SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

28 Şubat 2012 Salı

Aşk Kaşıntısı



Ey Tanrım!
Neden eninde sonunda bütün kahramanlarını yalnız bırakırsın?
Bu mudur cennetin, bu mu ödülün?

Tilki olsam gidebileceğim bi kürkçü dükkanım olurdu en azından
İnsan kaçtığı yere geri dönemiyor ki..
Kaçtıkça uzaklara kaçıyor ve daha çok yalnızlaşıyorum
Derinleşiyor içinde yüzdüğüm deniz, mavilik koyulaşıyor..

Yüzmeyi biliyorsan hiçbir deniz derin değildir,
ama ben bir michael phelps değilim ki..
olsa olsa bir tekne gibi yüzebilirim ancak
yelkenlerimi açtım, rüzgarı bekliyorum artık..

aşk denizde ve tarlada değil gönül bahçesinde yetişir,
balık veya pamuk değiliz ki biz
limon ağacına aşılanmış bir mandalina gibiyiz
ne tam ekşi ne tam tatlı, mayhoş iki sevgiliyiz biz..

Yere düşen damlalar varsın yağmurdan olsun
Ağlamasın gözlerimiz aşktan bu gece,
Mutluluk paylaştıkça değil seviştikçe çoğalır
Sevişmekte cesur olamayanlar aşkla oyalanır..

kaşınıyor, kaşıdıkça kaşıntı daha da artıyor
ve kalbime bir mantar gibi yayılıyorsun aşk..

