SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Lola'nın Bilmediği Gerçekler ve Şeytan Tüyü



Lola, deniz kıyısındaki şirin evimi çok beğendi. Buradaki anormal şekilde geçirdiğim yaşantımdan bir hayli etkilendiğini söyledi. Bu arada ilk tanıştığımızda bana oynadığı oyununu anlattı. Lola, çok iyi hatta benden bile daha iyi İngilizce konuşuyordu. Neden bilmiyormuş gibi davrandığını açıklaması, çok zeki bir kadın olduğu izlenimi yarattı. Erkeklerin kadınlara ve Türklerin yabancılara karşı olan ilgilenme zaaflarını kullanmıştı. Hale bakın ki, Türk bir erkeğin, yabancı bir kadına olan ilgilenmesi herhalde tam isabet olmuştu. Bu karşı koyulmaz iki zaafın oluşturduğu güçlü arzu, tutkuya dönüşüvermiş, beyaz köpüklü turkuaz dalgaların içinde sürüklenip gitmiştim. O da bu çaresizliğimden istifade edip beni cinselliğine ve güzelliğine hapsetmişti dişi tarantulalar gibi, namı diğer karadullar. Tıpkı onların tabiatında olduğu gibi, bu ilişkiden sonra Lola’nın beni zehriyle öldürerek yiyebileceğini düşündüm. Bu fantastik düşüncem bile çok hoşuma gitti o an.
Her neyse, İngilizce konuşarak, aramızdaki tek problem olan iletişim problemini de aşmış bulunuyorduk. Konuştukça zekasına olan hayranlığım daha da artıyor, bu hayranlığımı güzelliğine olan hayranlığımla birleştirince gözüme tanrısal, büyülü bir varlık gibi görünmeye başlıyordu. Bu kadının önünde secde etmemek elde değildi, içimde ona tapınma iç güdüsü doğmuştu bi kere. Ona bayılıyordum, yüzüne baktıkça yüreğime şerbetler akıyor ve damarlarımdan tüm vücuduma yayılıyordu.
Sevişmeden önceki bu ihtirasın, sevişmeden sonra kaybolmaması, aksine artarak daha güçlü bir tutkuya dönüşmesi, ona tapacak derecede aşık olduğumun açıkça beyanıydı adeta.
Bir yanından deniz, bir yanında orman manzarası bulunun ve limon ağacının yeşil yaprakları, koyu kahve dalları ve sarı meyveleriyle hoş bir dekor oluşturduğu balkona çıktık. İki kişilik ahşap mini bir masa ve iki iskemle bulunuyordu, üzerinde de şamdan. Masaya oturduk, şamdanın üzerinde yarım kalan erimiş mumları yaktım, ortama aromalı mum kokusu yayılmaya başlarken, bir yandan da şişenin mantarını açmış, kadehlerimize rose şarabı dolduruyordum.
Bu egzotik anın tam ortasında, birbirimizin gözleri içinde kendi mutluluğumuzu izliyorduk. Birden bişeyler söylemeye yeltendi, işaret parmağımla dudaklarına dokunup onu susturdum. İçimdeki tüm şehveti ona anlatmak istiyordum ama söze nasıl başlayacağımı bir türlü kestiremiyordum. Bu duraksamamdan yararlanarak konuşmak için bir hamle daha yaptı, bu kez durduramadım onu. İçinde ne varsa döküldü, bana olan hayranlığından tutun da, aşkın ta kendisinin benim olduğuma kadar sürüp gitti muhabbeti.
Onun bu acı itirafı, içimdeki aşkı yerle bir etmişti. Onu saniyeler içerisinde küçücük, karanlık bir insan silueti haline getirmişti karşımda. O anda, masadan devrilen kadehin yere düşüp dağılması gibi, ben de yere çakılmıştım ve paramparça olmuştu yüreğim. Az önce aşkımı itiraf etmeye hazırlandığım kadın karşısında buz kesilmiştim resmen. Onu bu kadar gözümde değersizleştiren şeyin ne olduğunu düşünmeye çalıştım. Kurşun yemiş bir insan gibi peltekleşmişti dilim. Öksürmeye başladım, ağzımdan kan gelir gibi, dudaklarımın yanından şarap akıyordu boynuma doğru.
Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Biraz evvel, onu Tanrıçalaştıran, ben değil miydim? Secde edip önünde kapanacak, sarhoşluğum geçene kadar kucağında ibadet edecek, ona tapıncak kişi ben değil miydim? Neydi şimdi bu hissettiklerim? Bu duygusal bozuklukta neyin nesiydi, bu kadarı da fazlaydı artık! Nasıl bu kadar hızlı bir başkalaşım geçirebilirdi duygular? Kendime ve duygulara hayretler ettim.
Bir yandan da içimde engelleyemediğim bir ego dışa vurdu kendini. Kısa süreli acayip bir özgüven patlaması yaşadım. “Bende de ne şeytan tüyü var arkadaş, kiminle yatsam bana aşık oluyor.”
Ben tutkunun ‘ulaşılmazlık’ olduğunu bir kez daha ispatladım o gece. Nasıl ki Tanrı’yı Tanrı yapan O’na ulaşılmazlık ise, aşkı da aşk yapan bu fenomendi.
Lola’nın benimle eğlenip, sonra beklenildiği şekilde beni terk edip gideceği düşüncesi, ona deliler gibi aşık olduğumu zannettirdi bana fakat bana olan aşk itirafı onu gözümde un ufak etti, küçülttü, değersizleştirdi, büyüsünü kaybetti. Ben onu etkilemeyi başarmıştım ya, artık o da cepteydi ya! Her ne kadar şimdi sokağa çıksa, onu gören yüzlerce erkeğin peşinden depar atarcasına koşacağına emin olsam da, onun beni seçmiş olduğunu bilmek ona olan ilgimi kaybettiriyordu. Yani ona oynayacağım içinde belirsizlik barındıran gizli küçük aşk oyunları sona ermişti. Benim de bir ilişkide en çok keyif aldığım durum bu oyunlardı.
Bunu bilmek gururumu okşasa da, kalbimde bir iticilik, bir tiksinti oluşturuyordu. Evet, biliyorum, normal bi durum değil bu bendeki, hatta böyle hissettiğimi bilse, o anda gülerek müthiş tatlılıkla gözlerimin içine bakmayı sürdürmezdi heralde. Muhtemelen, elindeki kadehi şerefsizliğime kaldırıp, içindeki şarabı suratıma boca ederdi, sonra tükürürdü yüzüme, iğrenerek bakardı bana. Bildiği bütün argo kelimeleri kullanarak, lisanı nezaketini bozmadan nefretini kusardı üstüme ve ardına bile bakmadan çıkar giderdi evimden.
Ben görmesem bile bilirdim ki, o gururu erinmiş gözlerinin her iki tarafından şelale gibi yaşlar süzülürdü yüzünden, çenesinin altından damlamaya başlardı. İki gözü iki kan çanağını andırırcasına yürür, burnunu çeke çeke tüm olanlara ve saflığından dolayı kendine lanetler okurdu.
Neyse ki henüz bu düşüncelerimden habersizdi ve tüm bu düşünceler dilimin altında bakla olarak kaldı. Çünkü hala bir çift lacivert masum göz, beni mutluluklar içerisinde seyrediyordu, kim bilir neler hayal ediyordu. Bu durumda kimseyi hayal kırıklığına uğratmak adetim değildir, istesem de yapamam böyle bir şeyi.
Lola karşımda oldukça mutlu ve güzel görünüyordu. Onu bu haliyle gören dünyanın bütün erkeklerinin ve hatta tüm lezbiyenlerinin ona aşık olmaktan başka çareleri kalmazdı. O ise tüm tatlılığıyla bana bakıyor, gülümsüyor, beni tahrik etmek için dudağını ısırıyor ve bir kez daha sevişmek için kur yapıyordu bana.


Halikarnas Şarapçısı
‘şarapsal anlar’

Hiç yorum yok: