SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

29 Aralık 2014 Pazartesi

ikibinonbeş - 2015

iki
bin
on
dört
gibi
sen
de
gelip
geçicen
ey
iki
bin
on
beş
hey
on
beşli
on
beşli
tokat
yolları
taşlı
ulaş
veda
ediyor
kızların
gözü
yaşlı
çanakkale
geçilmez
İstanbul
yol
geçen
hanı
İzmir
2011
Bodrum
2012
Ankara
2013
Çeşme
2014
İstanbul
2015
hadi
bakalım
hayırlı
işler
ilginç
farklı
heyecanlı
meçhul
seneler

19 Aralık 2014 Cuma

Sanrı Aşkına

Annem ve babam, sadece bi çocuk daha istediler
sırf abim yalnız büyümesin diye,
gerçi annem daha sonra aldırmayı düşünmüş beni
ama geç kalmış..
o zaman başlamış şansımın yaver gitmeyişi
nihayet,
dünyaya hiç değer vermeyecek olan beni
dünyaya getirmişler..
bu olacaklardan habersiz büyüttüler beni
normal bi çocuk olacağımı düşündüler hep
okulumu bitirip ileride herkes gibi
bi meslek sahibi olacağımı sandılar,
umutlarıyla gururlandılar..
oysa hiç bizaman,
aksi bi şeytanın ellerinde büyüdüğümü bilmediler.
onların suçu değil bu tabi,
benim onlara üzüntü çektirmem de vicdani bi hak değil
işte bu yüzden onlardan ayrı yaşamaya
bir daha hiç görmemeye karar verdim
dönüştüğüm bu yeni nesil gregor samsa'yı görmesinler
görüp de kahrolmasınlar diye..
bundan böyle kafalarında ideal beni yaratırlar
birileri çocuklarını sorduğunda
en azından kendi istedikleri cevabı verebilirlerdi..
her zaman ilk günahı işleyip tabuları yıkanlar
en büyük cezalara çarptırılırlardı
daha sonraki suçlular da bu günahın sefasını sürerler..
aslında ben,
umutsuz, çaresiz, hayalleri çalınmış
yalnız bırakılmış, çürümeye terkedilmiş, yıldırılmış
korkutulmuş, bastırılmış, törpülenmiş, içi boşaltılmış
unutulmuş, küstürülmüş, kıstırılmış
beyni kirli bırakılmış
kanadı kırık, yüreği yıkık, bedeni çiğnenmiş
omurgası küflenmiş, eklemleri paslanmış
geleceği puslanmış, zamanı durdurulmuş
emeği harcanmış, sevdası parçalanmış
gemileri yakılmış, karadenizde tekneleri batırılmış
ocağı kundaklanmış, kucağı yağmalanmış
fikirleri çöpe atılmış, planları umursanmamış
hayatına kastedilmiş, yazdıkları silinmiş
söylediklerinin üzerine kapkalın bir çizgi çekilmiş
namlu kafasına doğru tutulmuş ama yüreğine sıkılmış
yine de ölmeyip can çekişmeye başlamış
zehirlense daha iyi olurmuş aslında
uyutulsa, avutulsa, mumyalansa..
işte böyle böyle berbat, rezalet, hezimet
perperişan bir halde
Tanrıdan gelicek ufacık bir işarete bel bağlayan
yatalak halde yine de
şeytanın yazdığı yasak kitapları okumaya çalışan
günahı kendi boynuna olan
cehenneme doğru yelken açmış
işgüzar meleğe, mefistoya yol arkadaşı olan
bir insan siluetiyim..
neler görüyorum kafamın içinde bi bilsen
hangi develeri hendekten atlatıyorum tavşan gibi
ne bizon sürülerini geçiriyorum karşıya
nehri bulandırarak..
zihnimdeki hafif çınıltı şelale gibi gürlüyor
yanaklarımda gelişigüzel kırmızı damarlar belirmiş
gözlerim tavana dikiliyken
kulak memelerim yanıyor yine..
koyu karanlık bir yolda yürüyorum
bastığım yerler vıcık vıcık çamur
ve bir bataklık çıkıyor karşıma
kenarları kara çaltı dikenleriyle kaplı
neresinden tutunsam elime batıyor
elimi kurtarsam kolumu,
kolumu kurtarsam sırtımı
sırtımı çeksem paçalarımdan kapıyor
ya delik deşik olucam ya da balçığa batıcam
başka bi çıkışı yok bu yolun
hadi ver kararını bakalım..
bi şekilde çıksam burdan
yüreğim saplanıp kalıyor
nereye gitsem
peşimde kan davalı düşünceler
atlı gibi kovalıyor
kaçmak sürgüne doğru her gece
yoruluyorum..
yüreğim gelse benle keşke
düşünceler kalsa orda
dikenlere takılıp
çamurun en dibine batsa
yer yarılsa, içine düşse, kaybolsa hepsi..
sonrası bir hiç, koskocaman hem de
huzur verici bir boşlık kafamın içinde
sadece çınlamasız bir zihin sesi
ve karın boşluğumdan verdiğim nefes
bronşlarımı okşarkenki o güzel heves
gevşemiş mide kaslarından çıkan ses
yıllar sonra ilk defa bi bebek gibi
derin bi uykuya daldıracak ninni gibi
masal gibi..
mis gibi..

Ulaş Tuzak







12 Kasım 2014 Çarşamba

mey alaka

rakıyı suyla viskiyi buzla votkayı enerji ile içiyoruz da
neden aşkı hep sek içmeyi tercih ediyoruz acaba?
belki de bu yüzden yürüyemedim sarhoşluğumdan,
belki de bu yüzden midem bulandı kustum hep sokaklara..
aşkın sarhoşluğunda buldum kafayı her seferinde iyice,
nedense hep dibine kadar girmek istedim şişenin,
dibindeki o büyük sırrı keşfetmek istedim..
nasıl bir şanssa büyük boy şişeler kondu masama
ve çoktan çatlamıştı tüm kadehlerim.
fena kaybetmiştim kendimi
fena dağıttım şişeyi kafama dikince..
ne yaptığımın farkında değildim çünkü
hiçbir içkinin veremeyeceği kafayı yaşıyordum
hiçbir depremin kıramayacağı fayda sallanıyordum
Hiçbir aşçı bu tadın kıvamını tutturamazdı damağımda
Acayip uçmuş pilot hatta astronot olmuştum
Aya ilk bağdaş kuran olup marsta anasonu bulmuştum
Venüste şehvetten şarap yapıp uranüste zevkle içmiş
Jupiterde salıncak kurup satürnün çemberinden kayarak geçmiştim
Güneşin alevleri titremişti nefesimden
Alkol kokusu beyaz ışığı yedi doğal renge kırmıştı
Gökkuşağının üzerinden taklalar atarak yuvarlandım
Samanyolunun yörüngesi değişti korkudan
Diğer galaksiler karadeliğe doğru kaçmaya başladılar
az daha tanrı olduğunu ilân edecektim utanmadan
şeytan bile ibadete başlamıştı önümde
secdeye varıp af diliyordu panik içinde
gözlerim kan çanağı yüreğim feryat figan
tek hissettiğim içimde özgürce çırpınan bir kelebeğin
benekli kanatlarının oluşturduğu hava akımı serinliği
nasıl da yılan gibi kıvrılıyordu üzerimde bedeni
asıl karadeliğin ta kendisiydi onun gözleri
önce beni içine çekip kaybeden
sonra sırra kadem basıp giden sevgili
yok ettin beni
yeni bi big bang olana kadar
sadece sen durucaksın yok olan benim içimde
ve ben saklanıcam var olan senin içinde
Tanrı affetsin bizi bunun için de..
şişem de boş artık kafam ve yüreğim gibi
zamanım da boş, yatağım ve kucağım gibi
evim de odam da boş çekmeceler gibi
ellerim bomboş yüreğimde bir sızı
ateşe atılmış bir demir gibi
demir attım yalnızlığa
Hoş, kalabalık da boş ya neyse
boğazları boş, cepleri ve hayalleri gibi
bakanları bile ayrı bi boş bakıyor
boş beleş yaşayıp yine de
fazladan bi boşluk arıyor gözleri
bulduğu yere konacak
bulamazsa kesecek ağaçları
Neye kafa yoruyorum ben bu saatte?
önce ben kimim bi şunu çöz hele
bana adımı söyle bakalım
yaşım kaç nereliyim neciyim?
anam babam kim hangi köyden?
sınıfım ne bu toplum içinde?
sıfatım ne zamirim ne zarfım ne?
kaç kuruşluk insanım ben be?
değerim ne ki acaba nasıl ölçülsün?
kime hizmet ediyorum amacım ne benim?
kafamda boz tilkiler sürüyle fikrim ne benim?
dilime şarkılar dolanıyor zikrim ne benim?
aklımda sorular bulanıyor
midem de yine bulanıyor
bi nane limon ya da kekik çayı mı demlesem
belki de bi sade soda daha iyi gelir
acaba hangisi nabza göre şerbeti iyi verir?
kim bilir..


Halikarnas Şarapçısı



5 Ekim 2014 Pazar

Bodrum'da Bir Geceyarısı

Bayram gecesi başlayan ve akabinde devam eden esrarengiz karşılaşmamızda kadına iyice ısındım ve onu çözmeye başladım. Ateşli, heyecan dolu ve her kadının içinde barınan hassas bir kalbi vardı. Bazen gerçeği her şeyin üstünde tuttuğu için tedbirli, soğukkanlılıktan bihaber, hayatta uyulması gereken bazı kurallara köhne inançlar gözüyle bakan biriydi. Ara sıra da ruhu şahlanmış kimseler gibi kendi çıkarımlarıyla övünüp avunan hali gözüme çarpıyordu. Yine de bu durum ona ayrı bir çekicilik katıyordu. Düşünmeye, gerçeği aramaya, sorunların nedenlerini irdelemeye meyilli tavrında kendimi görür gibi oldum. Bu yüzden bir an bile ukalalık eden biri gibi gelmedi bana. Biraz da çocukça edalarına hayran kaldım sanırım. İşin en garibi, ilk defa bir kadının yüzüne baktıkça cazibesine kapıldım, güzelliğinin yaratığı akımda sürüklendim gittim. Bu kadınlıkla çocukluk arasındaki ince çizgi henüz belirginleşmemiş yüze, taptaze bir saflıkla arzularına karşı sarsılmaz bir inancın ışığı vuruyor, manevi bir güzellik veriyordu. O anlarda yüzeysel, savruk bir bakışın kavrayamadığı bu güzellik insanı ağır ağır etkisi altına almaya başlıyordu. Babasının onun üstüne bu kadar titremesini ve dünyadaki diğer bütün erkeklerden onu kıskanmasının nedenini ve tüm varlığıyla ona bağlanmasını şimdi daha iyi anlayabiliyordum.
Her şeye uzun uzadıya kafa yormayı sevmem bu yüzden karşımda benim adıma düşünüp çarpıcı, pratik sonuçlar çıkarabilen insanlara bayılırım. Özellikle de bunu yapan bir kadınsa ve böyle bir güzelliğe sahipse, ona aşık olmamaktan başka çarem kalmaz. Bu kadın, şimdiden benim için ruhumu yöneten bir güç, düşüncelerimde bir otorite gibi bir şey olmuştu. Oldum olası kalbi kalbimden duygulu, kafası kafamdan mantıklı ve ruhu soylu olan her insana taparcasına hayran kalırdım. Kadın da bana duyduğu yakınlık çerçevesinde dünyasını bana açtı. Üstelik benim iradem karşısında kat kat kuvvetli ve ateşli bir iradeye sahipti. Kendimden daha üstün olan bir iradeye hemen bağlanabiliyorum, bu benim en zayıf yönümdü maalesef. İlişkilerimin başlangıcında daha farkında olmadan hep bu özelliğimden yararlanıyordu kadınlar. Bir süre sonra bu fark edilince, ya kendi iradeleri kaybolup beni taşıyamaz oluyorlardı ya da beni kendi üstlerinde bir ağırlık olarak görüp sırtlarından atmak istiyorlardı. Oysa, bir erkeğin de kadın gibi sırtını dayayabileceği, güçlü bir iradeye ihtiyaç duyabileceği hiçbirinin aklına gelmiyordu. En azından düne kadar öyle düşünüyordum. Bu kadının diğerlerine göre bariz bir üstünlüğü vardı. Bir kere çocuk görünümünde bir kadındı ve uzun yıllar da bu taze görünümüne sahip olacaktı. Çocukluk hali, parlak zekası, diğer yandan fazla ön ve kesin yargılara sahip olmayışı, benim mizacıma daha uygun geliyordu. Bu esneklik bizi birbirimize doğru çekiyor, çektikçe eğdiriyordu. Baş başa verip konuşmaya başladığımızda siyasetten tutun da oyunlara, oyuncaklara kadar varan bir sohbet bizi dış dünyadan soyutlamıştı. Ara sıra terslemeye benzer çıkışları ve zıt açıklamalarından mazoşistçe zevk aldığımı itiraf etmeliyim, çünkü böylesine bir muhabbeti bu seviyede ilerletebilmek her kadının harcı değildir. Kendimi bu kadının yanında diğerlerinden daha çok rahat ve keyifli hissediyordum nedense, sanırım bunun en önemli cevabı farklı üstünlüklerimizin birbirimize hissettirdiği denklik oluyordu.

