kadar aydınlatamıyorsa odanı
Nideyim böyle ayı, böyle yıldızı?
Belki güneşi bile unutturmalı elbet
O sevgilinin iki tatlı sözü..
Yorgunum
Halsizim
Dilsizim
Yolsuz, yordamsızım..
Çık gel hibritim ol
Çak dur kibritim ol
El aleme ibretim ol
İdil Biret'im ol
Ritim ol, üretim ol
Cüretim ol..
Ol yeter ki..

Halikarnas Şarapçısı

sıkıntı

Aşkları farklı yaşadım
Farklı meyler tattım hep
Aynı şehirler her ziyaretimde farklı havayla karşıladı beni
Değişik işlerde çalıştım paranın tadı da farklıydı
Ölümleri gördüm hepsi birbirinden farklı
Bi şu sıkıntı aynı kaldı içimde hiç değişmeden..

Halikarnas Şarapçısı

18 Haziran 2015 Perşembe

yapma be kâmil..

O, çocukluğumun en coşkulu en zeki en iyi en eğlenceli arkadaşıydı. Hep iddialı hırslı biriydi. Basketi en iyi o oynar, hep üçlük atma yarışı yapardık 100. yıl ilköğretim okulunun bahçesinde, futbolu da iyi oynardı, fanatik fenerliydi, sarı saçlarını geriye tarardı, karizma olurdu. Beş taş, cicoz, gazoz kapağı, kibrit kutusu.. ne kadar orijinal oyun varsa hep birlikte oynadık. Bi tek uzun eşekte hep yastık olurdu çünkü iri cüsseliydi kâmil. İnşaatlardan kuma atlar, sapan yapıp sokak lambalarını patlatır, tanımadığımız insanların bahçelerine girer eriklere dutlara dalardık. Bisikletle livatyaya denize kaçatdık, büyüyünce biraz edincik altındaki kampa da gittiydik. İyi yüzerdi, iyi atari oynardı, playstation da ilk onunla kapışmıştım. Atari salonlarında kola kutusundan sahte jetonları onla yapmış yakalanmıştık. Tüpçü arabasının arkasına tutunup giderken nasıl düşüp yuvarlanmıştın yerde hala aklıma geldikçe biraz gülüp sonra hüzünleniyorum haline. Güreşe de beraber gitmiştik be kamil, antremanların neşesiydin, ağır siklettin, en sempatik sendin, iki kilo ter atar vıcık vıcık ederdin minderi, sonra tişörtünü sıkıp suyunu çıkartır,ardından iki buçuk litrelik suyu bi dikişte içerdin kâmil. Diş etlerin kanardı bi de, çok gariplik vardı, her halin acayipti kamil. Ama çok zekiydin, süper liseyi bitiren tek tanıdığımızdın mahallede, burslu almanyaya gidip İngilizce öğretmeni olduğuna hiç şaşırmadım, gururlandım. Annelerimizin örnek gösterdiği evlattın, annene hep yardım ederdin evde, oysa annenin de erkenden lanet hastalıktan göçüp gideceğini biz bilmezdik, acaba sen bildiğin için mi böyleydin? Ah be kardeşim, ah be çocukluk arkadaşım kâmil neden sen de erkenden, gencecik göçüp gittin, hem de ardında gözü yaşlı bir eş, kucağında yetim bi çocuk bırakarak..

14 Haziran 2015 Pazar

Yaşasın Hürriyet

Evet, sanırım hatrı sayılır bi şekilde yazmak için gereken şarj olma süresini doldurdum. İçimdeki birikintilerden oluşan göleti ördeklere açma zamanı geldi çattı nihayet. O ördekleri gören avcılar, onların aileleri, arkadaşları, piknikçiler vs..

Her neyse, son dönemlerde yoğun çalışma temposu içerisinde okuma ve yazma fraksiyonlarıma durgunluk çökmüştü. Bu durgunluk, edebi hayatımın dramatik bir şekilde sonlanacağı sinyallerini göndermeye başlamıştı sanki, öyle hissediyordum ve içimde ezilmeler oluşmaya başlamıştı. Bişeyler yapmalıydım, yapmak zorundaydım artık, kaldı ki zorunda olan her şeye gıcık, sinir, barut olur, adeta öfke kusardım, nitekim bu dönemki duygularım da çok farklı değil, sanki yazmak zorunda olduğum için yazacakmışım hallerine düştüm, iyice soğudum yazmaktan, kendime de yazın hayatıma da süresiz ara verdim. Belki bir daha bu hayata hiç dönmeyecekmişim gibi, bir daha hiç bi fikrimi, hissimi yazmayacak, kitlelere aşikar etmeyecekmişim gibi yaşamaya devam ettim. Not etmeyi, bazı düşüncelerimi hafızamın bir köşesine iliştirmeyi, yazmaya değer bişey bulurum hevesiyle gözlem yapmayı bıraktım. Bu andan itibaren en gerçekçi, en doğal biçimiyle doldurmaya başladım hafızamı ve duygularımı. Farkında olmadan yapaylıktan kurtulmanın yolunu bulmuş, yaşadıklarımın aslında yazılmaya değer veya yazmanın anlamı yok şekilde ikiye ayrılmasının saçma olduğunun kanısına varmış oldum. Bir sanatçı bakış açısıyla, sadece mükemmel olanı, estetik olanı görmeye şartlanmışken şimdi elde avuçta ne varsa, cepte sofrada ne kaldıysa, kum taş çakıl, kıl tüy yün ne kadar pislik püsür işe yaramaz diye nitelendirdiğim gerekli gereksiz iç içe görünen her şeyin bir bütün olarak ele alındığında, tarafsız radikal ve objektif olabileceğini gördüm. İmkansıza ulaşmanın ancak ve ancak bütün gerçekleri ele almaktan geçtiğini tam manasıyla işte bu anda içselleştirdim. Her ayrıntıyı tek tek bir banka müfettişi edasıyla gözden geçirmeye karar verdim. Şimdi dönüp arşivlerimdeki insanları yeniden gözden geçiriyorum, bu yeni güncellenmiş beyin süzgecime bakalım neler takılacak, meraklanıyorum, heyecanlanıyorum, canlanıyorum, diriliyorum, yeniden yürüyorum adeta..

