SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

27 Şubat 2016 Cumartesi

Yine O Adam

Yakutu andıran bir fanusun içinde bi kandil yanıyordu. Şöminenin üstündeki kitabın gölgesi odanın neredeyse yarısını karanlık bırakıyordu. Tahta kornişlerden süzülen kadife perdelerin kalın katmerlerini iki pencere arasına yerleştirilmiş pelesenkten gardrobun aynasını kırmızı renge boyayan dingin bir ışık dolduruyordu. Bu arada, yaşamından kendi bile sorumlu olmayan sorumsuz bir adam, hem de kendi deyimiyle sorunsuz, sıkıntısız bir adam.. kendini bazen uzun bir Fransız aşk romanının içindeki baş kahramanın yağmurlu bir havada karşı kaldırımda şemsiyesiz şekilde sırılsıklam olmuş biçimde yürürken karşılaşarak acıdığı mağrur biri gibi, bazen Rus edebiyatındaki her söylediği söz bilgelik kıvamında tutulup örnek alınan usta filozof karakterin en yakın arkadaşı gibi, bazen de İtalyan komedisindeki sirklerde soytarılık yapan aslanın genç terbiyecisi gibi hissediyordu.. en çok da ıssız ve serin verandasında röpdöşambrını giymiş, zengin kahvaltısını yaptıktan sonra elinde kahve likörü ile pahalı bir sigara tüttürerek uzaklara doğru bakıp, o günkü aşık olacağı kadın hakkında ne yazacağını düşünen adama özeniyordu..
Günlerden birgün, en çok da o gün, işsizlikten ve tembellikten acayip derecede sıkılmış olan adam üstündeki pijama sayılabilecek eşofmanlarla dışarı çıkıp yürümeye, yürüken koşmaya, koşarken de düşünce sistemini kırmaya, içsel devinimini alt üst edip duygusal akışını değiştirmeye başladı. İşte ne olduysa kutsal ilahi melekler, o bilinmez evrenden gelip yine görünmez kanatlarıyla adamı bulunduğu yerden tutup, hiç de ummadığı bir yere doğru uçurdular. Kim bilirdi ki, aslında istediği şeye kavuşunca aslında o kadar da tatmin olmayacağını.. yahut istediği şeyin aslında gerçekten istediği şey olup olmadığı muamması.. kendi içinde bir sarmal, bir spiral, karmaşa.. adeta olmak ya da olmamak dilemması.. kanatları var uçamaz, yüreği var sevemez, gözleri görür dili varamaz demeye..
O, gönlünü, ruhunu, zihnini, tüm varlık kapılarını dışarıya kapatmış, sadece kendi içine odaklanmış orada kutsal varlığı, Tanrıyı aramaya koyulmuş, mistizme inanmış aslında herkesten çok daha sade, çok daha sıradan, yanından geçerken belli bile olmayan zavallı bir adamdı. O adam ki, gözlerinin kapalı olduğu her an rüyaları, gözlerinin açık olduğu her saniye hülyalarını yaşar giderdi.. İçkiden karaciğeri, sigaradan akciğeri, melankoliden yüreği, düşüncelerden beyni, stresten midesi feci şekilde hasar görmüştü. Bu ziyan olmuş organizmada hayat standartlarını gerçekleştirme mücadelesi vermeye çalışan adamın gayriihtiyarı sürdürdüğü yaşamından daha ne beklenebilirdi?
Adamın tanrısı sevgiydi, şeytanı açlık, cenneti aşk, cehennemi boşluk, en büyük sorgu meleği vicdanı idi. Kaderi tesadüflerden ibaretti, şansı sinerjiden yana ilerliyor, umutları nacizane bir Eiffel kulesini andırıyordu. İşte hep bu yüzden kendisini bi aşk filmi karakteri gibi görmeye devam ediyor, gerçekçi düşünme yetisini gün be gün yitiriyordu..

Halikarnas Şarapçısı