Halikarnas Şarapçısı

23 Eylül 2014 Salı

Kadın - 11 - AŞK

Sana yazmanın derin sancısını yaşıyorum. “neden?” diyeceksin beklide. İçimde büyüttüğüm çocuğa dokunuyorsun. Benim için büyük anlamlar ifade den çocuğa; aşka, aşık olmaya.. Yağmur yağdığında uslandığım ve rüzgarda tenime dokunan o büyüye.. Kollarında çocuklaşmaktı ve gözyaşlarımı omuzlarına bırakmak, geceyi gündüzüme karıştıran aşkınla avunmaktı hayalim. O adam, ona kurduğum tan ağrısındaki düşlerim ve onu arzulayan hevesimdi. Hiçbir zaman elimi uzatamadığım bir eli tutmak, dokunamadığım bir tene dokunmak, aşk.. ve gözlerine mahkum olduğum sevgili.. Cesur yüreğinin altında yatan utangaçlığı ve dudaklarının arasından çıkan tatlı gülüşü.. İnsan bir kere aşık olur desem.. inanır mısın buna? “Deli” der misin bana? De öyleyse..
Bir kere yanılır ve bir kere ölünür aşk için aşka aşık değilsen eğer. Mecnun ve Leyla’dır aşk, Tahir ve Zühre.. Sevdasına sakladığı dudaklarıdır bir kadının çeyizi. Muhafazakar mı diyorsun? Oysa iki bedenle birleşmektir kutsallığı. Benim kutsalım, ibadetimdir ve günahımdır. Benim aşkım kimseninkine benzemediğinde aşktır. Herkes gibi yaşıyorsam alınırım ben aşka. Bir de ne var biliyor musun? Kusurlarıyla sevebilmektir aşk. Söylemesi de yazması da ne kadar kolay değil mi? Kaç kişi sevebilir kusuruyla? “seni sen olduğun için seviyorum, umurumda bile değil kimin ne dediği.. ister dünyanın en çirkin adamı ol, isterse en fakiri! Seni seviyorum” demek ne zor..
Bir türkü vardır ya hani, ben onu yağmur yağdığında, elimde bir fincan çay (teyipten dinlerim ama) güzelliğin beş para etmez bu bendeki aşk olmasa. Ama unutmuşlar değil mi? Zekan olmasa da deselerdi.. ben de saçmalıyorum galiba, türkü olmazdı o zaman. Ben hiç aşık olmadım sanırım. Bunu itiraf etmek zor belki ama korkmuyorum. Aşk için bir kere ölür insan. Dünyanın en büyük cesareti ne biliyor musun? Aşk, aşk ve yine aşk. Ama aşkı da her yürek sindiremez. Üzülüyor insan şimdi bakınca yaşananlara. Eskiden, bazen bize komik gelen bir filmin başrol oyuncusu olmak isterdim ve o zamanlarda yaşamayı..
Sana bu mektubu yazarken bazen ağladım, bazen güldüm, utandım sonra. Kolay değil bu satırları yazmak inan bana. Çünkü beni ilgilendirir ve bana saklıdır hayallerim.. İstediğim zaman ve istediğim insanla paylaşırım duygularımı. İstediğim insana söylerim türkümü ve şu an paylaşmak istediğim için anlatıyorum. Benim hayatımda henüz resmi olarak adını koyamadığım Sevgili Ulaş;
Aşk, aslında birinin yüreğine üflenen küçük bir melodidir. Ölümden bile daha az korkabilmektir onu kaybetmektense eğer. Aşk, “yaşamak ne kadar güzelmiş meğer” diyebilmektir. Böyle bir öykü işte benim sana olan aşkım. Okuduğun için sonsuz kere teşekkür ediyorum sana. Kendine iyi bak Ulaş..

Sevgiler..
Kadın

Kadın -10 - ŞEHVET

Selam Ulaş,

Gerçek şu ki kalemi elime alınca, aslında nasılda zor bir görevle karşı karşıya kaldığımı anlamış bulunmaktayım ve seni bunun için cezalandırabilirim. Mektup yazmak hem de daha henüz tanıma şansı bulamadığın bir insana. (iç sesim: hele ki bu insanın gözleri sana dünyayı unutturuyorken) Ama yine de sözlerimin arkasındayım, içimden ne geliyorsa onu yazıcam. Mesela bir giriş, sonra gelişme ve bir sonuçla bağlamayı düşünüyorum bunları da 
Ahh! Teknoloji nasıl da mahkum etmiş bizi kendine, şimdi daha iyi anlıyorum efendim, zor zor, zor, çok zor bir iş bu yazmak.
Şimdi sana kendimden mi bahsedeyim önce yoksa tatlı bir beyefendiden mi? (bu tatlı beyefendi sen oluyorsun) geçen gün konuşurken, hiç kimseye olmadığım kadar ki bunda senin samimiyetinin çok fazla önemi var, kendimden kimseye bahsetmediğim kadar bahsettim sanırım. Ha insanların birbirlerini tanımaları bir ömür alırken tabiî ki birkaç satırda kendini anlatmak ya da karşındakini tanımak ya da anladığını iddia etmek saçmalık olur ama yine de sana yazdıklarımda çok samimiydim bunu bilmeni isterim.
Gelelim sana, ayyy sen ne tatlı, ne yakışıklı, ne yeme de yanında yatlık bir adamsın! (dipnot: hiç korkmadan ve aman ne düşünür diye düşünmeden yazıyorum bunları, unutma olur mu?) konuya dönersek şuan sadece gözlerini bağlayıp ellerini hareket ettiremeyeceğin şekilde arkadan birleştirip karşına geçerek dudaklarına, sadece dudaklarına saatlerimi verebilirim. Tadını çıkara çıkara, nefesini içime çeke çeke dudaklarına doymak istiyorum, hem de çok! Ne hoş olurdu ahh.. hayal etmesi bile ne hoş, gülümsüyorum ve heyecanlanıyorum aklıma her geldiğinde. İnanılmaz bir duygu bu ve bunu bana hissettirdiğin için sana kölelik yapabilirim bayım. Çünkü gerçekten daha önce de anlattığım gibi aslında insanlara karşı öfke beslemekteyim, kimsenin beni hak etmediğini düşünürüm ve yanıma bile yaklaştırmam. Öfkeli olmamın nedeni uzun, bunu burada anlatmama gerek yok zaten sen çok akıllı bir adamsın, ne kadar zeki olduğun konuşurken anlaşılıyor. (iç sesim: umarım beni aptal bulmuyordur ve samimiyetime güveniyordur ki ben olsam benim gibi birine aptal derdim)
Mmm.. Öyle işte, seni tanımayı çok istiyorum işin gerçeği.. nasıl oldu ben de bilmiyorum ama evet görmeden, sesini duymadan ve sana dokunmadan seni yaşayabiliyorum, hissedebiliyorum, bu çok hoş ve çok ilginç. Tuhaf bir girişin var hayatıma, 15 gün öncesine kadar varlığından bile haberdar değildin. (ki çok büyük bir kayıpmış) Bana hep benim dışımda bilmediğim milyonlarca hayat olduğu düşüncesi garip gelmiştir ama benim sevdiğim hayatların olabileceği düşüncesi de çok çok acayip.
Tanımadığım, neler yaşadığını bilmediğim, aç mı tok mu? zengin mi fakir mi? çirkin mi güzel mi? milyonlarca insan.. ve aniden o hayatlardan birinin karşıma çıkması. Maalesef önceni bilme imkanım yok, tiyatroyla ilgilendiğini biliyorum sadece ama bunun dışında ne yaparsın, ne yer ne içersin? Neye kızarsın, seni, ne mutlu eder, ne üzer? Hayata bakışın daha nasıldır? Hangi takımı tutarsın mesela? (dipnot: en büyük cimbom) ailen, arkadaşların ve koskoca tanımadığım bir sen!
Ahh! Ne de güzel incelenirsin, ele alınırsın kimbilir.. Yanında olup gözlerini izleyebilirim günlerce, çok tatlı ama naapim, insanın elinde değil, seni böyle dolu dolu sevesi geliyor, her hücreni her damarını, hayatın sende bıraktığı her izi bilmek istiyorum. Bak şimdi ya, moralim bozuldu, bi de off çektim üstelik. Hissettiklerimi de anlatıyorum sana bu arada, çay içiyorum.. sana da ikram etmek isterdim bayım, keşke yanında olabilseydim..
Neyse ondansonracığıma, girişte miyim? Gelişmede miyim? Sonuçta mıyım? Bilmiyorum hiçte dönüp yazdıklarıma bakmıyorum çünkü yazdıklarımın hepsi o an içimden geçenler, hayat ta bu zaten an meselesi..
Mmm.. o zaman biraz da kendimden bahsedeyim, az ama.. Müzik vazgeçilmezimdir, müzik olan yerde her şeyi yapabilirim. Bana güç veriyor, olmazsa olmazım yani ve tiyatro ile onbir yıldır aralıksız ilgileniyorum. Heyecan verici her şey güzeldir ve bence tiyatro sadece verdiği heyecandan dolayı bile dünyanın en keyifli işidir, çok büyük keyif!! Radyoda reklamları ve jingle seslendiriyorum, bir ara program sunucusuydum ama artık zamanım yok bu işlere, uyumaya bile zaman bulamıyorum, oysa tembellik yapmaya bayılıyorum. Yemek yapmayı biliyorum amaa çok güzel kabak tatlısı yaparım, benden iyi yapanı yoktur yazık ki onu da seven yok, yani harcanıyorum.. : )) sana yapabilirim yap de hemen..
Evet efendim, böyle işte.. dışarıdan görenler beni hep ukala, kendini beğenmiş, havalı görürler ve pek yaklaşamazlar öekinirler, ama tam aksine fazlasıyla alçak gönüllü, sıcakkanlı bir insanım. Zenginliği sevmiyorum, lüks yaşam tarzı beni kasıyor, tercihim pizzayı çatal bıçakla değil de elimle yemekten yanadır. Zaten hiçbir pizza reklamında çatal bıçak kullanıldığını da görmedim, eh işte bizim insanların da sınıf atlama yöntemleri de bunlar, saçma çok saçma işte!
Bir erkek arkadaşım vardı, (eski erkek arkadaşım) seni ailemle tanıştırmak istiyorum ama çok çekiniyorum, bizler sıradan insanlarız demişti, acaba beni ne olarak görüyordu çok merak ediyorum.. yer sofrası benim için en zevkli sofradır mesela ama bunu anlatamıyorsun insanlara, seni direk görünüşünle yargılıyorlar. O kadar salaş eşyanın önemli olmadığı bir hayat biçimi için canımı verebilirim oysa aman bak şimdi konu nerelere gelmiş : ))
Böyle bir insanım işte, sana sulanıyor olmam asla yanlış anlaşılmasın bayım, hayatımda bir ilke imza atmış bulunuyorum sayenizde. (iç sesim: ahh! İmzaların en mükemmeli, sana tapıyorum, önünde diz çöküp hayatımım her anını anlatmak ve senin her saniyeni dinlemeyi o kadar çok arzuluyorum ki, ah be adam nasıl da bir şekilde karşılaşıyor insanlar, sana deliler gibi aşık oldum galiba) o güzel gözlerine baka baka, kokunu içime çeke çeke saatlerce uyuyabilirim. Terinin kokusunda bile bunu istiyorum bunu bil, eminim dünyanın en güzel parfümlerine değişmeyeceğim bir kokun var ve o kokuyu tenimde istiyorum. Acayip bir huzur var sende beni içine hapseden, mmm, mis miss.. neyse bu kadar yeter, ayıpla bana susiyim: ))
Eh sanırım tanımadığım bir adama yazabileceğim haddinden fazla şeyi yazdığımı düşünüyorum ve seninle bir şekilde bir yerlerde buluşabilmeyi umut ediyorum. Sanırım sana son cümlelerimi kurucam birazdan ve bu cümleleri kurarken hasretle gözlerinden öpmeyeceğim. Arzuyla, o muhteşem gözlerinin içine bakarak, dudaklarımı dudaklarında doyurma hevesiyle, saatlerce, günlerce öpüşebilme dileğiyle efendim..
Son not: sadomazoşistlik iyidir emin ol, keyif alacağın şeyler yapabilirim, korkma sakın! Dudaklarını ve kokunu bana bağışla noolur.. heyecan ve sabırsızlıkla o günün gelmesini bekliyor olacağım.. beni unutma!