İşsiz güçsüz olduğum, avare avare dolaştığım günler geliyor aklıma, o günlerde ne kadar da zavallı, güçlü görünmeye çalışıp da daha çok hırpani görünen maskara kılıklı bir (adam bile değilken) şeyken etrafımdaki insanların (ailemin çaresizliği) umarsızlığı, ilgisizliği, sanki adettenmişçesine üzüntü ve taziye bildirimleri, her şeyi bütün kaderi Allah’a (Tanrı’ya) bırakmaları, hakkımda hayırlı dileklerde bulunmaları, arkamdan duaları da fakirin parasızlığından (ya da olanaksızlık diyelim) geliyor çok büyük ihtimalle. Çok klasiktir, dost sandıklarım beni yalnız bıraktı, demek. Herkesin bir şekilde hayatlarının bir döneminde başına buna benzer durumlar gelmiştir. Ancak benim durumum biraz daha enteresan. En azından bana öyle geliyor, öyle gelsin ki yazayım, yazabileyim değil mi? Neyse, çok yakın olduğum üç tane arkadaşım oldu geçmişte. Erkeğin erkekle erkekçe arkadaşlık yapmasını öğreten, baskılayan toplumun bir üretimi olarak üçü de erkek arkadaşımdı, hepsiyle ayrı dönemlerde farklı dostluklar kurdum, menfaatlerimiz yoktu, yok gibiydi, paylaşırdık her şeyi, sıkı dostlardık, en azından ben öyle sanıyordum, işin daha kötüsü hala öyle sanıyorum, hala hiç birine toz kondurmam, bunun da asıl sebebi onlara söyleyeceğim en ufak kötü lafı kendime söylemiş hissedecek olmam sanırım. Hepsiyle de sanki hiç ayrılmayacakmış gibi arkadaşlık ettim, bir ömür devam edecek bir süreçmiş gibi sanki, sırtımı dayama gafletinde bulundum, bu bi ihtiyaçtı belki de iç güdüsel bir davranıştı, onların bir anda arkamdan çekileceğini hiç hesaba katmamıştım, bilseydim de yine yaslanırdım, çünkü nihayetinde ben de insanım. Hayat işte, arkandakiler çekilince sana iki seçenek bırakır; ya bırakır kendini düşersin, ya da tökezleye tökezleye yürür, dik durmaya çalışırsın. Ben zor olanı seçtim maalesef, tökezleyerek yürümenin en darbeli acısını hissederek yaşadım. Her şeye, herkese karşı gelerek kadınlarla arkadaşlık yapmaya başladım. Bu sefer de her arkadaşlık yaptığım kadın beni kendine yakın buldu (duygusal anlamda), doğal buldu ama ben kadınlarla arkadaşlık yapma konusunda tecrübesiz olduğum için istisnasız hepsiyle (sevgililerim de dahil) sanki yanımda erkek arkadaşım varmış gibi saf bir düşünceye kapıldım, ya da en doğrusu yanımda cinsiyetsiz bir varlık varmış gibi davrandım. Benim arkadaşlığımdaki en ayırt edici noktanın yanımdaki kişinin cinsiyetinin önemli olmadığı kanısına vardım. Haa, diyeceksiniz ki cinselliğinde problem mi var? Hiç de değil, aksine o kadar iyiyim ki, arkadaşlık yaptığım kadınların hemen hepsiyle seviştim, (onların ısrarlı arzuları nedeniyle bir defadan fazla) hiç bi kadını kandırmadım, hiç bi kadına yalan söylemedim, evet alengirli çelişkili konuştum, bunları da bişeylerin göründüğü gibi olmadığını anlatmak, öyle olmadığını fark ettirmek için, açıkça söyleyemediğim için yaptım. Misal, seninle sırf sevişmek için seviştim, duygusal anlamda bir şeyler hissetmedim, diyemediğim için eveledim geveledim, gönül kırmamak için de her sevişmemizden sonra aradım, sordum, ilgileniyormuş gibi göründüm. Arkamdan, beni kullandı demesinler diye hep.. bir başka bakış açısıyla, belki de kullanılan hep ben oldum. Her kadın istediği anda, istediği şekilde benimle sevişebildi, itiraf ediyorum bazen hiç zevk almadığım da oldu, sırf gidişat bozulmasın, benim ihtiyacım olduğunda da trip çekmeden dil dökmeden kur yapmadan, kısacası yorulmadan sevişebileyim diye katlandım. Kadınlarla arkadaş olmanın en güzel yanını keşfettim ayrıca, onların ne kadar karmaşık görünen basit yaratıklar olduklarını fark ettim. Rubik küp gibiler aslında, tekniğini çözdün mü evirip çevirip dakikalar içerisinde eski hallerine getirebiliyosun onları. Bu teknik sır da ben de kalsın artık, anlatmıcam, senelerimi verip bulduğum bir şeyi, herkes emek vererek öğrensin istiyorum.

Gelelim ciddi işlere, yine en sıkıntılı olduğum dönemlerde bir insana(cinsiyeti önemli değil, fonksiyonu çok önemli) en çok ihtiyaç duyduğum, konuşmaya çok fazla özlem duyduğum zamanda, hiç kimsenin umarsızlığı arasında fakat herkesin gözleri önünde kıvrandığım anlarda, içi boş öğütlere tahammül sınırını aştığımda sanal ortamlardan somut düzeye kelebekleme kulaç atmaya başladığımda, bişeyleri yine tek başıma başarabileceğime öyle inandım ki, işte o inançla taa oralardan tökezleyerek buralara kadar geldim, şükürler olsun. İşte bu yüzden başım dik, işte bu yüzden vefa borcum yok kimseye, minnet etmediğim için kimsenin (benim sayemde gibilerinden) ahkamlarını çekmiyorum, bu yüzden kimsenin elini öpmüyorum, önünde eğilmiyorum, önümü iliklemiyorum, işte bu yüzden teşekkür etmiyorum Tanrı’dan başka kimseye.. Şimdiyse ne hikmetse bir zamanlar ciddi anlamda kimsenin aklına gelmeyen ben; kızı olan, evlilik çağı gelmiş tanıdığı olan uzaktan yakından ahalinin dikkatini çekmeye başladı. İş dışında hiçbir vasfı olmayan insanların yangından mal kaçırırcasına evlenme telaşında ve yarışında olduklarını, kızlarını işi olsun yeter diye birilerine veren aileleri görünce yıllar öncesinden zaten evlilik kurumundan soğumuştum. Doktoru, avukatı, yüksek mevkideki çalışan kadınlar da dahil olmak üzere, (sırf para olarak) kendinden az kazanan, düşük mevkide çalışan erkekleri bir çırpıda harcamalarına şahit oldum. Aynı şekilde çalışıp, işsiz sevgilisine ve kocasına bakan kadınlara da şahit oldum. Ben her zaman ikinci kısımdaki kadınları arzuladım, işte onlardan biri ancak benim gerçek anlamda kadınım olabilirdi, çünkü onlar toplumun dayatmasına, baskısına kulak asmayan, kendi bildiğini okuyan, kendi istediğini yaşayan özgüven ve prensip sahibi, ne istediğini bilen, cesur kişiliğe ve güçlü bir karaktere sahiptirler. Çok büyük saygı duyuyorum onlara, helal olsun onlara. Onlara sahip olan erkeklere de her seferinde özeniyor ve imreniyorum. Her neyse, uzun lafın kısası, ben değersizken (işsizken), elimden tutulması en çok gereken zamanda, depresyon zamanlarımda beni görmeyen, aklına getirmeyen, arayıp sormayan zatı muhteremlerin, şimdi bana tabiri caizse birilerini yapma düşüncelerinden, çabalarından ve muhabbetlerinden çok sıkıldım. Kız arkadaşlarım, kendi arkadaşlarını ve dolaylı olarak kendilerini, başta annem olmak üzere teyzelerim, kuzenlerim, konu komşu, tanıdık tanımadık herkesten rica ediyorum; ŞİMDİ BENİ RAHAT BIRAKIN LÜTFEN!