Ulaş Tuzak

25 Şubat 2012 Cumartesi

KAÇAN TRENLER

Şu an arkama dönüp baktığımda bir arpa boyu yol katedemediysem, kaçırdığım onlarca trenin cemeresini çektiğimdendir. Her tereddütlerimde yaşadığım tökezlemeler yüzünden tutunmaya ramak kala kaçırdığım bu trenler, kararsızlığımın ve şüphelerimden duyduğum huzursuzluğun üzerime yığdığı ağırlıktan dolayı ezilmelerim, sorumsuz ve varlığın hafifliğine doğru kaçışlarım, ne ileri gitmeye ne de geri dönmeye yüz bulamadığım bir ara evrende sıkışıp kalmama neden oldu. Bu sıkışmaların aynısını kalbimde hissetmem ise sıkıntılar ve stresler içerisinde bocalama arefesinin habercisi olmaya devam etti. Bu korku ise paranoya takıntısını hapsetti bedenime. Hipokondriyak bir zaman tüneli oluştuğunu görüyorum anılarımdan bu güne geçiş sağlayan..
İnsan nedense hayatında kurduğu hayallerin, yaptığı planların ve tuttuğu hesapların hiç mi hiç kendisini tatmin etmediğini görünce vaz geçmek zorunda kalıyor hesap tutmaktan ve plan yapmaktan. Ama bir türlü hayal kurmaktan vazgeçemediğimi fark ediyorum ve histerik bir şekilde damarlarımın melankoli ile dolduğunu hissediyorum. Aylık veya mevsimlik bir döngü olsa gerek bu bendeki kronik hesaplaşma. Ama her muhasebede karşıma çıkan küçük hatalar, her döngüde cari açığın biraz daha artması ile borçlanıyorum, en çokta gönül borcuma faiz biniyor. Bir piyango çıkmaz ise yakın zamanda, haciz memurları kapımı çalıcak, ne var ne yok götürecekler benden..
Nasıl? diye soruyor insan her çaresiz kaldığında kendine. Nasıl oldu da böyle oldu? Yoksa gerçekten kaderimizde böyle yazılı olduğu için mi sadece? Hani kaderi değiştirebiliyorduk, hani bizim tercihlerimize göre ilerliyordu yaşam? Bu biraz okul yıllarımı hatırlattı kendime. Düşük not alınca hoca verdi, yüksek not alınca öğrenci aldı oluyordu ya sanırım insan başarılı olunca kendisine pay biçiyor, başarısız olunca da kadere..
Babamın evlendikten hemen sonra istanbuldan gelen iş teklifini reddetip, bandırmada kalması ilk dönüm noktasıydı kaderimin şekillenmesinde. Böylelikle çocukluğum bandırmada geçti. Abimin sürekli evden kaçıp kaybolması da, daha merkezi bir mahalleden kenar mahalleye taşınmamıza ve hayatımın ilk zamanlarını daha küçük hayallerle yaşamama neden oldu. Yani tamamen şu anki düşüncelerimden uzak ve sığ bir toplum içerisinde ilk kez var olmanın sıkıntılarını uzun süre çektim. O etkileri üzerimden atmak hiç te kolay olmadı. Din ve mahalle rejiminin etkisi altında, hayatın gerçeklerini keşfetmekte oldukça geç kaldım. Şehrin modern kültürü ve samimi ilişkilerini çok çok sonra keşfettim. Yani hayata bikaç sıfır yenik başladım..
İlk kez 11 yaşında çıkıp farklı bir yerde yaşama şansı yakaladım. O da tesadüf eseri abimin peşine takılıp güreş sporuna başlamamla oldu. Milas güreş eğitim merkezini, Türkiye güreş okulları elemelerinde başarılı olarak kazandık. Bir sene orda apayrı bir dünya gördüm ama yine beni tatmin etmeyecekti. Çünkü her ne kadar başka bir kültür olsa da büyükşehir yaşantısı kadar derin değildi. İlişkiler basit ve düşünceler sığ idi. Utangaçlık ve çekingenliğim ilk darbelerini de burada yaşadım tabi ki. Hiç kimseye kendimi ifade edip, derdimi anlatamadım. Yanımda bir aile desteğim olmadığı için ordan ayrıldım ve bir daha da geri dönmedim. Spor akademisyenliği trenini kaçırdığımı ise çok sonradan fark ettim..
İkinci dönüm noktası ise bandırmaya döndükten sonra babamın bize sunduğu imkanları ciddi bir şekilde değerlendirmemem oldu. Önce ud kursuna gönderdi, sonra da resim kursuna. Ben o zamanlar ikisini de eğlence olarak gördüğüm için üzerine fazla düşmedim. Derslerim çok iyi idi ve lise olarak klişe bir düşünce ile Anadolu ve fen liselerini hedefliyordum. Abim ise resim konusunda hem ilgili hem de başarılı idi. O resimi tercih etti ve lisede İzmir güzel sanatlar lisesini kazandı gitti. Ben ise olayın hala şaka ile gerçek arasında gidip geldiğini zannederken kendimi Bandırma Anadolu lisesinde buldum. Oysa zamanında müzik yada resimden birini tercih etmiş olsaydım, yada gerçekten birisi beni bu konuda yönlendirseydi şu an akademik bir sanatçı olma fırsatını kaçırmayacaktım..
4 yıl boyunca kendimi, sonunu bilmediğim bir tünelin içinde yolculuk etmeye bıraktım. Sonunda ne olacağını ve nereye çıkacağımı bilmiyordum. Doğaçlama bir lise hayatında aklımda hep başka yerlere kaçıp gitme düşüncesi vardı ama bir rehber olmadığı için ne yapacağımı bilmiyor, başkaları ne yapıyorsa onları gözlemliyordum. Derken öss sonuçlarına göre biraz da abimin etkisiyle izmiri tercih ettim. Biraz bilgisizlik, biraz da kimsesizlik yüzünden belki o zaman karşıma çıkan İstanbul fırsatını görüp ona göre tercih yapmış olsaydım, şimdi belki de istanbuldan çoktan sıkılmış ve yurtdışına gitmiş biri olma fırsatını kaçırmayacaktım..
Üniversite okumuş olmak için ne olduğunu bilmeden girdiğim istatistik bölümünden sıkılmam da fazla uzun sürmemişti. Daha birinci sınıfta aklıma tiyatro sevdası girdi. Amatör tiyatrolar ve belediye tiyatroları da kesmeyince kendimi konservatuarların kapısında sınava girmeyi beklerken buldum. Kursların çok pahalı olduğunu öğrenince kendi kendime hazırlanmıştım sınavlara. Daha önceden de bir deneyimim ve herhangi bir torpilim olmadığı için sınavlarda başarısız oldum. Belki daha önce bilinçli bir şekilde araştırıp hazırlansaydım, aileden maddi ve manevi destek görseydim (ki çoğu ailelerin tiyatroya karşı olan standart düşünceleri ve önyargıları bu şekildedir) şu an alaylı değil de okullu bir oyuncu olma fırsatını kaçırmayacaktım..
Çocukluğumdan gelen utanma ve çekingenliği izmirde üzerimden tamemen atmıştım. Özellikle de tiyatro rahatlık ve sosyal iletişim konusunda çok şey katmıştı bana. İzmirin ve İzmirlinin rahat yaşam tarzına ayak uydurdum kısa sürede ancak hatunların uçsuz buçaksız derinliklerinde kayboldum. Platonik bir çocuğun saf duygularını, saf hayallerini ve hayata bakış açısını 180 derece değiştiren bu kayboluş olmuştu. İçine düştüğüm bu labirentten çıkışı bulana kadar doğal olarak bir sürü kişi ile birlikte oldum. Bu birliktelikler hep çıkışı bulmak için bir umut ışığı idi ancak bir süre sonra çıkış mıkış hikaye oldu. Labirentin sokaklarında takılı kalmak memnuniyetinde bir istikbalsizlik, bir sorumsuzluk bir tembellik nusibetine yakalandım. Belki de bu yüzden, tanrıdan dilediğim kişi karşıma çıktığında, onunla beraber bu labirentten çıkma trenini kaçırdım..
Şuan istanbulda yaşıyorum. Henüz 4 aydır sadece.. bilgisizlik, tecrübesizlik, kararsızlık ve en kötüsü geçmişle gelecek arasındaki ara evrende sıkışıp kalmamdan dolayı bir sürü tren kaçırdım ve kaçırmaya da devam ediyorum. Burası İstanbul ve her dakika bir tren kalkıyor meçhule doğru. İstiklaldeki tramvayın arkasından koşup tutunanlar gibi herkes bir trenin peşinde koşuşturuyor hergün. Ama ben kaçırıyorum ve kaçırdıkça da kendimle hesaplaşmaya devam ediyorum. Bu döngü, bu bahtımı ne zaman terk edecek, işte o zaman ben de bi trenin koltuğuna oturmadan o tren kalkmayacak..
ULAŞ TUZAK