Kadın

21 Eylül 2014 Pazar

Kadın - 9

Aile baskısından bunalıp da evden kaçmayı planlayan sıradan kızlardan bitanesiydi o da. Sonuç da otuzuna yaklaşmış genç bi kadın olmuştu. Bu yaştan sonra ailesine hesap mı verecekti. İşi gücü vardı, gayet de bir ev kiralayıp yeni bi düzen kurabilirdi. Hem ona yardım edebilecek bi erkek arkadaşı da vardı nihayet. Bu fikrini erkek arkadaşınla paylaşınca, adam hiç tereddüt etmeden kendi evinde kalabileceğini söyledi, mademki sevgiliyiz aynı evde yaşayabiliriz üstelik ailene rest de çektiysen hiç bi problemimiz yok demektir.. öyle ama tamamen bağlarımı kopartmadım ki.. arada sırada evime ziyarete gelirler, hele annem hiç dayanamaz mutlaka gelir bisüre sonra, temizlik yapar, yemek yapar.. tamam işte buraya gelsin, rahatlıkla kendi evin diye söyleyebilirsin burayı, o geldiğinde ben arkadaşlarda kalırım olmaz mı? Biraz tereddütte kaldı, hık mık etti, içten içe böyle bir teklifle karşılaştığı için çok mutlu olmuştu ama bunu belli etmeden düşünür gibi yaptı. Bilmem ki, gerçekten böyle mi düşünüyosun? Senin rahatını kaçırmak, düzenini bozmak istemem. Çünkü onlara belli olmaz zırt pırt geliverirler yine.. olsun be güzelim, senin o tatlı canın sağ olsun, ben senin için dışarıda bile yatarım. Yeterki sen başını sıcak düzgün bi eve sok. haftada bigün bile senin o sıcacık koynuna girip yatsam bütün yorgunluğum, sıkıntım geçer gider. Peki öyleyse, bi deneyelim en azından. Ama çok rahatsız olursak ayrı bi eve çıkarım ona göre, şimdiden peşin peşin söyleyim. Sonra yok bırakmam seni falan filan tartışmak istemiyorum.. ama ben alışırsam sana ya? Öyleyse hiç gelmeyeyim, bulurum iki güne ucuz yollu uygun bi yer.. ama bebeğim.. tamam sevgilim, ne zaman kaçırıyosun beni? Bu sabah gün ağarmadan bohçanı kap gel, sokağın başında bekliyor olucam.. o ne be öyle türk filmleri gibi.. film tadında olsun işte bitanem.. anladık iyi yazarsın biraz da oyunculuğunu geliştirmen gerek ama.. Amerikan tarzı mı seviyosun sen güzelim? Evet kuzum, aynen öyle seviyorum.. ben de seni seviyom be havalı kuzum benim, o zaman hemen şimdi kaçırıyorum seni baby, hoopp!
Adam, kadını belinden tutar tutmaz kucağına alıverdi. Doğru arabasına götürüp arka koltuğa fırlattı kadını. Gerçek bir rehine gibi davranmıştı kadına ve bu haşin hareketi kadının oldukça hoşuna gitmişti. Evinin önüne çekti, inip kadının kapısını açtı, tekrar kucakladı kadını ve eve çıkardı. Evine hoş geldin madam, istediğin gibi takılabilirsin, ben bi duş alıyorum, istersen bana eşlik edebilirsin. Ben biraz uzanıcam burda sevgilim..
Duş dediği yarım saatlik banyoya dönüşmüştü adamın. Kadın adamı beklerken uyuyuvermişti. Ne kadar rahatlamıştı içi birden hemen o rahatlıkla vücudundaki tüm kaslar gevşemiş, kendini salıvermişti. Yatağının üzerinde masum bir kız çocuğu gibi mışıl mışıl uyuyan kadını gören adam, yanağına iki buse kondurdu, yanına yarıçıplak havluyla sarılı bedeniyle uzandı, arkasından beline sarıldı, boynundan da iki üç kez öptü, ensesine düşen melisa kokulu kumral saçlarını kokladı, ciğerlerine kadar çekti kadını adeta.. içi gıdıklanan kadın uyanır gibi oldu, adama doğru döndü. Adam kendini tutamadı, bu kez o pembe dolgun dudaklarına dudaklarını değdirdi. Soluk alış verişi hızlandı, çıplak bedenine ateş parçaları yayıldı birden. Kadın, yüzüne çarpan sıcak nefes ile gözlerini açtı, karşısında kendinden geçmek üzere olan ve kendisine odaklanmış bir çift göz görünce önce ürperdi, sonra görüş açısını genişletti, eliyle adamın kafasını okşadı ve gülümsedi. Sıhatler olsun erkeğim, mis gibi kokmuşsun. Senin kadar mis olamam bebeğim, senin kadar güzel, senin kadar yumuşak, senin kadar muhteşem, aman tanrım! Sen nesin böyle..
Deliler gibi seviştikten sonra derin bi uyku çektiler. Uyandıklarında sanki çok uzun süredir aynı evde yaşayan karı kocadan farksızdı tavırları. Kadın gidip duşunu aldı, adam kendini toparlayıp salona geçti. Boxer don vardı üzerinde sadece. Suyu ısıtıp iki büyük bardak sütlü kahve yaptı. Kadın da vücudunu ve saçlarını havluya sarmış şekilde gelip salondaki masaya oturdu. Kahvelerini birbirlerine gülümseyerek içtiler. Gerçekten de yaşananlar üzerine konuşmak istemiyor gibi görünüyorlardı. Kahveler yarım kaldı, kadın adamın kucağına zıpladı, sonra kucağında zıplamaya başladı ve uzun süre bu ritüeli tekrar etti. Birkaç kez ardı ardına çığlıklar attı ve tatmin sınırına ulaştı. Bu andan itibaren bir utangaçlığa büründü, yanakları kızardı, bir kutu allık sürse bu kadar anca olurdu. Alelacele olmasa da üzerini giyindi kadın. Adamın sorduğu ya da sormaya çalıştığı suallere karşılık vermiyor, söylediklerini duymazlıktan geliyordu. Adam ayağa kalkıp üzerine doğru yürüdü, napıyorsun sen? Neyin var? Ne oluyor sana?.. hiiç.. nası hiiç! Korkuyorum işte, korkuyorum! Neyden kimden korkuyosun? Bilmiyorum, ilk defa böyle bir şey yapıyorum, yani çok alışkın olduğum bir durum değil bu, biliyosun ki.. tamam sevgilim, tamam şşş…
Adam, kadını bir süre sımsıkı sardı, sarıldı, öptü, okşadı, güzel sözler söyledi. Onu rahatlatmaya çalıştı. İstersen balkona çıkıp biraz hava alalım. Ama benim eve gitmem lazım.. eve mi? Evden kaçırmadım mı ben seni? Niye karar değiştiriyorsun şimdi? Karar değiştirmiyorum, eve durumu bildirip eşyalarımı toplayacağım. Sonra da gelicem işte.. bu akşam gelir misin? yok, bu akşam son kez kalayım, kesin tartışma yaşarız biraz, uzar gider konuşmalarımız belki de sabahı bile bulur. Pekala sen öyle diyorsan ama ters bişey olursa mutlaka haber ver, hemen gelir alırım seni.. tamam sevgilim, çok sağol, iyiki varsın.. biliyormusun yavrum? Neyi bitanem? Sen de iyi ki varsın, melisa çiçeğim..

Halikarnas Şarapçısı

20 Eylül 2014 Cumartesi

Ege'ye Kış Geliyor



Hava daha erken kararıyor
Deniz deli gibi kabarıyor
Martılar uzaklara göç ediyor
Kış geliyor artık egeye

Mandalinalar sararıyor
Ayvalar sulanıyor
Nar kıpkırmızı kanıyor
Kış geliyor artık egeye

Dost bildiğin gidiyor
Rodos seferi bitiyor
Lodos bile üşütüyor
Kış geliyor artık egeye

Gönlümün telaşı bitiyor
Aşkımın ateşi düşüyor
Güneşin batışı söylüyor
Kış geliyor artık egeye