Halikarnas Şarapçısı

26 Mayıs 2015 Salı

Aşığım Galiba

Ben türlü türlü aşık olurum hayatta,
Bazen bi içki şişesinin dibindeyken
Bazen henüz başındayken yolumun
Bazen kendi kendime bi türkü fısıldarken
Biraz uzanırken koca çınarın gölgesinde
Şelalenin şırıltısını dinlerken yine
Başımı genç bir kadının kucağına dayamışken üstelik
Gökyüzünde hala güneye kanat çırpan göçmen kuşları seyrederken
Birden aklıma düşüveren körpe hayallere
Hamakta sallanırken düşünmeye de aşığım
Bazen döne döne uyumaya da
Bazen bütün gecelere baş kaldırmaya
Tartışmaya çoğu zaman da susmaya
Konuşmadan sevişmeye en çok da
Sadece nefes alıp vermeye aşığım..

Halikarnas Şarapçısı

Düşündüm de..

O kadar yorgunum ki
Küçük ayak parmağımı bile kimildatamam,
O kadar yılgınım ki
Küçük dilimi bile oynatamam,
Zaman cok kotu kirbaçliyor
Nefes almadan dört nala gidiyorum
Kalbim kut kut atiyor
Oysa ben pir pir etmesini istiyorum
Bilincim zayıfladı
Adli dengede durmakta zorlaniyorum
İçki midemi zehir gibi yakıyor
Duman ciğerlerimi boğuyor
Sevgili durmadan can sıkıyor
Nerdesin be delilik?
Nerde o üçüncü kişi
En yakın arkadaşım tekil şahıs?
Beni sevme
Beni düşünme
Benim canımı sıkma arkadaş
Sadece meşgul et
Karıştır beynimin içini
Düşünmemi engelle yeter
Kemirmesinler etimi nolur
Germesinler midemi
Daraltmasınlar kafesimi
Yüce Tanrı sen ne zaman erdireceksin arşına
Ne zaman çıkaracaksın beni karşına?
Şöyle uç beş tek atalım
İki lafın belini kıralım
Hem nasıl yarattın şu evreni
Biraz bahsedersin belki
Çok merak ediyorum
Ne zaman çıkaracaksın ağzındaki baklayı..

Halikarnas Şarapçısı

19 Mayıs 2015 Salı

Naber Kitap

Çok kızdım kendime, iki aydır bi kitap kapağını açıp da içinde ne var ne yok diye başımı uzatıp göz ucuyla bile olsun bakmadığım için, hadi bakamadığım olsun ne fark eder ki, bahaneler sonucu değiştirir mi? En fazla yargıyı değiştirebilir, onu da pek umursayan yok zaten.. Çok mu ağır kapak da kaldıramıyorum peki yahut işim mi çok ağır? Belki de başım ağırlaşmıştır ya da göz kapaklarım taşıyamamıştır bu yükü. Yine de kendime karşı mahcubum, utanıyorum ve daha önceliklisi kızıyorum, paylamak istiyorum kendimi.. Neyseki bu gücenmelerim sona erdi bu hafta sonuna girerken, yine kendime göre bi üstadın tozsuz ama unutulmuş kapital rafların çağdaş türk yazarlar bölümünün en alt kısımlarında unutulmaya yüz tutmuş bir numune şeklinde bekletilirkenki haliyle karşılaşmam oldu. Dayanamadım, her zamanki el refleksimle çekip günyuzune çıkardığım kitabı o coşkuyla pazarlık bile yapamadan diyemiycem, az pazarlık yaparak ama olumlu bi sonuca ulasamasam bile yine de elimden bırakmayarak, vazgeçmeden, müthiş bir edebiyat açlığı kararlılığıyla satın aldım. Helalı hoş olsun, kazancı bol, yazarın ruhu şad olsun. Üç saattir deliksiz okuyorum, yani okuyormuşum, kendimi kaybetmişim, bölüm sonunda yanlışlıkla telefona bakmasam farketmicem zamanı. Meğer ben ne kadar aksatmışım bu ihtiyacımı, ne kadar özlemişim, niye bu eziyeti çektirmişim kendime. Suçu hiç başka sebeplere atma, tembelsin işte tembel.. Neye de böyle davranıyorum, klarnete de, bağlamaya da, kısacası müziğe de.. Şiire de ayrıca, denemelere de.. Spora da böyle umarsızca davranmışım bugün iki saatlik dağ yürüyüşü yapınca anladım, yarın da denize girip yüzücem iki saat, en azından haftasonu bari sporla aramı samimi tutayım. Belli mi olur bigün lazım olur, yüzümüz olsun istemeye..

14 Mayıs 2015 Perşembe

deli gibi

Görmedim hanidir sevgilim neon ışıklarını,
süremedim kurumuş topraklarımı dilberine,
Bir sükut bin hayalimi anlatıyor benzimde
Nedir bu ıssız kuru gürültü?
Bir derin izahı gömülü yüreciğimde
Gel delim, aşka gidelim
Gel de meşk edelim
En delim,
Deli gibi sevişelim..

#halikarnasŞarapçısı

yeni sezon bildirimi

Birşeyler karalamam artik farz oldu, bu ne biçim bi durgunluktur edebiyatımda, oysaki hızlıca akıp giden hayatımda bi kenara not edilecek onlarca, yüzlerce küçük ama tatlı anılar birikiyor farkında olmadan.. Birileri hatırlatınca, animsayinca ne kadar da hoş oluyor içim, nigada güzel olupduru.. Bak mesela, bugün çıkıp gittik yine hiç hesapta yokken, hööle bi döndük geldik yarımadayı, yedik içtik güldük eğlendik, kah yerimizden sıçradık kah hop hop hopladık, iyice zihnimize ayar duygularimiza değer verdik. İçimizdeki çocuk, kucağimizdaki çocuğa ne güzel de bakıyordu. Bir doğa kadar müthiş bir birliktelik olabilir mi? Sevmek doğanın ne nadide bir parçası, pırlanta mi istiyorsun hala parmağına?

kısa, öz ve net

Üstüm çıplak yatmaya başladığım geceler geri geldi yine,
sinek viziltilari henüz yok
ve kafamın içindeki fısıltılarla başetmeye çalışıyorum hala..
Okumuyorum, izlemiyorum,
yazmıyorum, çizmiyorum;
yaşıyorum sadece..

carpe dü-em

Bi kadınla tanıştım, yüzünde önceden tanıdığım iki kadını birden gördüm. Ruhunda onlarca eski kadınımı, yüreğinde sevdiğim bütün aşklarımı hissettim. Hala sıcaktı elleri, avuçları.. Her bakışında farklı bi mana, her gülüşünde derin düşünceler mevcuttu. bilemiyorum, ne yapabilirim onun için, kendim için, ikimiz için? Hayatin surprizlerine açığım, şaşkın değilim biraz tuhaf oldum onu gördüğüme, sonuçta o başka bi yerde ben başka biyerde ve ister istemez kanımın yoğunluğu değişti tenlerimiz değince birbirine.. Biraz önce ayrıldım kendisinden, uğurladım otogarda, otobüsün penceresindeki üzgün yüze el salladım, iki günü birlikte geçirdim ne yalan söyliyim eğlendim, kendimi çok iyi hissettim ve sanki alıştım ona, yokluğunun buhranındayım şu anda, kendime gelmeye çalışıyorum, itiraf ediyim şimdiden özledim onu, kimbilir bidaha nerde ne zaman görüşürüz, güle güle güzel kadın, güle güle özel kadın, bana yaşattığın mutluluk için çok sağol, kendine mutlu bak, esenlikler dilerim, iyi yolculuklar..

aşkın zamanı

sevmekte tek rakibim cemal süreya kaldı artık

onun gibi değil ama onun kadar sevebilmeyi biliyorum nihayet..

hiç bişey görmeden, kalp atışlarını duyabiliyorum aşkın mesela

hiç yaklaşmadan büyülü kokusunu duyabiliyorum sevgilinin

gözlerinin rengini tahmin edebiliyorum yanılsamadan

sarhoş olabiliyorum yokluğunda da

elleri ellerime değmese de teninin yumuşaklığına varıyorum

kaldırabiliyorum bu yükü omuzlarımla

beklemenin tırmıklı sabrını çekebiliyorum

zira aşık olma zamanı şimdi..


#HalikarnasŞarapçısı

12 Nisan 2015 Pazar

Bir Zamanlar Adalar'da

Masumduk, yalnızdık, sıkılmıştık.. Bi telefon uygulaması kadar yakındık birbirimize, ucundan dokunduk ve bulaştık, buluştuk doğru zamanda fakat bu kez yer yanlıştı, kavuşmamız kısa sürdü fakat tatlıydı, unutulmayacak bir hatıra resmi çizildi maziye, edebi bir eser mahiyetinde..
O bebekten, ben beşiktaştan sıkışmış trafiği yararaktan ortaköy etiler kavşağına kadar geldik ve bir otomobilin içinde karşılaştı ilk bakışlarımız. Boğaz köprüsünün altında aşşk kafede yudumladık ilk içkilerimizi birbirimize attığımız ısınma turlarında. Zorluda aynı gün ilk sinema filmi, çıkışta ilk romantik akşam yemeği..
Ertesi haftaya kadar geçen olumsuz hava şartlarına rağmen olumlu flörtleşmeler sayesinde cumartesi güneşi sürprizinin çılgınlığına kapılıp verdik elimizi bostancı iskeleye, soluğu büyükadada aldık. Faytonlar güzel ama hepsi beygir boku kokuyor be güzelim. Oturduk bira kalamara lakin namussuz martı bir anlık dalgınlığımdan faydalanarak gökten süzülerek masamıza daldı ve tabağımdan iki tane halkayı kapıp kaçtı, ona değil de etraftaki kahkahalara çok bozuldum işte.
Üstüne birer kahve içip kaltık yeni hedef burgazada..
Heybeliadayı geçince 5 dakika sonra burgazadaya vardık. Şahin bakışlarımla süzdüğüm adanın sağ tarafında kalabileceğimiz yeri gördüm, o tarafa doğru yollandık, tırmandık, nihayetinde son boş odayı kapmayı başardık.
Heyecan ve coşkuyla ilk sevişmemizi gerçekleştirdikten sonra rakı köşemize indik sahil kenarına. Hava açık, tam parça dolunay, muhteşem bir yakamoz, deniz üstü prüzsüz.. Mezeler bizim kızın süslemesi, masa o biçim. Üşüdük, içtik, devirdik, devrile devrile yürüdük, kalacağımız yere geldik. Bi kez daha seviştik, sonra birkaç kez daha, sonra defalarca..
Sabah olmuş, yani oldu, olayazdı hemen. Ne çabuk doğdu güneş? Kargalar martılarla kovalaşmaya başladı penceremizin önünde ciyak ciyak.. Midemi üşütmüşüm, bir bulantı hasıl oldu sorma gitsin. Hayatımın en zor sevişmesini yaptım, fakat iyi gelmedi desem yalan olur. Duş aldım, kahvaltıya çıktık, kahvaltı tabağımı martılara verdim, çok memnun kaldılar bu ikramımdan. Ben sahile inip çorba içtim, çorbacı kızın anlamsız tribini hiç unutmiycam. Vay be sait Faik bey, siz de o güzelim şiirlerinizi, o muhteşem hikâyelerinizi, hayatınızın romanını bu esrarengiz adada mı yazdınız gerçekten?
Şimdi de dönüş vakti, son olarak kınalıadaya uğrayıp mavi marmarayla şinanayları seyrederek bostancı iskeleye vardık. Hatunun canı kokoreç çekti, yanına da midye tavası dolması, tabi gözü doydu yiyemedi, iyileşen mideme ben atıştırdım birkaç tane ve ayranımı da çektim üstüne mis gibi oldum, kendime geldim.
Hava alanına kadar temden dörtlüleri yakıp emniyet şeridinden yardıran kadınımla iç hatlar girişinde son kez kucaklaştım, kokusunu içime çektim ve biliyorum ki onu çok özlicem, hatta özlüyorum şimdiden.

