SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

29 Nisan 2013 Pazartesi

Şarap Lekesi

24 Nisan 2013 Çarşamba

Tek mi? Çift mi?

çocukluktan sadece uzun eşek oynarken hatrımda kalan bu sözler, yıllar sonra bana garipliklerle dolu anlar yaşatmaya başladı. daha dün annemizin kollarında saf saf yaşarken, çiçekli bahçemizin yollarında sap sap koşarken, şimdi birer birer birbirimizden kaçarcasına çift olmaya adadık kendimizi nedense? eski yaşamlarımızı, o saf ve sap arkadaşlarımızı yalnızlığına terk etmeye başladık zamanla. sonraları öğrendim ki buna büyümek deniyormuş, büyüyünce insanlar, çiftleşmeye başlıyorlarmış ve tek olan her şeyi siliyorlarmış hayatlarından.toplumumuza göre herkes çift olmalı, etrafındakiler de çifter çifter olmalıymış. teklik sadece allaha mahsusmuş. (buna da bi şekilde tanrıyı karıştırdılar ya neyse) bu arada acınılası çok insan gördüm fakat hiç biri, bi çiftin yanında entegre halinde dolaşan saptan daha fazla trajik görünmedi gözüme. şu an en saf ve en sap halimle onları ve olanları izliyorum uzaktan, acımaya devam ediyorum hala yanındakilere ve tabiki düşünmeye de. tıpkı, her gün sevişen bir insanla, her gün sevişmenin hayalini kuran bir insan arasındaki duygusal farklılıklar gibi. tek olmanın sınırsız keyfini çıkardım mesela. kafamdaki bütün fantazilerin gerçekleşebilme ihtimalinden hiç paniğe kapılmadım, birine yakalanabilir miyim, yakalanırsam hesap verebilir miyim, veremezsem tartışıp kavga edebilir miyim gibi sıkıntılarım olmadı hiç.
mesela bugün;
"dolmuşa bindim, kara gözlerine sürme çekmiş, acayip bir manita ile göz göze geldim henüz ilk saniyede. gözlerimiz ilk mesajı birbirimize vermişti bile. yanına oturmaya cesaret edemesem de hemen arkasındaki koltuğa oturmayı becermiştim. yüzü genç gösterse de elleri gerçek yaşını ele veriyordu. arkasına oturduğumu henüz fark etmediği için sağa ve sağ arka çapraz boşluklara kaçamak bakışlar atıyordu ama beni göremiyordu. bir yandan parmağındaki yüzüğü çeviriyordu, ya çıkarmaya çalışıyor ya da oynuyordu. koltukların arasındaki boşluktan onu izliyordum, aradan sızan nefesimi ensesinde hissetmesi onu izlediğimi belli etmiş olacak ki, yüzük parmağını avcunun içine aldı hemen. diğer elinin parmakları ile, sol kulağının üstüne düşen kahkülü ile oynamaya başladı iç güdüsel bir hareketle. bu da klasik oyalanma hareketi idi kadınların. ne kadar oyalansa da kulak memelerinin kırmızılığını çok rahat görebiliyordum, dudaklarıyla aynı renk olmuşlardı bi anda. bu durum bana da ayrı bir güç, ayrı bir şehvet kazandırmıştı. harekete geçmek için son bir hamlem kalmıştı ve o an şu soruyu soruyordum kendime 'acaba tek mi?.. çift mi?..' "

Halikarnas Şarapçısı
-şarapsal hikayeler serisi-
Bodrum-2013/04

23 Nisan 2013 Salı

Her Zaman Okuduğunuz Hürriyet'i Şimdi İzleyin

Hürriyet TV şimdi yayında.

Hürriyet TV’yi ziyaret edenler, aradıkları her şeyi artık tek tıkla seyredebilecekler. Hürriyet TV, zengin haber içeriğinin yanı sıra konusunda uzman isimlerle gerçekleştirdiği programlarla da dopdolu.

Hürriyet TV’de Berza Şimşek’ten günün mutlaka görülmesi gereken haberlerini izleyip usta gazeteci Sedat Ergin’den haftanın yorumunu alabilirsiniz. Üstelik gündemin özetini, Metehan Demir, 3 dakikada sizin için yorumluyor.

Burcunuzdaki yeni gelişmeleri merak ettiğinizde ise Susan Miller ile yıldızlara bakabilir, Sebla Kutsal ile dilediğiniz zaman, kültür ve sanat dünyasında keyifli bir yolculuğa çıkabilirsiniz.

Uğur Cebeci ise sivil havacılığın geldiği son noktayı size Kokpit’ten anlatıyor.

Magazinden spora, eğlenceden ekonomiye hepsi ve daha fazlası, sürekli güncellenen Hürriyet TV’de sizi bekliyor.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

12 Nisan 2013 Cuma

Mahremiyet Bölgesi

Yine neyi konuşmaya başladım ben bu gece kendi kendime, yine neyi düşünüyorum Allah aşkına.. Garibim, gerçekten çok garibim. Garipsiyorum kendimi, bu ben değilim, olamam ki zaten.. Nasıl bir ruh haline büründüm ki ben böyle.. Acaba yanlış mı anlıyorum kendi söylediklerimi diye düşünüyorum. Hayır, gayet te doğru anlıyorum, hem de daha önce hiç anlamadığım kadar. Bu içsel konuşmalarım, şüphesiz en gerçek hislerimin belirtisi. Ta kendisi hatta.. Yani kimseye söyleyemeyeceğim en saklı güdülerimi ve en yoğun dürtülerimi, kendi içime haykırıyorum. Hele bir de boşsa içim ne yankı yapar ne uğuldar bilir misiniz? Düşler, sanrılar, sıkıntılar ve debelenmeler hepsi diskoda dans eder gibi hoplayıp dururlar kalbimin boş kapakçıklarında.. Bir çıkış yolu olmalı, bir nefes alma sahası bulmalıyım kendime. Her yer duman altı, göz gözü görmüyor, başı dönüyor herkesin, peyderpey ilerliyorum loş ışıkların arasında. “Bunaldım ulan! Açın yolu!” diye bağırıcam ama o kadar yüksek ki gürültü ben bile duyamıyorum kendi sesimi. Bir el çıkıyor kalabalığın arasından, bana doğru uzatıldığı besbelli. Önce irkiliyorum, acaba kim bu hırsız mı? diyorum. “gel gel, takip et beni” işareti yapıyor. Çıkışa doğru gittiğini düşünüyorum, bana yardım etmeye çalışıyor galiba. Bir türlü yarıp geçemediğim hıncahınç bedenlerin arasında, tutuyorum elini can havliyle yüzünü bile görmediğim el sahibinin. Beni bir yere götürüyor ama neresi? o belli değil. Bir türlü çıkamadık gitti bu kafesin içinden, dön dolaş aynı yerin türevlerindeyiz. Çok mu uzak gittiğimiz bu yer? Nerede çıkış kapısı, çok sıkıldım artık yürümekten. Derken daha uzun, enlemesine geniş, kalın basamaklı ve dönerli bir merdiven çıkıyor karşımıza. Silindir sütunları gotik desenlerle süslenmiş, altın küpeştesi, mermer dekorlara ayrı bir heybet katmıştı. İvedilikle çıktığımız basamakların ruhen arındırıcı bir etkisi vardı. Son basamağın ardından saray kapısını andıran bir kapı belirdi önümüzde. Üzerinde hiyeroglif sembollerden oluşan bir yazı vardı, belki de gizemini kaybetmemek için böyle tasarlanmıştı. Tokmağından tutup ittirince kapı açıldı ve biz içeri girince kendiliğinden kapandı. Pencerenin önüne kadar geldik, elin sahibi boştaki diğer eliyle pencerenin pervazını indirdi ve her şeyin gri tonlarda göründüğü ortama kavuştuğumuzda nihayet bana doğru döndü. Siyah beyaz filmlerdeki gibi bir kadın duruyordu gözlerimin önünde ve adeta kedi gözü gibi fosforlu ışık çıkıyordu gözlerinden. Büyülüyordu, bütün uzuvlarımı zincire vuruyordu adeta, sanki köleleşiyordum, kımıldayamıyordum yerimden ve kendimi onun mahremiyetine teslim ediyordum istemsiz sadakatimle. Ulaş TUZAK