Halikarnas Şarapçısı



18 Eylül 2014 Perşembe

Kadın - 8

Kadın genç yaşta dul kaldığı yetmiyormuş gibi üstüne üstlük işinden de olmuştu. Var mıydı başka çaresi? Varacaktı o son kullanma tarihi geçmiş herife. Artık koca mı derdi, dede mi yoksa moruk mu? Ona daha sonra karar verirdi elbet, şimdi daha önemli bir mesele vardı, o canlı cenazenin yatağına, koynuna girmek; onunla aynı mezara girmek gibi bişeydi bu. Bunu düşündükçe geri adım atıyordu bu karardan. Diğer taraftan da, ne zaman kararından vazgeçecek olsa içinde bulunduğu çaresizliği düşünüyor, adamın bir ayağı çukurda durumuna umut bağlıyor, -amaaaaann! deyip yine yaşlı herifle evlenme fikrini onaylıyordu.
Nihayetinde saray düğünü sayılabilecek bir balo salonunda nikahı kıyıldı. Daha ne isterdi bi kadın? Hem de böylesine çapulcu haldeyken, asilzadelere gelin olmak.. bir seneye kalmaz bu adamı öbür tarafa postalarız zaten, sonra vur patlasın çal oynasın.. yahu bu adamın çoluğu çocuğu da yok, kimsesiz nasıl zengin olmuş bu kadar? Etrafında sürekli pörsümüş dostları, yıllanmış arkadaşları, paralı işçileri, dalkavukları.. kalmış dededen babadan işte. iyi de o kime bırakacak bu kadar malı? Ondan çocuk yapma düşüncesi bile midesini bulandırdı. Ee kardeş kardeş durmak için mi evleniyordu adam sanki.. ne bileyim ben, içer içer yatarız artık napalım. Bu da orospuluğun bi çeşidi sonuçta. Hem insan bi kere düştü mü alışıveriyor her duruma. Alışmayacak da napacak? Alışmış kudurmuştan beter derler, eyvahlarım olsun! Ne var be, ben de erkek gibi yaşayacağım bundan sonra, canımın istediğiyle sevişip, canımın istediği yere gideceğim. Paşa gönlüm ne istiyorsa onu yapıcam, artık her şeyi yapabilecek kadar param, imkanım var. Bu moruk güzel bi gece için bi dediğimi iki etmez nasılsa. Ay kocacım şunu istiyorum, ay kocacım bunu istiyorum, ay kocacım falan ay kocacım filan.. bıktırır mıyım ki? Amaaann! Çok da fifi.. bıkarsa ben de başka zengin bi moruk bulurum hahayyt.. nasıl olsa alıştık bi kere orospuluğa.. kadın milleti bi kere geçti mi bu yoldan gerisi önemli değil nasılsa..
Misafirler gidince artık baş başa kalma zamanı gelip çatmıştı. İhtişamla süslenmiş, güllerle donatılmış, en pahalı şaraplarla cezp edilmiş büyülü bir mahzen gibi hazırlanmış odalarına çıktılar. Moruk pis pis gülerek kadına yaklaştı. Kadın bir adım bile atmadan bekledi, gözlerini kıstı, kapadı. Vücudunda örümcek gibi dolaşan parmakları hissetti, kasıldı. Yanağına şapırtılı bir öpücük değince kendini geri çekti, önce biraz şarap içelim kocacım..
Herif hiç istifini bozmadı, hay hay karıcım.. pis pis sırıtmasıyla beraber şarabı kadehlere doldurdu ve kadına uzattı. Kadehini tokuşturmaya hazırlanan adam daha ne olduğunu anlamadan kadın boş kadehi uzattı, bi tane daha kocacım.. şaşkınlığını hoşuna gitmiş gibi bir ifadeyle gizlemeye çalışan adam, hay hay karıcım.. diyerek kadının boş kadehini doldurdu ve ona uzattı. Bu kez şerefine kaldırmışlardı, ama neyin şerefine? Yaşlı adam bir yudum alıp kadehini masanın üzerine koydu, kadın yine boş kadehini uzattı, bir tane daha alabilir miyim kocacım? Biraz ara ver ama güzel karıcım, seni biraz sevmek, öpüp koklamak istiyorum..
Bunun için bana biraz daha şarap vermelisin seni yaşlı kurt.. bunu söylerken çakırkeyf olduğu anlaşılıyordu, hem yaşlı kurt deyimi de moruğun hoşuna gitmişti. Yüzündeki aynı ifadeyi takınarak kadının kadehini doldurdu ve ona uzattı. Hadi bakalım karıcım bu güzel yuvamıza içelim, arkasını dönüp masadaki kadehine uzandı, tekrar kadına döndüğünde kadının elindeki boş kadehi gördü. Bu kez yüzündeki o zoraki sevimli ifade tamamen kayboldu. Bunu niye yapıyorsun, anlamıyorum. Mutlu değil misin? canın bişeye mi sıkkın, anlatabilirsin şimdi lütfen.. belki bir kadeh şarap daha içersem anlatabilirim.. aaa yeter ama! Yetmeeezzz.. bir kadeh daha seni pis moruk.. artık iyice zıvanadan çıkmaya başlamış, dilini kontrol edemez olmuştu. İçinde ne varsa dışarı, bir hışımla dışarı fırlamaya müsaitti. Kontrol mekanizması, irade devre dışı kalmıştı. Hadi bana şarap koy alçak herif, beni kandırıp yatağa atma peşindesin değil mi? Sanki benim seninle neden evlendiğimi bilmiyorsun, hadi ordan.. ne kurnaz hergelesin sen.. seninle sevişmek istemiyorum anlıyor musun, lütfen dışarı çıkar mısın, başka odada yat sen..
Yaşlı adam dehşet içinde bakıyordu kadına, demek, demek öyle.. şaşkınlıktan dili tutulmuş, ne diyeceğini bilemiyordu, sinirinden eli kolu titremeye başlamıştı. yüz kasları kontrolsüzce hareket ediyor, tikleri meydana çıkıyordu. Boğazı düğümlendi, göğsü sıkıştı, nefesi daraldı, alnından soğuk terler akmaya, sırtına dikenli oklar batmaya başladı. Giderek beli büküldü, dizleri kıvrıldı, tiyatro sahnesinde shakespeare trajedisi oynayan baş aktör gibi yavaş hareketlerle yere yığıldı. Kadın bir düş görüyormuş gibi izledi adamın yerdeki son çırpınışlarını. Kadına doğru uzattığı yardım isteyen eli, kendi üzerine düşünce çırpınışları durdu, gözleri pörtledi, bakışları tavana sabitlendi, çenesi düştü ağzı sonuna kadar açıldı.. göğsü inip kalkmıyordu artık, kadın o sarhoş halinde gülmeye başladı. Yaşasıııın moruktan kurtuldum..
Kalktı, bir şişe şarap daha açtı, hem yaşlı adamın hem de kendi kadehine doldurdu. Kadehleri birbirine vurdu ve senin şerefine pis moruk! diyerek tek seferde bitirdi yine.. şimdi bu adam uykusunda kalp krizinden gitti desinler diye onu sürükleyip yatağa yatırdı. Sabah olunca çığlığı basacak, aşçı uşak hizmetçi bahçıvan şöför evde kim varsa başına toplayacak, bu işten tereyağından kıl çeker gibi kurtulacaktı. Bu sinsice planı kurarak kendisi de koltuğun üzerinde sızıp kaldı. Bakalım sabah neler olacaktı..

Halikarnas Şarapçısı

12 Eylül 2014 Cuma

Kadın - 7


Uyandığında saat 10a geliyordu. Öğleden önce ararım demişti adam. lavabosu, giyinmesi, çıkması yarım saati geçmemişti. Tam takır kuru bakır buzdolabının yanından geçerken sadece yarım paket sütten bir bardak koyup içmişti. Köşe başındaki büfeden gazetesini aldı. CHP’nin kongresinden falan bahsediyordu. Arka sayfaları çevirdi, Beşiktaş’ta yeni transfer Sosa sakatlanmış. Kıvırıp koltuk altına aldı, gelen dolmuşa bindi.. Yeni ayılıyor gibiydi. Dün geceki olayların bilinci, ağırlığı, gün ışığı ile bu kaynaşan kentin sokaklarıyla başlamıştı. Peki ne olacak şimdi? Hiç, ne olacak? İşe gideceksin, öğleden sonra adamla buluşacaksın, yemek yersiniz birlikte, kordonda kahvelerinizi içersiniz, akşam da birlikte adamın Alsancaktaki evine gidip.. Suç kimde peki? Onda mı? Bende mi? Ya da Tanrı da..
Akşam birlikte eve gideriz, önce telefon ederim bizim eve.. Havadan sudan biraz konuştuktan sonra gönül almış olurum hem.. Ne de sevinirler.. Sonra biz şaraplarımızı yeni kadehlerimize koyup yudumladıktan sonra..
Bornova’da indi. Ağır ağır yürümeye başladı. Bilmem ne Bank, kapitalin yeni adresi. Saat 11’e geliyordu, beş dakika falan var.. ya adam ararsa şimdi? Acaba önce ben mi arasam? Öğle arası ararım, yemekte daha rahat konuşuruz hem. Müsaitse o da gelir işte ne güzel birlikte yemek yeriz..
Üniversitenin giriş kapısına doğru yürürken, kapı çevresinde dolaşan polisleri gördü. Uyandığından beri sürüp giden sinsi bulantı, iç ezikliğine dönüşüverdi. Önemsememeğe çalıştığı bir çırpıntı başlamıştı içinde. Bir şeyler mi bekliyor bu herifler? Bunlara ne oluyor gene? Katanalar gibi besili, kocaman atlar üstündeki polisler ellerindeki uzun coplarla olduklarından daha yarma görünüyorlardı. Bir tane vursalar adama.. yada at çarpsa, tepse..? at tepmesi ne demek bilmezmişsin gibi.. köyde dayımın oğlunu tepmişti dağda, hem böyle miydi o? Uyuz çelimsiz bi eşekti. Yolunu değiştirdi, karşı kaldırıma geçti. İtiş kakış derken sen de düşürüverseler, ne fena olur.. hadi sakat kaldın durup dururken..
Küçükparka doğru, adamla ilk buluştukları akşamı hatırladı. Sonra kavgayla çekip gittiği günü.. o günün bile bir tadı vardı sanki. Şimdi ona bi telefon etseydim ama daha gelmemiştir. Toplantıdan sonra ararım. Hafta sonu demiştim ama sürpriz yapıp bu akşam gidelim diyicem evine. Çocuklar gibi sevinecek yine..
Üniversite bahçesine girerken saate baktı., onbire geliyordu. Kızlı oğlanlı kalabalık her günkü gibi akıp gidiyordu. Görünürde her hangi bir olağan üstülük yoktu. Niye olsun ki? Dün akşam mecliste ne kavgalar çıkmış. Herifler anayasayı çiğniyor. Çiğnerler, burası Türkiye! Dün kantinde bile çocukları epey hırpalamışlar, bize ne? demiş bir çoğu, çiğnenirse çiğnensin anayasa. Dersinize baksanıza siz! Hele hukuktaki ezgi diye kıza çok bozuluyorlardı. Züppe çıkışlarıyla öteden beri batarmış çocukların gözüne. Anne sevgisine bile karşı çıkarmış.. Anne sevgisi yok ki, anayasa sevgisi olsun orospuda. Hem ezgi bir değil ki, ana sevgisi olanın da hiç geri kalır yanı yok. Hastanenin önüne gelince bakındı, henüz tanıdık kimseye rastlamadı. Karşıdaki cam kanatlı büyük kapıdan girip çıkanlara bakınarak yavaş yavaş girdi içeri. İki yandaki koridorlar, merdiven başları, mermer direklerle çevrili loş orta boşlukta her zamanki gibi bütün katlardan yankılanan sesler uğulduyordu. Soldaki merdivene yönelmişti, tanıdık yüzlerle karşılaştı. Tıptan, iktisattan, hukuktan.. yanında pek de tanımadığı bir kalabalıkla Hakan da yukarı kattan iniyordu. Erkenden gelmişler demek. Kolunu biri tuttu kadının, döndü Hande idi. Kantinde tartışmalar oluyor, dedi. Sınıfları dolaşıp herkese haber verelim. Dersleri boykot ettirelim.. önce öğretim üyelerine söyleriz, derslere geç girsinler biraz..
Bu konular dün geceden beri konuşulmuştu. Nasıl olacaktı bu iş? Hepsinin yüzlerinde sararma vardı. Yalnız heyecan değil, üstüne gittikleri bir çekingenlik de söz konusuydu. Sınıflara doğru yola çıkınca yanlarına başkaları da katılmaya başladı. Bu atılım, bütün olumsuz duyguları gittikçe artan bir devinimle çiğneyip yok etmeye, yerine bir dayanışma sıcaklığı getirmeye yetmişti. Hukuk dersliğinde kürsüye çıkan kadının seslenmesiyle şaşkınlık içerisinde durup bakakaldı öğrenciler.
Arkadaşlar bugün dersleri boykot ediyoruz! Meclistekiler anayasayı çiğnediler! Memlekette hukuk mu kaldı ki hukuk okuyacaksınız? Gülenler, dalga geçenler oldu ama kadın paldır küldür konuşup boykota çağrıyı üstlendikçe şaşkın bir sessizlik yayılmaya başladı. Yanında kimlerin olduğunu bile bilmeden onbeş yirmi kişilik bir kalabalıkla bir başka anfiye daldılar.
Tebeşiri eline alınca yine heyecanlandı. Kızlı erkekli öğrenciler öyle kuşatmışlardı ki çevresini, kendini toparlayıp DERSLERE BOYKOT, ANAYASA ÇİĞNENDİ! yazdı.. bütün sınıf okuyordu yazıyı. Başka biri çıktı kürsüye, Anayasa çiğnendi protesto edeceğiz. Herkes aşağı insin arkadaşlar, heykelin önünde buluşucaz.. diye bağırdı..
Homurtular, alkışlayanlar, karşı çıkanlar, gülüp dalga geçenler.. Sınıftan çıkarlarken, arkasında belirsiz bir kaynaşma bırakmışlardı. Aralarına yeni katılanlar kocaman bir yığın olarak diğer yandaki sınıfa girdiler.
Tepkiler hep aynıydı, daha çok ilgisizlik hakimi. Bazı öğretim üyelerine başvurmuşlardı derslere girmemeleri için. Onların da bazıları katıldı bu eyleme, bazıları yanaşmadı. Kantine indiklerinde oldukça kalabalık bir grup olmuşlardı. Kadın yüksek bir yer eçıkıp ordan da seslendi öğrencilere,
- Arkadaşlar! Biliyorsunuz ki Anayasa çiğnendi.
- Bilmiyoruz!
- Bilmiyorsan öğren! Anayasayı çiğnediler, biz de protesto için derslere girmiyicez!
Yine her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Daha çok beklemek, gelen öğrencilerin de dağılmasına sebep olabilirdi. Hep birlikte bahçeye çıktılar, yaklaşık iki yüz kişi vardı. Tanımadıkları bir sürü yeni yüz vardı aralarında. Hande kadının peşinden ayrılmıyordu.
- bağımsızlık marşı söyleyicez arkadaşlar!
Bir kımıldama ve kaynaşma oldu. İstiklal marşı yükselmeye başladı arka saflardan..
- kooorkma sööönmeeez buuuu şafaaaakk..
söylemesi zor istiklal marşına çoğu yığınlarda olduğu gibi parça parça, herkes bir yanını söyler biçimde inceli kalınlı başlamışlardı. Kısılan, soluğu kesilen sesleriyle tam bir uyumsuzluk örneği vererek bitirmeye çalışıyorlardı. Nihayet bitirdiler.. sessiz yürüyüşe geçip ana binanın orta boşluğundan bahçedeki heykelin oraya vardıklarında yeni katılanlarla kalabalık bir orduya dönüşüvermişti. Konuşmalar başlıyordu ki, üniversitenin girişinden bi tane TOMA öğrencilerin üstüne doğru yürüdü. Tazyikli su sıkmaya başladı. Öğrenciler kaçıştılar. Anons geçildi; - Dağılın!
Öğrencilerde ilk şaşkınlığın yarattığı kaçışma durmuştu. Gaz bombalarının da bir etkisi olmamıştı. Kimse polisin gücüne inanmıyordu. Kaçışma sırasında kadının ayağına basmışlar, canı çok yanmıştı. Hande yine kolundan tutup çekti. – içeri gir en iyisi sen, kötü durumdasın.. diyordu. Kadın bütün gücüyle çekip aldı kolunu ve Handeyi tersleyerek – bırak bee! diye bağırdı.
Birkaç erkek öğrenci polislere doğru yürüyerek bağırdılar, diğerleri de yüreklenmişti. Bağrışmalar başladı. – çıkın buradan faşistler! - Mustafaaa Kemaliiin as-ker-leri-yiz!
Polisler daha da sert müdahalelere başlamış, orantısız güç kullanmışlardı. Dağılın ulan, hadi herkes işine gücüne.. diyerek tazyikli suyu rastgele sıkıyorlar, gıcık oldukları öğrenci grubunun üzerine de gaz bombası fişeklerini ateşliyorlardı. Birden bir öğrencinin bağırdığı duyuldu. Kafasına gaz fişeği denk gelmiş, kaşının yanından kanlar süzülüyordu. Yere yığılmak üzereyken tuttular. Şaşkınlık, korkuya dönüşmüştü öğrencilerde. İtiş kakış kaçışmaya başladılar.
Vay canına be! göz göre göre vurdular adamı.. katiller.. korkuyla, kızgınlık birbirinin üstüne çıkmaya başlamıştı. Polisler daha da şımarmışlardı başarılarıyla. Ne sandınızdı hergeleler, çocuk mu eğlendiriyoruz burada?
- kaçmayın ulan, ne kaçıyosunuz?
- Ne oldu korktunuz mu..!!
Polisler, kalabalığa doğru hücum ediyordu. Çocukların bağırıp çağırması da önlenemiyordu. Kadın ortalarda biyerde sıkışıp kalmıştı. Bir ara kurtardı kendini baskıdan, kendisine doğru kaçışanları göğüslemeye çalıştı. Ne korku vardı içinde, ne çekingenlik, hepsini yitirmişti. Kafasında tek bir şey vardı, kaçışı önlemek, polise karşı direnmek..
Heyecandan kendisinin bile ilk defa duyduğu cırtlak bir sesle bağırmaya başladı:
- yazıklar olsun size be! ne kaçıyorsunuz, erkek değil misiniz siz? Ayı ulan ayıp be!
ardından başka bağrışmalar da başladı:
- kaçmayın çocuklar, direnin!
Bu haykırışlar sanki işe yaramıştı. Kaçanlar durup geri dönmeye başladı, kimisi yerlerde taş aramaya, bulanlar polise fırlatmaya başladı. Bir yandan da bağırıyorlardı:
- gidin buradan faşistler! Hükümetin itleri! Yuuuuuhhhh..!
- hükümet istifa..!
- Tayyip istifa..!
- Mustafaaa kemalin as-ker-le-ri-yiz!