Halikarnas Şarapçısı

iki kişilik yalnızlık

Bir hafta sonra güneş açtı beşiktaşta, karşı tarafı daha net görmeye başladım kaldığım otelin terasından, köprü el sallıyor kız kulesi göz kırpıyor, vapurlar ıslık çalıyordu sanki.. dayanamadım, aldım ceketimi gözlügümü bindim kabataştan karşıya giden ilk vapura.. Üsküdardan hareme kadar yürüdüm elimde hala emanet tüten janti sigarayla ve telefonum çaldı haydarpaşaya doğru oturmuş çayımı içerken, yine benim gibi canı sıkılmış bi kadın soruyor nerdesin, nasılsın..?
Buluştuk modada, biraz sohbet ettik, biraz içtik, kahveyi de ben pişiricem diye tutturdu, evine gittik.. Fal bakıcaktık sözde, fincanlar ters çevirilmiş şekilde kaldı masanın üstünde.. Kül tablasında unutularak kül olmuş iki slim sigara.. Kanepede hunharca savrulmuş, kolları bacakları ters yüz olmuş giysiler.. Gözlerim çapaktan açılmıyor, bi elim kafamı diğer elim çıplak göbeğini kaşıyarak yatak odasına geri dönüyorum, kadının uyuyan ifadesiz suratına bakıyorum, esniyorum, kendime düşünme fırsatı vermeden tekrar yatağa kıvrılıyorum, uyuyorum.

İşveli Güneş

Hastayım saçlarının o pasaklı haline
Yine bana bakmıyor polen polen gözler
Ne diye incecik gülüyorsun öyle be
Titriyor içim, için için, huyum kurusun
Kıskançlığım tuttu uzaktan
Azıcık da platoniğim..

Halikarnas Şarapçısı

Hüznün Coşkusu

Canımın telleri titriyor hayat vurunca tezenesini, sızlandıkça türkü türkü sözler besteliyor yüreğim ve ardı arkası kesilmeyen çınlamalar yankılanıyor kafatasımın en ücra derinliklerinde.. Sen şimdi bir anlam çıkarmaya çalıştıkça bu kelimeler daha da anlamsızlaşıyor daha da anlamsızlaşıcak görünen köyler, kılavuz arayacak bulamayacaksın inan bana.. Bir daha geriye dönüp bakmak isteğinde bulunucaksın ardında bıraktığın boz bulanık hikayelere ancak yeltenmeye cesaret ister yüreğin, ne yüzünde acı bir tebessüm çizgileri belirtebilir mimiklerin.. Sahte vicdanının en gerçek ağrısıyla yüzleşeceksin, pişmanlığını anlatmaya yetmeyecek nefesin, dilin dolanacak damağın kuruyacak, içine oluk oluk alev alev baldıran zehirleri akacak, yutkunamayacaksın bile.. Ben şimdi bulutların üstünde aheste seyrederken yeryüzündeki izbe ışık hüzmelerini gülüyorum sessiz kahkahalarımla ince bıyığımın altından senin gibi küçükbaşlı insanların darı ambarı hayalini kurarkenki hallerine.. Sizler büyük hayaller kurup küçücük dünyanızda ömür boyu mutsuz yaşamaya mahkumken ben minicik hayallerimle bütün dünyayı fethediyor olucam.. Hadi iyi geceler güzel insanlar, iyi geceler saman telli kadın, iyi geceler çikolatayı yanaklarına bulaştıran çocuk, iyi geceler sevdiğim çiçek, iyi geceler kapımın önündeki beyaz tüylü cici köpek, iyi geceler sevgili yıldızlar, iyi geceler satırlar, dizeler, mısralar, iyi geceler zincirleme isim tamlamaları, iyi geceler edebiyat, iyi geceler ilham veren klasik türk müziği, iyi geceler alkali sanat, iyi geceler ey millet, cümbür cemaat iyi geceler..

bahar kafası

Bazı geceler uyuyamaz insan, kah üzüntüsünden kah sevincinden.. Gömleğimin kol düğmeleri ne güzel, altın çerçeveli siyah göbekli orijinal şirincikler.. Haberin var mı sevgilim, seni yanımda uyurken bile özlüyorum, klorofil gözlüm.. Yağmur dindi, lodosun eşref saati geçti, ay diğer parçasını buldu.. Hürriyet sadece hissedilen bişeydir, hür olmak ruhuma ait.. Divane şarapçının anason karıştı kanına, tüm alyuvarları aklandı.. Vakit tamam, gözlerim kapanıyor, yaslanıyorum karyolanın başlığına, sımsıkı sarıl gerdanı beyazım, ayaz bu gece, üşüyorum..

#HalikarnasŞarapçısı

sağanak

Yağdır mevlam yağdır temizlensin sokağımızdaki kir pas,
yağdır yok olsun havada uçuşup bizi alerji eden tozlar,
yağdır rahmetini semayı yardırıp,
muhtelif düşünceler karmaşık hisler ve kinayeler yok olsun kapımızın önünden..
Ne güzeldir şarabın ey yüce tanrım, yağdır ki bol bol içelim..

yorgunluk

Aklımın karıştığı bir gün daha bitti ve o günün sonunda aklımı toparlamaya çalışıyorum yeniden. Sandığım gibi değildi sorunların içinden çıkılacak gibi bir hal alması, yastığın içindeki havanın puf diye dışarı çıkması gibiydi içimdeki hevesin dışarı çıkması. Ayaklarımı uzattım, topuklarımı duvara dayadım, gözlerimi 45 derecelik açıyla geriye doğru tavana taktırdım, aklımdan geçen görüntüler içimden geçen hikayelere dönüşüyor onlar da satırlara dökülüyordu. Biraz sonra yapabileceğim tek şey gözlerimi kapatıp uyumak olucak, çünkü bana huzur veren tek şey tam anlamıyla buydu..

otel odası

Koyu gri yoğun bulutlarla kaplı gökyüzünün küçük boşluğundan firar edip yarısı buzlu olmayan otel camından odama giren bu romantizm kaynağı yarım ay parçası, söyle güzel Selene, öyle güzel akan seline, kapılıyorum edasına esrarengiz ışıklarının, mihri doğana kadar kızıllanan şafakta güller uçuşuyor sanki duvarlarımda, dünkü kadehimde bu kez lavlar kaynıyor, yanıyor yüreğim cayır cayır ve bunu haykırmam lazım gök tanrıya..