Birden yağmur gibi yağmaya başlayan toprak parçaları karşısında polisler şaşaladı. Taş bulmak zordu, çocuklar ellerine geçen ne varsa fırlatıyorlardı polise. Kadın handeyi gördü bir ara, kendini kaybetmiş gibi çimlerden yolduğu toprak parçalarını fırlatıyordu..
Kitaplar, defterler havada uçuşmuş, itişip kakışmalardan sonra yeniden kaçışmalar başlamıştı. Üç polis bir öğrenciyi yakalamış, çekip sürüklemeye başlamıştı. kaçışanlardan bir kaçı dönüp atılmak istedi, kararsız kaldılar. Kadın fırladı, onu gören erkek öğrenciler de yüreklenip atıldılar. Polislerin sürüklediği öğrenciyi kolundan belinden yakalayıp polislerle aralarında çekiştirdiler. Başka öğrenciler de yardıma koştu hemen. Polisler esirini bırakıp çekilmek zorunda kaldılar. Kadın soluk soluğa kalmıştı. Biri kolundan tutup çekiyordu, döndü, yine handeydi. Silkinip kolunu kurtardı. Bir şey demeye gerek kalmadan arkadan gelen bir sürü kızlı erkekli grup giysilerinin önlerine topladıkları irili ufaklı taşları sallayıverdiler geri çekilen polislerin arkasından. Son anda, kanlar içinde saçlarından sürüklenerek götürülen bir kızı polislerin elinden kurtardılar. Savaşı kazanmışlardı, coşkuyla bağırmaya başladılar yeniden..
- hükümet istifa!
- Ya istikla ya ölüm!
- Mustafaa kemalin as-ker-le-ri-yiz!

7 Eylül 2014 Pazar

Kadın-6

Adamın evine gittiklerinden beri tedirginlik içindeydi kadın, hep izleniyor sanrısındaydı. Bu bir kuruntu muydu yoksa birileri onu takip mi ediyordu? Birkaç kez ıssız sokaklara sapıp peşinden gelenleri kolaçan etti, pek bişey göremedi. Bir yerlerden gelip geçenler vardı etrafta sadece. Sokaklar insanlarla doluydu ama bunların arasında onu takip eden birisi yoktu. Adama bu konuyu açmak istiyordu ama bunu anlatması saçmalıktı belki de, korkaklık bir yana paranoyaklık..
Oldu olası hiçbir şeyi umursamaz görünüyordu adam, kendini bildi bileli bu koşullar kaygılandırmaktan çıkmıştı kadını. Her şey olağandı, - keşke ben de onun gibi olabilsem.. dedi kadın. Daha dün adamın evine giderken yine, arkasına iyice bakınıyordu. Birkaç sokak öteden dolaşıp öyle gelmişti. Bu tedirginlik adamı da tedirgin etmesin diye bir şey diyemiyordu. - Bari o rahat kalsın ilişkimizde.. kadın böylesine alçakgönüllü bir davranışı sergilerken adamı ne kadar sevdiğinin farkına varmıştı bir kez daha.
- Aman canım, o mutlu ya böyle, onun mutluluğu beni de mutlu ediyor, böyle mutlu olacaksak varsın böyle olalım.. Nasılsa mutluluk da bir gün yorar insanı. Pırıl pırıl bir ırmakta yüzüyorsun da ne oluyor, o da bir gün bulanıyor.. sonra ortaya çıkıveren bulanıklıktan kaçmak için güçlü kulaçlar atman gerek. Bu kulaçları atarken yorulacaksın nihayet. Bir sürü pislik, timsahlar, su aygırları, ağulu yılanlar da var suda. Ne çok düşmanı var mutluluğun değil mi? Kitapçıdan bari peşimde dolanan şu adam yılan mı, timsah mı, su aygırı mı?
Çocuk parkının içinden eve doğru çıkan yolda bi daha bakındı, bu kez kimseyi göremedi. Koyu giysili, seyrek saçlı, kısa boylu, orta yaşlı zayıf bir adam da onunla beraber bakındı etrafa. Araç trafiği durunca birlikte karşıya geçtiler. Kaldırıma çıkınca bu adam, birkaç adım gerisinden yürümeye başladı kadının. Biraz ilerdeki vitrinli mağazanın önündeki elbiselere bakma bahanesiyle durdu kadın. Adam, bileğinde çanta taşıyan kokoş kadınların şeklini almış elinde sigarayı yakmış, ağır vasıta gibi geçip gitti yanından. Ucuz bir sigaranın ağır kokusu sinmişti üzerine. Omuzları çökmüş, tabiri caizse kendi dünyasından geçmişti.
Gözü bu kez ciddi şekilde takıldı vitrindeki yeşil elbiseye. O sırada camın yansımasında, karşı kaldırımdan kendisine bakarak yürüyen uzun boylu, camları siyah gözlüklü herifi gördü. Yılan bu işte! dedi. Tanıdı adamı, ikide bir yoluna çıkıyor, peşi sıra yürüyordu sonra da görünmez oluyordu. Son bikaç gündür yoktu ortalarda. – ne yapsam şimdi? Adam da bunu kolluyordu belli ki.. vitrindeki başka bir elbiseyle ilgilenirken hem de birini bekliyormuş gibi görünerek arada arkasını dönüp etrafına bakınıyordu. – şunun karşısına geçsem, ne istiyorsun ulan benden? diye çemkirsem! Ne yapar acaba? Asıl bombası da, git birden boynuna sarıl, Naber canım! diyerek şapur şupur öp yanaklarından. Asıl o zaman ne yapar?
Gülme geldi içinden, zorladı gülmemek için ama kendini tutamayıp bastı kahkahayı. Yanından gelip geçenler, bir adım daha uzağından mesafe alıp deliye bakar gibi hayretle ona baktılar. Bu bakışlar sayesinde kendini toparladı ve kafasını kaldırıp adama baktı, göz göze geldiler, irkildi. Refleks olarak, bari şu elbiseyi alayım.. diyerek mağazaya girdi, bir süre içerde gezinerek zaman kazandı. Bu arada çok güzel bir erkek gömleği gördü. Elbiseyi almaktan vazgeçip, gömleği hediye paketi yaptırdı. – Eminim buna çok sevinecek..
Yoldan geçen kocaman bir yolcu otobüsü adamı perdelemişti. İşte sıvışıvermenin tam sırasıydı şimdi. – niye kaçmaya çalışıyorum ki? Sanki peşimde azılı bir katil mi var? Mağazadan sakince çıktı, usul usul yürümeye başladı aynı kaldırımdan. Otobüs geçip gittikten sonra arkasına dönüp baktı, adam kaybolmuştu ortadan. Durup iyice süzdü etrafı, yoktu görünürlerde. Belki şimdi çıkar bir yerlerden ya da bikaç gün gene görünmez ortalarda. Derken biri daha takıldı peşine. Sanki nöbetleşe bir takip içindeydiler, vardiyalımı çalışıyorlar bunlar? İyice kuruntuya kaptırdı kendini.. çok okumanın zararları bunlar.
Şimdi döneceği sokakta pek kalabalık değil, ya o da dönerse peşimden, ne yaparım? Yürü git yoluna işte be.. hem eve ne kaldı ki.. keşke bu sefer direk evin sokağından girseydim.. ya bi tanıdıksa? İki adımda bir durup arkasına baka baka yürüyerek evin önüne geldiğini fark etti. Bir çırpıda dalıverdi apartmanın içine.. sevgilisine kavuşmak hevesiyle koşar adım çıktı merdivenleri. Kapıya dayandı, zile bastı, kapının tokmağını vurdu, o da olmadı yumrukladı kapıyı. Bir türlü açılmadı kapı, telaşlandı. Çantasından telefonunu çıkardı, adamı aradı, uzun uzun çaldı ama o da açılmadı. Yüzü iyice düştü kadının, canı fena halde sıkıldı. Elindeki hediye paketinin poşetini kapıya astı, sinirli ve gücenmiş şekilde söylenerek aşağı basamaklara yönelmişti ki kapıda bir tıkırtı duydu. Arkasını döndü, açılan kapının önünde mavi bornozuyla adam dikiliyordu.

Halikarnas Şarapçısı

6 Eylül 2014 Cumartesi

Kadın - 5

Avuç içi büyüklüğünde patır patır dolu düşüyordu yere, düştüğü her yerde patlıyor, patladığı her yere zarar veriyordu. Arabaları çiziyor, camları çatlatıyor, insanların kafasını şişiriyordu. Öyle bir havada gelmişti ki izmir’e, kendisi de inanamadı bu gördüklerine. Ankara’da bile böylesini görmemişti. Bir taksi tutup hava alanından adamın yanına geldi.
Sürpriz yapmak istiyordu ama tam olarak adamın evini kestiremiyordu. İlk ve son kez geldiğinden beri tam iki yıl geçmişti. Mecburen adamı aradı ve yol tarifi istedi. Adamın dediklerini çıkartamayınca da telefonu taksiciye vermek zorunda kaldı.
Taksici adamla evin önüne gelene dek konuştu. Bu kadar konuşma sonunda da kayıtsız bir samimiyet ortaya çıktı. Halihazırda ortak arkadaşların varlığının farkına varmışlar, kapı önü muhabbetini gereksiz uzatmışlardı. Kadın, bu durumdan sıkılmış hissediyordu. Uzayan muhabbetin sonunda taksici neyse ki kıyağını yapıp 10 kağıdı almadı. Kartvizitini uzatıp tekrar görüşeceklerini umarak gazına bastı. Egzoz dumanı çiftin burunlarına erişmeden gözden kayboldu.
Kadın adama sarılmadan direk koluna girmişti. Hal böyle olunca apartmana öyle girdiler, merdivenleri öyle çıktılar, kadında bir pürtelaş, adamdaysa tam aksine bir ağırlık vardı. Daireye girene kadar konuşmadılar, içeri adımlarını atıp kapıyı kapadıklarında kadın adamın boynuna atıldı. Bu atılışı beklemeyen adam sendeleyip duvara yaslandı. Sonra bir süre bakıştılar, kadının gözünde avına saldıracak gelinciğin gözündeki parıltı vardı. Adam irkildi, duvara sürtünerek ayakkabılarını çıkarmak için eğildi ancak kadın bunu fırsat bilerek adamın beline atladı. İkisi de beraber yere düştüler, yuvarlandılar, boğuşur gibi bir hal aldılar. Nefes nefese kaldıklarında kadın, adamın altında kaldı. Burunları birbirine değiyor, birbirlerinin sıcak nefesleri suratlarına çarpıyordu. Kadın, nefesinin soğumasını beklemeden, adamın kafasını tepesinden kendine doğru bastırarak dudaklarını adamınkilere yapıştırdı. Nefesi yarım almaya çalışan adam kadının bu hareketi sonrası sinirlendi. Ayağa kalkıp, kibarca azarladı.
– ne yapmaya çalışıyorsun?
– beni hiç özlemedin mi?
– özlemiş olmam böyle davranmamı gerektirmez ki
– sen özlememişsin beni
– ne yapmamı bekliyorsun benden, böyle hayvanlar gibi bir karşılama olmaz ki..
Bu hayvan gibi tabiri kadını kırmıştı. Odaya geçip bir köşeye oturdu. Yüzü yere düşmüş, gözlerinin ucuyla adamı takip ediyordu. Adam, kadının gelişinden hiç memnun olmamış gibiydi ya da gelip gelmemesi umurunda değildi. Evin içinde dönüp duruyor, ara sıra odanın kapısına kadar gelip kadına bakıyor, bişeyler söyleyecekmiş gibi oluyor ancak bişey demeden tekrar gidiyordu. Son defa gelişinde artık iyice rahatsız olmuş şekilde sordu;
– aç mısın?
– …
– neyse, bişeyler yapmıştım ben mutfakta, istediğin zaman yersin. Benim bikaç saat dışarıda işim var, sen takıl evde, geldiğimde görüşürüz..

Kadın, hayvanca karşılamanın tam da böyle bir şey olduğundan kesinlikle emindi. Ancak yine de tatsızlık olmasın diye ağzını tuttu, adam gidince de uzun bir süre içli içli ağladı. Ağlaması ancak gözlerindeki yaşların tükenip de kuru kuru yüz kırıştırma mimiklerine dönüşene dek sürdü. Daha sonra kalkıp evi gezdi, odalara baktı. En çok da yatak odasında kaldı. Adamın yatağına uzandı ve uyuyakaldı.
Adam eve geç gelmişti. Evde birisi olduğunu bildiğinden tedirgindi. Yine de havayı yumuşatmak için elinde bir adet karanfil getirmişti. Ne de olsa kendisine gelen hem kadın hem de misafirdi. Yanlış davranmıştı giderken, bunun farkına varabilecek kadar da olgun bir adamdı. Sadece kadının zamanlaması yanlıştı onun için, yine de böyle davranmasını gerektirmezdi bu durum. Eve girince sessizliği fark etti. Salon ve oda boştu. Hızlıca mutfağa yöneldi, yemeklere hiç dokunulmamış olduğunu gördü. – gitti mi acaba? İçine bir ateş parçası düşüverdi o anda. – ama nasıl olur? Hay kafamı ulan.. Pişmanlığı tavan noktalarındayken girdiği yatak odasında ışığı açınca kadını gördü. Kadının mışıl mışıl uyuyan o masum yüzünü, içine dehşet saçan pişmanlık acısıyla izledi. Gitmemişti işte, oracıkta gözünün önünde capcanlı duruyordu. Biraz sonra içini ferahlatan coşkun bir sevinç kapladı adamı. Sessizce sevinme hareketleri yaptı ve elindeki çiçeği götürüp kadının başucuna bıraktı. Elini saçlarına götürdü ama dokunamadı, uyandırmak istemiyordu. Hatta öyle ki öpmek bile istiyordu ama cesaret edemedi. Komodinden çarşaf alıp salona geçti, kanepeye serilip yattı. Uyuyana kadar kadını düşündü, bir an önce sabah olmasını, onunla konuşmayı, ondan af dilemeyi istiyordu. Bu düşünceler içerisinde tepinirken o da uyudu..
Kadın uyandı, yanı başındaki çiçeği görünce şaşırdı. Uyku sersemliği şaşkınlığa karıştı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken öyle aptal bir halde doğruldu. Çiçeği eline aldı, kokladı, gülümsedi.. aynanın karşısına geçti, kendine baktı, saçlarını düzeltti, göz altlarındaki akan sürmelerin morluklarını sildi. Bir kez daha gülümsedi. Tedirgin bir şekilde odadan çıkıp salona doğru yürüdü. Kanepede derbeder şekilde yatan adamı görünce irkildi. Sonra yavaşça yanına yaklaştı, ona acır gibi baktı. Bir o kadar da sevimli geldi gözüne. Sanki dün, o hayvanca davranışı yapan o değildi. Unutmuştu bile, aklına bile getirmedi. Ellerini adamın saçlarına götürdü, suratında gezdirdi, daha da eğilip adamın yanağından öptü. Adam o kadar ağır uyuyordu ki kıpırdamadı bile yerinden. Kadın, elindeki karanfili masada duran boş vazoya yerleştirdi, adama bir kez daha baktı, - teşekkür ederim.. Saat henüz erkendi ama kadının bir gecelik kaçamak için ayırdığı vakit dolmuştu. Adam bunu bilmiyordu fakat ona yine de kızmadı. Askıda duran çantasını alıp omzuna taktı. Ayakkabısını giydi, dış kapıyı açtı, arkasına baktı, elini kendisinin bile zor duyacağı fısıltıyla - hoşça kal.. diyerek salladı, sonra usulca kapıyı kapattı ve gitti..