Ruh Hal'im

Tam sırası şimdi kafayı yastığa huzurla koymanın, tam sırası uykuyu kepçeyle tatmanın, tam sırası görmenin tatlı rüyaları.. İçim bir hoş, gönlüm mayhoş, kafam sarhoş.. Hangi fırtınadan bahsediyorsun sen arkadaş, hangi tipi örtebilir bu gülümsemeyi.. Çok güzelsin be sevgili hayat, çok güzelsin mavilik, çok güzel yeşiller.. İstanbul, İzmir, bodrum benim hayat üçgenim.. 180 ayrı açıdan oluşan bi yaşam alanı ve bu alanda etkili olan bir iklim, bu iklimin bitki örtüsü, bu örtüde yetişen ürünler bağ bahçe.. Hepsini toplayıp götürsen hale, işte benim ruh halimi görürsün..

13 Şubat 2015 Cuma

kombinasyon

Okuduğum hiç bi kitap
keyif vermiyor bu ara bana,
yoo tabi ki onlara bi lafım yok,
kabahat benim,
tatsız tutsuzum bu ara
yer elması gibi..
Yatsam zıbarsam..
uyumak,
bize bahşedilmiş ulu çınar gölgesinde
serin bi hamak değil ki anasını satayım..
Yazsam da iki satır şöyle
sonra geçip karşısına
sabaha kadar okuyup okuyup değiştirsem
her bir kelimesini..

Halikarnas Şarapçısı

kış kış cinler

içimde bir cisim eksik,
çark her döndüğünde
mil o cismin boşluğuna takılıp kalıyor,
çark duruyor ve dışarıdan müdahale gerekiyor..
ben, bu gecenin şu saatinde
ve koordinatları GPS’te tam belli olmayan sokaklar arasında,
yalnızca duru kar örtüsünün aydınlığında
etrafı izlerken kuruyorum
kayıp düşmeden bana doğru gelirkenki hayalini..
Ne acımtrak bi düş,
esefle kınıyorum kendimi..
Zihnimde açılan yarığın içinden
yeşil sinekler fışkırıyor
ve geriye kalan
kararmış bir yara katmanı
iğrendiriyor midemi..
Umudum yine geçmişte,
gelecekten ışık beklemiyorum,
ne olduysa zaten geçmişte yaşandı,
ne biliyorsam şuan geçmişte kaldı,
neyi neden isteyip istemediğimi,
neden değiştirmeyi seçtiğime
hep o zamanlar yüzünden karar verdim..
peki ya şu an hayallerimin bile
kılını kıpırdatamıcak kadar yorgun
ve tembel hissetmesinin nedeni ne?
ölü deryamın üzerinde
minik dalgalar oluşturabilecek
hafif bi meltem kırıntısı peşinde
uçurtma uçurmaya çalışan çocuklara
gazete kağıdından kuyruk yapan
avare amcalara benzedim iyice..
Unuttum gerçek coşkuyu, hevesi, şehveti..
Sahi, bana doğru gelen Kadın nereye kayboldu?

Halikarnas Şarapçısı

istabulun kızları

Görüyorum taa beylikdüzünden avcıları, küçükçekmeceden floryayı.. Yürüyorum sahilden bakırköyü Zeytinburnu’nu samatyayı..koca mustafa paşa Yenikapı sirkeci.. geldik mi eminönüne, ne felaket kazınmış midem, getirin haliçin en iri uskumrusunu masama bakalım.. Avcılardaki öğrenci kızlar, floryadaki zengin kızlar, sirkecide turist kızlar, acaba sırada hangileri var? Bi güzel doydu karnım, hemen ayaklandım. Karaköyün puslu havasındaki kayıp orospuları, yüksek kaldırımın saatçi zencileriyle kırıştırıyor iş çıkışı. Tünelden taksime doğru uzanan istiklal caddesindeki kızlar hangi birinize bakayım, velevki iki gözüm var sadece.. Galatada eylemci, greenpeaceci, Taksimde öylesine bekleyen birbirinden renkli kızlar, sıraselvilerden cihangire inen geleceğin ünlü sima adayları, firuzagada kıraathaneye oturmak için sıra bekleyen garip kızlar, roma merdivenlerine oturup bira içen dövmeli piercingli rastalı asi punkçı kızlar, tophanede oturup kamu spotlarına aldırmadan nargilenin marpuçunu kökleyen kızlar, az ötede İstanbul moderndeki sergi dolaşan marjinal kız grupları, beşiktaştaki balık pazarında fink atan dişi kartallar, ortaköydeki waffle hastası kızlar, bebekte tiki kızlar, etilerde sosyete kızlar.. mecidiyeköyde evine dönmek için metrobüs bekleyen orta direk aile kızları.. levent metrosunda kanyondan akan güzeller güruhu, gayrettepeden zorluya çıkan nur fettahoğlu, bak bak bitmez, say say bitmez, daha bunun karşısı da var, kadıköyün modalı kızları, caddebostan ahalisi, suadiye erenköy ikoncanları, üsküdara giderken aldı da rıhtımdan beni peşine taktı kızkulesi.. Hani o kanlıca sahilindeki simyalı kızlar, yalı çapkınlarını bekleyen zilli zarifeler.. Sen bizi İstanbul kızlarının gazabından koru ey tanrım! Çok güzeller çok, izmir’de bile yok artık bunlardan yok.. Egesinden akdenizinden karadenizinden, içeriden dışarıdan doğudan batıdan, en güzellerini seçip koymuşlar bu şehire, şehir daha da güzelleşsin diye sanki..

gardenya

Hangi harf, hangi kelime, hangi cümle ile başlamalıyım geceye diye düşünerek boşa harcıyorum en değerli dakikalarımı.. Estetik kaygım yüzünden hazımsızlık çekiyorum, sindiremiyorum yazdıklarımı.. Üstelik derdimi biçimlendirince gerçek duygumu tam yansıtamıyormuşum gibi geliyor, sadece anlattığım olayın etki gücü artıyor.. Oysa o ben değilim, ben o değil, ya biz kimiz? Sıradaki şarkı kendini bilenlere gelsin.. Sonra aniden bir kıvılcım çakıyor zihnimde, parmaklarım sevini seviniveriyor, sabırsızlanıyor ruhum, göğsüm kanat çırpmaya başladı çoktan havaya girdim bile..
Gözlerinin etrafındaki ince siyah çizgiler, burnuna serpiştirilmiş kahve taneler, dudağı dilber, yanağı şeker, beni hüzünden uzaklaştıran uzun saçlı esmer..
İyi geceler sevgilim, gardenya gibi kokuyor tenin, baygınım uyuştu yine yüreğim, öpmeni bekliyorum uyanmak için güzel bebeğim..

gicişme

Bi garip önsızı yayılıyor ansızın yüreğimin kenarına, gölgeleri parlatıyor histerik kıvılcımları sezgilerimin,.. duyguları azdırıyor sinsi gicişmeleri kasıklarımın, yaradana isyan ediyor diken diken tüyler, panik sendromlu nevrotik kaçışlar batıyor ense köküme ve nedeni henüz çözümlenememiş çaresizlik, umut bulutları üretiyor aklımın bir karış üstüne.. hoop diyor dışımdan bir ses, hopp ediyor içimdeki ses, hoppala paşam Malkara keşan şimdi bütün bu sözler, velakin ne diye ezber ediyor zihnimin içindeki tahtakurusu ismini cibilliyetsizin.. ince bi hastalık semptomları sanki hissettiklerim, göğsümün bağı çözülünce zembereği fırlıyor nefsimin, adeta yokluğunda arşa çığlık gönderiyorum.. Takati kalmışsa biraz daha yürür fikirlerim, inadına gövde gösterisi yapan narenciye satıcısının küçük evladı gibi, her an hata yapma riski yüksek acemilikte ama bunu telafi edebilicek coşkun yüreklilikte, yola devam, aramaya koşmaya sevmeye devam, kısacası yaşamaya devam..

3 Şubat 2015 Salı

araf

nasıl bi arafta can çekişmektir bu,
ölümle yaşam arasındaki kararsızlık?
bi tarafta karanlık bi huzur,
diğer tarafta rengarenk acılar..

Halikarnas Şarapçısı

27 Ocak 2015 Salı

gül


bulutsuz ama yağmurlu bir havada rastlamıştım ona,
gökkuşağını solduran gözlerinin karası kaplamıştı etrafı.
gece oldu birden,
Orion'u söndüren saçlarının sırması serpildi karanlık semanın üstüne tek tek..
gecenin tam da ortası,
hilali kıskandıran teninin beyazı vurdu pencereme.
odamın duvarları, siluetindeki fosforlu şualarıyla aydınlandı.
gün doğmadı o sabah, şafak sökmedi..
güneşi küstüren yüzünün neşesi gülüşünün gamzesine doluştu.
yutkunmadan içtim dumanı üstünde tüten güzelliğindeki iksiri.
Ey hilkat prensesi!
kılcal damarlarımda dahi dolaşan eşsiz mahsumiyet!
karşında duruyor işte, sessizliğinin sağırı, sensizliğinin dilsizi,
yokluğunun kör kütüğü şu aciz şahsiyet..
tanrısından sürgün yemiş yaratık
sanrısından çılgına dönmüş artık
ılık bir nefes versen nolur yüzüme
dokundur ucu temiz değneğini özüme
bahşet bir mucize, dilenipduran üzgün sözüme..
gördüğü her rüyadan dudağı uçuklayarak uyanıyor,
yalnızlığından sersemlemiş çaresiz yüreğim.
o bir zavallı, o bir kahraman aynı zamanda..
kurtarmayı beceriyor her gece ölümden geceyi.
ona can veren ilk heceyi bulduran sensin,
bi gülsen güller açar yazılarımda renk renk..
en iyisi hep gül sen, sen gül, gül-şen şen-gül,
ilk ve son hecem;
GÜL

Ulaş TUZAK

15 Ocak 2015 Perşembe

Eve Dönüş

adımları örümcek gibi çapraz vuruyordu kaldırıma ama şaşırtıcı bi enstantaneyle yolunda düz gidiyormuş gibi görünüyordu. Bu ilginç göz yanılması etrafındaki insanların dikkatini kendine çeviriyordu. Adamın gözü kimseyi görmezken karşısından gelen basmakalıp insanlar ona çarpmamak için adeta çil yavrusu gibi kaçışıyorlardı önünden. Bu da farkında olmadan ona hatrısayılır bi saygınlık katıyordu tabi bu saygınlığı da ilüzyon olarak değerlendirmemiz pek muktedir bi davranış olur kanısındayım. Sol iç cebinden çıkardığı gümüş iskoç matarasından bir yudum viski çekerek soğuk havanın ayıltmaya çalıştığı vücudunu bir nebze daha sersemletti, böylece kabanını delip etine giren keskin soğuğu bir süre daha hissetmeyecekti. Onbeş yirmi dakika sonra ıssız sokağına sapan son köşeyi de dönmüş oldu. Beresinden yükselen dumanlar sokak aydınlatmasına doğru vakumlanıyordu. Evine birkaç adım kala yalpalaması artık ilüzyon olmaktan çıkmıştı, düşmemek için yaptığı hareketler onu sirkte ip üstünde yürüyen cambazlara benzetmişti, dengede kalmak için biyerlere tutunması gerekiyordu artık. En ufak bi esinti bile yere yuvarlamaya yeticekti adamı ama öylesine bi kuru soğuk vardı ki, rüzgar bile donmuştu, esintiden eser yoktu. Neyseki evinin kapısına kendisini ulaştırabilmişti..

Gecenin Düşünde

Gecenin bi yarısı gene uykusuzum. Hadi söyle bakalım bi ninni de uykuya dalalım. Göz kapaklarıma koyacağın ağırlığı bekliyorum. Bu kadar mı hafif olabilirsin? Ah ne kötü, ulu tanrım affet onu.. Bu günah benim ruhumundur, şansımı varsa eğer ona affediyorum. Hadi gece durma devam et, yıldır beni en boğucu sessizliğinle, korkut gücün yetiyorsa en derin karanlığınla beni.. Hani nerdesiniz ey periler cinler şeytanlar? Biliyorum ben daha ürkütücüyüm sizden, özür dilerim geceyi sizden çaldığım için. Keşke mahkum olmasaydım şu F tipine, belki sizler de fink atardınız, in cin top oynardı sevişilen çift kişilik yatakların altında. Bi gardrobum bile yok, yıllarca hep eskitene kadar giydim neyim varsa, değişik giyinmektense değişik düşünmeyi yeğledim hep. Aynı şekilde sıkılana kadar değil de ölene kadar sevmeyi istedim. Bu yüzden uzak durdum sevgiliden, sıkılmaktan da korktum, bi o kadar ölmekten de.. Devlet sisteminin ayakta durmasını sağlayan kolonlarız hepimiz, birimiz yahut bir kaçımızın olmaması onu yine ayakta tutacaktır ama çoğumuzun olmaması bu sistemi sallayacak ve yıkılmasını kaçınılmaz kılacaktır. Korkumuz üzerimize yıkılması veya altında kalmamız değil de daha çok kafamızın üstünün boş kalmasıdır. Gökyüzünü seyretmeyi o kadar unutmuşuz ki, hep birileri bizim yerimize seyretsin istiyoruz, eğer onlar emir buyururlarsa şayet biz de iadei lütufta bulunma şerefine nail olabilme düşüncesinin ezikliğiyle sosyal hayatımızı idame ederiz. Herneyse, bu sınırlı, korku dolu ezik sistemin içinde fırsat bulup da sevebilirsem birini ne ala, yoksa sırf adet yerini bulsun, nikahta keramet vardır palavralarıyla neyin içine girdiğini bilmediğin bi kara deliğin içine kaydırıverirler, başına huniyi, eline de düdüğü veriverirler, sonra da ellerine bi torba çiğdem alıp karşına geçerler, büyük bi keyifle hem dedikodu yapar hem de seyrederler senin o ibretlik saykotrajikomik halini.. Varsın olsun bütün olagelenler zati, biz anca bir ömürlük kelebeğin kanat çırpışı kadar etkileriz dünya yaşamını, bir yelkenliyi hareket ettirebilecek kadar kelebeğin bir araya toplanması ne kadar zaman alır bilmiyorum ama bir gün mutlaka bütün kelebekler kendi istekleriyle bu diyardan göçmek işleyeceklerdir. Çünkü bir günlük ömrü de olsa onlar yaşamak için mücadele ederler, yicek ararlar su ararlar yuva kurma dertleri vardır ve bunları inanılmaz bi şekilde kısıtlı zamanlarına sığdırmayı başarırlar. Eğer yapamazlarsa bunun gereğini ergeç hepberaber yerine getirirler.. Umudum geleceğin kaosundadır, savaş olmadan yaşam olmaz. İyi geceler..