Halikarnas Şarapçısı

21 Ağustos 2014 Perşembe

KADIN - 4

Restoranın yanından geçerken kendine doğru yürüyen bir gölge gördü kadın, irkildi kaldı. Bağırarak kaçmak geldi içinden, öyle korkmuştu ki ama birden adamın yüzü aydınlanınca onu tanıdı. Bu kez korkusu, şaşkınlığa, sevince ve bir o kadar da utanca dönüştü. Adam kendisini ayakta zor tutuyordu, ha düştü ha düşecekti, fena sallanıyordu. Adam tam tökezler gibi olduğunda kadın hemen atılıp tuttu onu. Boynuna sarılmamak için zor tutmuştu kendini, adamsa kurtulma çabasıyla geri çekildi. Kadının kolu boşluğa savruldu, adam sırt üstü yuvarlanacak gibi oldu ama son anda kadın adamın kolundan yakalamayı başardı. Kaptırdığı kolunu tekrar silkerek kurtulmaya çalışan adam tekrar düşecek gibi oldu, bir sağa bir sola yalpaladıktan sonra dengesini kurdu ve bişeyler mırıldanmaya başladı. Ne dediği net şekilde anlaşılamıyordu, kadın o zaman adamın zil zurna sarhoş olduğunu anlamıştı.
Kadın önce kızgınlık sonra da tiksinti duymaya başladı. Nasıl bir tepki vereceğini bir türlü bilemiyordu. Sonra dönüp etrafına bakındı, kimseler yoktu şükür ki. Adamın bütün yüzünden terler akıyordu, gömleği, gövdesi sırılsıklam olmuştu. Yüzündeki bu sarhoş titrekliğiyle yutkundu adam, bir şeyler söyleyecekmiş gibi yaptı, beceremedi. Kolunu çekip uzaklaşmaya çalıştı ama öyle sıkı tutmuştu ki kadın, adamın gücü yetmedi kolunu kurtarmaya. Sallanarak yürümeye devam etti, kadın peşinden ayaklarını sürüyerek onu durdurmaya çalıştı. Birdenbire suçluluk hissetmeye başladı.- Canım bak, bi dinle beni! Bana bak, dur diyorum, sana dur!
Adam, anlayıp dinleyecek gibi değildi. Sarsılarak her an yıkılıverecekmiş gibi yürüyüp gidiyordu. Sokağın ta başına varmışlardı, kadın susarak ve adamın kolunu hiç bırakmadan takibine devam etti. - İlk gece de böyle yürümüştük, o zaman da koluna girmiştim ve yine beni bi yerlere götürüyordu fakat şimdi tam tersi bir durumda, benden kaçmaya çalışıyor.. Nerden bulaştı bu iğrenç sarhoşluğa, benim yüzümden mi? Niye yalan söyledim ki sanki? Offf!!!
Adam yeniden silkindi ve gayet onurlu bir şekilde – Bırak be! dedi.. Kadın bu kez daha sıkı sarıldı, sert bi şekilde çıkıştı. – Bırakmıycam işte, kendine gelene kadar bırakmıkycam..
Bu sert çıkışın etkisinden midir ne olduysa, adam biraz uysallaştı sanki. Yağmur da ince ince düşmeye başlamıştı, kadın hemen yoldan geçen bir taksiyi refleks el hareketiyle durdurdu. Adamı taksiye zorlukla sokabildi. Beşiktaş’a dedi. Dedi ama, der demez de yüreği hop ediverdi. Taksiye yetecek kadar parası yoktu ki yanında. Ya adamda da yoksa? Taksici çoktan köklemişti gazı, şimdi dur demek de ayıp olurdu, zaten cesaret de edemedi buna. Adam koltuktan aşağı doğru kaymış, kapıya doğru yaslanıp kalmıştı. Sayıklar gibi bişeyler mırıldanıyordu hala. Kadın adama yaklaştı, yana sarkmış başını düzeltmeye çalıştı. İçini üzüntü kapladı kadının, - benim yüzümden hep, Allah belasını versin toplantısının da, yemeğinin de.. Adam son bir çabayla dönüp kadına baktı, gözleri tıpkı bayatlamış bir balığınki kadar çökük, boş ve anlamsız gibiydi. Bu bakış, kadının içini daha da burkuyordu, daha bi acılaştırıyordu içini. Adam hiçbir tepki vermeden aynı boşlukla bir süre daha bakmaya devam etti. Gözlerini kapadı, başı omzuna düşer gibi oldu, sızdı. Kadın, bir anne şefkatiyle biraz daha sokulup onu kendine çekmek istedi. Adam ölü gibi ağırlaşmıştı sanki. Hızla giden arabanın içinde küçük sarsıntılarla kımıldıyordu. Kadın içinde yorgunluk duydu birden, başını arkaya yasladı, gözlerini kapattı ve kendisini arabanın sarsıntısına bıraktı.
Uykuya dalmak istiyor ama bir türlü yapamıyordu. Öylesine yorgundu ki, birkaç kez gözlerini aralayıp şoföre baktı, yola baktı, Bebek’le Ortaköy arasında bir yerlerde trafiğin akışına takılmış olduklarını gördü. Doğruldu, şoföre evi tarif etmeye çalıştı, bir yandan adama bakıyordu. Biraz daha aşağı kaymış, ağzı aralanmıştı. Çekinerek adamın cebine soktu elini, cüzdanını bulup çıkardı yavaşça, utancından yüzü kıpkırmızı olmuş, kulakları yanmaya başlamıştı. Ne kadar çekinse de, bunu yapmazsa daha kötü durumda kalacağının çok iyi farkındaydı. Bir yüzlük uzattı, kırk lira para üstü aldı. - Gece yarısı soyarlar işte adamı böyle, hah! Apartmanın önüne kadar geldi araba, – şimdi nasıl taşıyıcam bu adamı ben? – kalk hadi bi tanem, evimize geldik, hadi kalk yürü biraz canım, ha gayret!
Şoförden utanıyordu, yanlarından bir araba daha geçti, az ilerde durdu. Kadınlı erkekli birileri gülüşerek, sarmaş dolaş diğer apartmana girdi. Kadın arabadan indi, adamın yanındaki kapıyı açtı. Bu arada istemsizce yardım istedi şoförden. Şoför de mırın kırın ederek indi. Kapıcı, komşu falan yok mu diye homurdanmaya başladı. Kadın aldırmadı bile, adamı sürükler gibi aldılar arabadan, apartmanın önündeki kaldırıma oturttular. Serin hava adamın sarhoşluğunu biraz açmış olmalıydı ki, anlamsızca bakınıp beline sarılan kadına bıraktı kendini. Ağır ağır ayağa kalktı, yürümeye başladı, öne eğik biçimde ilerliyordu. Birden kusmaya başladı, leş gibi kusmuk kokusu çarptı kadının yüzüne. Az kalsın kendini tutamayıp kadın da kusacaktı, bir iki öğürtüyle kendini tutabildi. Adam düşecek gibi oldu, iki eliyle kadına tutundu ve kalkarken tekrar öne doğru eğildi ve kusmaya devam etti. Kadın zor tutuyordu adamı, sağ elinde sıcak, yapış yapış bişeyler hissetti. Kusmuklar, eline koluna bulaşmıştı. En iğrendiği şeydi, bir iki kez daha öğürtü geldi içine, yine zor tuttu kendini.
Adam, ağır ağır ve kesik solumalarla doğruldu, biraz açılmış, midesi rahatlamıştı. Tekrar yürümeye başladı, kadın tek eliyle beline sarıldı. Kapının önüne geldiler, kadın, anahtarı almak için adama sarıldığı koluna takılı olan çantayı açmak istedi. Çanta da kusmuklar içinde kalmıştı. Bir kez daha gözlerini kapattı, dişlerin sıktı, burnundan nefesini almadan geri bıraktı, vıcık vıcık elleriyle çantayı açıp içinden anahtarı çıkardı.
Adam artık tek başına yürüyebiliyordu, kadının kolunu bıraktı. Otomatiği yakmadan, karanlık dar merdivenleri el yordamıyla çıkıyorlardı. Üçüncü kata geldiklerinde adam tekrar kusmaya başladı. Başını duvara yaslamış, iniltili solumalarla ve öğürtülerle kusuyordu. İç bulandıran ekşi kusmuk kokusu birden bütün apartmanı sarmış, bütün merdiven boşluğuna yayılmıştı. Kadın düşmesin diye adamı belinden tuttu, endişeyle bakınmaya başladı. – şimdi birileri çıkarsa, rezil oluruz valla..ya bağırıp çağırırlarsa, polisi ararlarsa.. başımıza iş çıkarmasak bari gece gece bu halde karakolda.. üstüne üstlük fuhuş yuvası yaptınız burayı diye sorgularlarsa, polisin eline düştük mü yandık ki ne yandık! Sabah gazetelerde manşetlerdeyiz, Son Dakika! Şok Şok Şok! Bir fuhuş yuvası daha basıldı! Utanç ve ürpermeler içine düştü, neredeyse adamı oracıkta bırakıp kaçacaktı. Sonra kendi kendine, bu halde bırakıp kaçmayı mı düşünüyorum? Ne kadar aşağılık bir davranış.. yoo düşünmedim ki hem bırakır mıyım hiç, bırakabilir miyim? Duvara yaslanmış, bitkin duran adama daha sıkı sarıldı. Aşağıdan açılan bir kapı sesiyle dondu kaldı. Sokak kapısı açılmıştı, ayak sesleri geldi, otomatik yandı. – çabuk çıkmalıyız, hadi kalk ayağa.. adam da anlamıştı durumu, kımıldadı. Sürüklenircesine merdivenleri tırmanmaya başladı. Kusmuklara basarak çıkmışlardı, otomatik söndü, yandı. Ayak sesleri aşağı katlardan birinde durdu. İçeri girip kapıyı kapattılar. Işıklar yine sönünce kendi kapılarına geldiler. Kadın elinde tuttuğu anahtarla çabucak açtı kapıyı ve kaçar gibi içeriye daldı, adamı da çekti ve kapıyı kapattı. Korkunç bir fırtınadan sütlimana sığınmış bir gemi gibiydi. Fırtına limana da saldırır gibi oldu, - kapıda ayak izlerimiz var! Çıkıp temizlesem mi acaba? Ya biri görürse? Kimse görmeden bu işi çözmeliyim.. içi su dolu kovaya yer temizleyicisini döküp karıştırmadan kapının önüne geldi, usulca açtı ve kapının önünden merdiven basamaklarına kadar olan mesafeyi sildi. Ayakuçlarına basarak geri döndü, aynı soğukkanlılıkla kapıyı kapattı ve derin bir oh çekti.
Adamın yanına gitti, paltosunu çıkardı, koltuğa oturttu, önüne diz çöküp ayakkabılarını da çıkardı. Kusmuklu ayakkabılarını çıkarırken dayanamadı ve pencereye koşarak camı açtı, öğürdü ancak kusamadı. Banyoya gitti, şofbeni açtı, lavaboda ellerini yıkadı. Anasonlu kusmuk kokusu burnundan gitmiyordu bitürlü.
Salona döndü. Adamın başı koltuğun kenarına düşmüş, gözleri kapalı öylece duruyordu. Aklına geldi, dolapta kolonya olacaktı. Mutfağa koşup şişeyi aldı, salona gelirken de avuçlarına doldurup adamın burnuna yaklaştırdı, yüzüne ve şakaklarına sürdü. Bir avuç daha döküp ensesini, boynunu ovaladı. Adam gözlerini açıp baktı, henüz içinde bulunduğu durumla bir ilişki kuramamıştı.
- Benim sarhoş sevgilim, bundan böyle sana içki yasak. Görürsün sen! Adam, hiç duymamış gibi başını döndürdü. Bir şey söylememeye yeminliydi sanki, yavaşça doğruldu, koridora yürüdü. Kadın arkasından pür dikkat izliyordu, tuvalete gidecek sandı ama ceketini çıkarıp yere salladıktan sonra yatak odasına giriverdi. Pat! diye bir ses geldi. Kadın koşarak yatak odasına girdi, adam, yüzükoyun bırakıvermişti kendini yatağın üstüne. Kadın, ne yapacağını bilemeden baktı önce, sonra yavaşça yaklaştı. – hemen uyudu mu ki? Biraz sonra hafif horultular duymaya başladı. Eğilip yerdeki ceketi aldı, kapının arkasındaki askıya astı. Pantolonunu çıkarmayı düşündü, sonra beceremeyeceğine kanaat getirip vazgeçti. Yavaşça yatağa yaklaşıp adamın yanına sokuldu. Yüzünün sol yanı yastığa teslim olmuş gibi yarım kaldırdığı iki kolu yatağa yapışık, hafif horultulu solunumla bütün bedeni ağır ağır sarsılan adamı incelemeye başladı. – Seviyorum bu adamı. Gerçekten de seviyor muyum? Sorulacak soru mu bu şimdi? Niye başkası değil de bu adam o zaman? Ne bileyim ben, rastlantı belki de. Beklisi filan yok, düpedüz rastlantı işte.. o gece karşılaşmasaydık.. daha mı iyi olacaktı? Saçmalama, söyle utanma hadi! Üzgünüm, belki, o kadar.. Hem yaşamımın bir parçası filan da değil, ona ihtiyacım yoktu ki.. ben mi istedim illa tanışalım diye? İstemiş de olabilirim, istemesem niye teklifini kabul edeyim? Demek ki rastlantı değil. Ama bu özelliklerini bilmiyordum ki, işte bunların hepsi rastlantı. Erkeksiz duramaz mıydın? Neden durayım, yirmi üç yaşındaki sağlıklı bir kadının erkek istemesinde ne gibi bir terslik var? Öylesine içten seviyorum ki..acıma bile karışıyor bu duyguma. Hiç de değil.. off. . yıkıntıya benzer bir yorgunlukla adamın yanına uzanıverdi. Bi şeyler örtsem mi acaba? Üşür müyüz ki? Böyle de soyunmadan yatmak, hiç olur mu? Sayıklayarak yavaşça gözleri kapandı, uykuya daldı..