Dolaylama

Arıyorum bu gece de o sihirli sözcükleri, nereye gizlenmişler acaba, nerden çıkarıcaz cevherleri.. Karanlık bi madende lambası loş baretiyle dolaşan toy bi maden mühendisi gibi nereye kazma vurulacağını keşfetmeye çalışıyorum. En ufak hatam mezar yapar burayı cümlemize, ölür gider henüz nefesi bi çığlığa dönüşmemiş düşünceler. Daha neler anlatıcaktık bu dünyaya hep beraber, kah sırt sırta verip birbirimizin götünü kollayacak kah kol kola girip haksızlığa karşı direnecek bazen de omuz omuza halay çekip zaferimizi kutlayacaktık.. Olmadı be gülüm, yanlış yere vurdu kazmayı acemi mühendis, üstümüze çöktü tavan, yerin yüzlerce metre altına gömdü bizi killi toprak yığını.. Var olmaya çalışıyorduk oysa hepimiz, şuracıkta bir anda yok olduk. Hamletin dilemmasına konu olduk, belki bi hikayede üç beş satırlık parodi olmak daha çok memnun ederdi bizi, öyle değil mi dostlar? Ses yok.. Çok sıcak burası, inanılmaz havasız, boğucu.. Yorganı attım üzerimden, battaniyeyi tekmeledim, eşofmanımı çıkarıp fırlattım, kalorifer peteğini kapattım.. Bi türlü geçmiyor içimin cehennemi, üstüne kar vuran pencereyi açtım, bütün kuvvetimle çektim soğuğu içime, yine de kurtaramadım hayatımı, ömrüm sizlere kalsın, sizlere ömür denemeden haybeye.. Ha bi de sevicektik sözüm ona değil mi? Sözüm vardı o kızıl yürekli sarışın kadına, çok sevicektim onu, ipeklere sarmalayıp kundaklıyıcaktım. Bebekler gibi bakıcak ona sonra ondan da bi bebek yapıcaktım, o da ona bakıcaktı, ben de ikisine birden sarılıp mutlu olucaktım. Yani bi süre.. Her zaman öyle olmuyor mu her şey, bi süre sizi oyalamıyor mu? Bi süreliğine kandırıyor mu mutluluk? Her seferinde aldanıyorum bile bile ah ben ne aptalım.. Yuh olsun be bana, onun ne suçu var ki, hem onun görevi bu, seni tongaya düşürmek, faka bastırmak, yar…ı yedirmek.. Hasbinallah! Konuyu yine nereye getirip dayadık, hadi bağla bakalım burdan bağlaybiliyorsan.. Ohoo, bunlar ne ki? Biz nelere bağlama çekmedik, biz eski bağlamacılardanız oğlum, benim dedem de bağlama çalardı ne konuşuyosun sen.. Sanırım ağzımın payını aldım, boyumun ölçüsü hala 1.80, neyse ki bir metre daha uzatılmadan kaçtım ordan. Şimdi beynimdeki kaldırımda yatan başka bi şarapçıya paçayı kaptırmadan en yakın otelin en üst katındaki ve mümkünse arka tarafa bakan odasına sığınıp kalın perdeleri çekmek ve yorganın altına girip bi temiz uyumak istiyorum, müsaadenizle..

3 Ocak 2015 Cumartesi

yazdan kalma bi not

yolunu kaybetmiş bir sokak köpeği geçiyordu önümden hızlı hızlı ama kararsız adımlarla.. sanki acelesi vardı çok belli oluyordu ancak adresinin belli olmaması onu endişelendiriyordu.. biran onu takip etme düşüncesi sardı beni ve heyecanlandım.. gizli bir ajan gibi izleyecektim onu; nereye gidicek, ne yapıcak ve ne olucak sonra merak ediyordum..
öncelikle çok dikkatliydi,her an her adımında güvenliğinden emin olmak istiyordu.. etrafını iyice süzüyor ona göre ilerliyordu.. arada bir çöp kutularına yanaşıyor içindeki pisliği mis gibi kokluyordu.. sanırım acıkmış olmalıydı, karnı içine çökmüş belki gurulduyordu.. ancak aradığını bulamadı, üzgün görünüyordu,gözleri çökmüş ve birazda yorgundu.. acaba benden önce kaç teneke içine girmişti?
biraz ileride köşeyi dönünce bir çocuk parkı vardı, salıncaklar boştu ama rüzgar hafiften sallıyordu onları.. o hiç aldırmadı, salıncakların arasından geçip arka taraftaki ağaçların sıralandığı duvar dibine kadar girdi ve bacağını kaldırıp bikaç yere kokusunu bıraktı.. kokular sıcakta dağılıp metrelerce uzaktaki dişi köpeklerin baştan çıkmasına neden olacaktı, böylece çiftleşmek için kurduğu bu tuzaklardan faydalanacaktı..
öğle vaktiydi, güneş ışınları tam doksan dereceyle iniyordu yer yüzüne. yerden yükselen buharlar köpeğin kürkündeki pireleri bile havaya uçuruyordu. havale geçirmek üzere olan köpek, kendini can havliyle denize atıverdi.

felsefeler

Oysaki felsefeler hayatı süzerek söylenmişti, onları yaşarken yinede petekli halini tercih ediyoruz yedikten sonra ağzımıza sakız olsun diye..