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Kadın-3

Sabah yavaş yavaş uyandıklarında, kadının kendi köşesine sinmiş şekilde içli ve sessizce ağlayışı adamın dikkatini çekmişti. En son üniversitenin ilk zamanlarında birlikte olduğu bir kızla yaşamıştı bu durumu. O zaman araştırdığında genellikle kadınların bu göz yaşlarına pişmanlıklarının sebep olduğunu öğrenmişti. Bu kez de böyle bir endişeye kapılmıştı adam ve kadının başını ellerinin arasına alarak, saçlarını okşamaya başladı. Ne diyeceğini bilmiyordu ancak onu sevdiğini belli edercesine cümleler kurmaya çalışıyordu. Kadın, bir süre daha burnunu çekerek ağlamaya devam etti ve nihayet kendini durdurmayı başardı. - Özür dilerim, neden böyle ağladım bilmiyorum, yanlış anlamanı istemem ama ben gerçekten ilk defa.. – hişşşş.. diyerek susturdu adam kadını. Dudaklarından öptü onu. Belinden tutup yerden kaldırdı ve üzerini giydirip yanına oturttu, kucağına aldı, sonra tekrar sarıldı ve saçlarından öperek konuşmaya başladı. – tamam bak, neler hissettiğini tahmin edebiliyorum ancak ben de kendimi tutamadım, seni çok arzuluyordum, seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun, kötü bişey yapmadık ki hem.. – evet biliyorum ama tutamadım kendimi, içimden öyle güçlü bi ağlama hissi geldi ki, bırakıverdim kendimi.. – yani, bu pişmanlık anlamında bir ağlama değil dimi? – saçmala niye pişmanlık olsun, mutluluktan tabiî ki de.. ama bunu söylerken kendinden o kadar da emin değildi, adam bunun farkına vardı ve daha da üzerine gitmedi. Yine de adam bu durumdan sıkılmıştı, yüzü düştü, kadın gerçekten de doğru mu söylüyordu? İçine düşen bu şüphe eski kuruntularını tekrardan canlandırıyordu ki, ayağa kalktığında minderin üzerindeki kan lekelerini gördü.
Kadın, adamın gözlerine baktı ve hemen kafasını onun baktığı yere çevirdi. O da aynı lekeyi gördü ve hemen onun üzerine atıldı, minderi kavrayıp kaldırdı, koşarak balkon kapısını açtı ve minderi balkona fırlattı. Bir süre orda durdu, adam arkasından izliyor olmalıydı, kadın hem kendisi için hem de adam için endişelendi. Bunu görmemesi gerekiyordu, şimdi benim için neler düşünür. Ya kendimi onun üstüne atmak için böyle bişey planladığımı düşünürse? Hayır, bu durumdan kurtulmam lazım. Geri döndü. Adam, olduğu yerde kalmış ona bakıyordu hala, tekrar göz göze geldiler. Adam kadına yaklaştı, belinden kavradı ve dudaklarına yapıştı. Defalarca öptükten sonra uzunca bir süre ayakta kadına sarıldı. Kadın kendini o kadar güçsüz hissediyordu ki, kendini adamın kollarına bırakıverdi. Adam, bir an kadını bayıldı sanarak kollarıyla kaldırıp kucağına aldı. Kanepeye götürüp yatırdı ve ona bir bardak su getirdi. Geldiğinde gözlerinin açık olduğunu görünce ona şefkat dolu bir gülümsemeyle baktı, eğildi yanağına bir buse daha kondurdu. Sol elini saçlarının arasından geçirerek başını kaldırdı, diğer eliyle suyu yavaşça içirmeye başladı. Adamın bu tavırları kadını bir anda rahatlatıverdi, kadın hafiften gülümsedi. Biliyordum, dedi beni seveceğini biliyordum. Adam da kadın hakkında şüpheye düştüğü için kendisine kızdı, ne kadar da içim fesat, herkesi ama herkesi böyle önyargıyla değerlendirmek zorunda mıyım? Hele ki böyle melek kadar güzel bir kadını, masum ve beni seven bir kadın hakkında.. yoo bu kadar da olmaz! Kendimi affettirmeliyim..
Kadın, durumun sandığı gibi olmadığını anlamış, iyice rahatlamıştı. Kendini toparladı, artık güçlü hissediyordu. Hem biraz önce kendisini tedirgin eden planı, ilerleyen günlerde belki de koz olarak kullanabileceğini düşündü. Sinsi bir mutluluk kapladı içini, bunu ona belli etmemeliyim, en ufak bir falsoda her şeyi berbat edebilirim. En iyisi bunları düşünmemek yoksa elime yüzüme bulaştırıcam.. Adam etrafında fır dönüyordu kadının, ıslıklar çalarak ona kahvaltı hazırladı, kucağına kadar getirdi koydu ve elleriyle yedirdi. Kahvaltıdan sonra kadın teşekkür amaçlı iki adet orta türk kahvesi yaptı. Birlikte balkona çıkıp temiz yüzü üste gelmiş kanlı minderin üzerine oturdular. Birer sigara yaktılar, kahvelerini yudumlayıp sigaralarını tüttürürlerken yüzlerindeki keyif kat sayısı gittikçe yükselerek göklere çıkıyordu. Sabahki gerginliği unutmuşlardı çoktan.
Kadın, adamın dizlerine yattı, çipil çipil bakan buğulu bal rengi gözleriyle adamın yeşile çalan ela gözlerini yakaladı. – seni seviyorum, biliyor musun? – biliyorum yavrum, ben de seni seviyorum – ama çook seviyorum – ben de bitanem – hem de inanılmaz derece çoook seviyorum – ben de dayanamıyorum sana sevgilim – sevgilim diyen dillerini yerim senin aşkım! Aşkım kelimesi adamı ürkütmüştü. Bir anda kadının saçlarında gezdirdiği elini çekiverdi. O kadar da uzun boylu değil, aşkım demek çok büyük bir muamma yaratıyordu. Gerçekten aşık mıydı kadın yoksa lafın gelişi mi öyle söylemişti. Kadın, aşkın mertebesine ulaşmıştı belki de. Aksi halde ağza kolaylıkla alınabilecek bir kelime değildi bu adam için. Kadın, adamın bu refleksinden tedirgin oldu. – ne oldu aşkım? – yok bişey yavrum, aklım karışıverdi de birden –ne karıştırdı aklını bakiyim – önemli değil bitanem, sadece şu aşkım kelimesine takılıyorum da hep – istemiyorsan söylemem – yoo bebeğim yanlış anlama sakın, sadece mesele şu, o kadar çok kullanılıyor ki bu kelime, bana artık çok ucuz ve değersiz bir kelime gibi geliyor, havada kalıyor her zikredilişte, basitleşiyor, anlamsızlaşıyor. Bu kadar yüce bir duyguyu sokakta böylesine bol keseden harcayan insanların daha sonra yaşadıklarını gördükçe ben kullanmak ve kendi hayatımın içerisine sokmak istemiyorum böyle bir tabiri. – tamam sevgilim kullanmam bir daha, seni üzmek istemem hiç, ağzımdan kaçarsa bile affet, ben gerçekten aşığım sana çünkü, bunu ilk kez bugün söylüyorsam bu, yaşadıklarımızdan sonra hissettiğim yoğun duygular nedeniyle söylediğim bir şeydi – bir de bu var tabi ki, gerçekten aşık olmadan kullananlar ama mademki sen bana aşıksın sana serbest bu kelime yavrum benim – peki kendine hala yasak mı uyguluyosun yoksa sen bana aşık değil misin? Adam kendi kendisini tongaya getirmişti. Bu soruyu beklemiyordu.. eveledi geveledi bir türlü ben sansa aşığım diyemedi. Üstelik onunla ilk kez birlikte olan biri olmasına rağmen bunu diyemedi çünkü ona gerçekten de aşık değildi. Kadının bunu anlamasıyla dizinden kalkması bir oldu. – hadi git artık, git bu evden. Kimseyi burada zorla tutamam ben. – zorla tutmuyosun ki bi.. – sus! Bana artık numaradan sevgi sözcükleri söyleme – numara yaptığımı mı sanıyorsun? – hayır sanmıyorum, biliyorum. Kendin söyleyemiyosun daha sevdiğini - ama sen sevmekle aşık olmak arasındaki farkı anlamıyosun – bana masal okuma lütfen çıkıp gider misin – pekala şuan sinirlisin daha sonra konuşalım – daha sonra falan olmucak – nasıl olmucak? – çık git evimden! Adamı kapı dışarı ettikten sonra hüngür hüngür ağlamaya başladı. Çaresizliğin en dibinde hissediyordu kendini, tekrar balkona çıktı, bir sigara daha yaktı ve okkalı bir duman çekip sert şekilde yere doğru üfledi..

Halikarnas Şarapçısı

Kadın-2

Acılarını unutturan bir bezginlik dolmuştu kadının içine. Sebebi gereksiz asabiyet.. Sen kazanamayacaksın kızım, tek başına kazanılmaz bu savaş. Onu biraz daha kırıp dökmeliyim ki anlasın değerimi. Kalktı, salonun içinde yumuşak adımlarla dolaştı. Ayakkabılarının topuklarından rahatsız oldu, onları çıkarıp terliklerini giydi, aynı yumuşaklıkla gezinmeye devam etti, bir diğer odaya geçti, kapıyı kapattı ve kapının arkasında durdu bir süre. Aklından şeytani planlar geçiyordu ama uygulamak için yeterli cesareti yoktu. Birden irkildi, bu ben olamam! Salondan bir ses geldi, kapıyı hızla açarak etrafa bakındı, pencere açılmış perde hırçın bir şekilde dalgalanıyordu. Hemen oraya koşup pencereden dışarı baktı, kimse yoktu görünürde, ürktü ve ivedilikle pencereyi kapattı, hem tül perdeyi hem de kalın perdeyi çekti üzerine. Salon kararıvermişti, kadın ne olduğunu düşünmeyi bıraktı, yalnız yüzündeki şaşkınlığı atamadı. Kaçar gibi dış kapıya yürüdü tekrar ayakkabılarını giydi ve dışarı çıkmaya yeltenmişti ki az önceki odadan aynı şekilde bir ses daha duydu. Oraya gidip bakmak istiyordu ama tüyleri dikelmişti bi kere, ne kapıdan dışarı çıkabildi, ne de odaya girip bakabildi, orada donup kaldı. Bir süre sonra odanın yarı aralık kapısından salona doğru süzülen irice, alacalı tüylü, ürkek ve bir o kadar da kendisine düşmanca bakan bir sokak kedisi gördü. Ne şimdi bu? Nasıl tırmandın beş kat yukarı seni lanet olası hayvan! Ödümü koparttın, gel buraya..
Ne yaptığını bilmeden iki adım atıp durdu, sonra kedi fare oyunu gibi bir kovalamaca başladı evin içinde. Tekrar salona geldiklerinde kadın, bütün odaların kapısını kapattı ve kediyi antrede sıkıştırdı. Kedinin pes etmeye hiç niyeti yoktu, aynı şekilde kadının da ama baya yorulmuşlardı. İşte buraya kadarmış, seni küçük şeytan! Son bir hamleyle kedinin üstüne çullandı, yerde bir süre yuvarlandılar, kapılara duvarlara çarptılar, kedinin ve kadının çığlıkları birbirine karıştı. Bu boğuşmanın ardından kadın kediyi ensesinden yakaladı ve nihayet kapı dışarı etti.
Antreden lavaboya girdi, şöyle bir dönüp de karşıdaki aynada yüzünü görünce tanıyamadı kendini. Bir anda kapıldığı panikten kurtulma çabasıyla aynaya biraz daha yaklaştı. Acıları artmış gibiydi. Sol göz kapağı mosmor olmuş ve şişmişti. Bu şişliğin altındaki gözü kızarmış, ve etrafında çizikler oluşmuştu. Alt dudağının ucu patlamış, burnunda ve dudaklarının kenarında pıhtılaşmış kan lekeleri bulunmaktaydı. Saçlarına götürdüğü elini acıyla çekti, sonra hafifçe parmaklarını dolandırdı. Başının bir çok yeri tırnak darbeleriyle doluydu. Hele sağ kulağının arkasında bir yer vardı ki, dokununca bulantı geliyordu içine. Boynundan göğsüne doğru uzanan ince bir çizgi, kılıç izini andırıyordu. Bu vahşi yırtık, hırpalanmış başını, gövdesinden ayırmış gibi görünüyordu. Yavaş yavaş soyunmaya başladı. Bluzunu çıkardı, gevşemiş sütyenini çıkarıp attı. Memelerine dokundu, bir süre kendini okşamaya kaptırdı. Nefes nefese kalmıştı, neredeyse orgazm olacaktı. Fena halde yorulmuştu, durdu, sakinleşmeye, kafasını toparlamaya çalıştı. Musluğu açıp suratına üç dört kez su çarptı. Kurumuş kan lekelerinden arındırdığı yüzünü havluyla yavaşça sildi.
Mutfağa geldi, yuvarlak kahvaltı masasına oturdu ve bir sigara yaktı. Kısa sürede neler olup bittiğini tekrar hatırlamaya çalıştı. Zalim bir kocam olsa ancak bu kadar benzetebilirdi beni.. Alaycı bir tonda güldü, sonra daha da güldü, iyice çığlık atarak güldü, duvarlar yankılandı. Sigarayı söndürdü, gülmesi biter bitmez ağlamaya başladı. Çok hızlı duygu değişimleri yaşıyordu, manik depresif bir psikolojiye büründü. Telefonunu eline alıp adamı aradı.
Ne olur beni yalnız başıma bırakma, lütfen bırakma beni. Gel gör şu halimi, nasıl uyuyabilirim bu halimle, yatak öylesine çekiyor ki ama dayanılmaz ağrılarım var.. karyolaya bırakıverdi kendini, adam bişey diyemedi, telefon kadının elinden düştü, adam da bir süre kapatamadı telefonu, sessizliğin içindeki kadının acılı nefeslerini dinledi. Onu çağıran güçlü şehveti duydu, ona ihtiyacı vardı, tam da o an orda olmalıydı. Kapandı telefon..
Kadın, uyumakla sızmak arasında bir yerlerde kıvranmaktaydı. Bir ara gözlerini açtı, anlamsız bakışlarıyla odayı süzdü. Gözünün önüne yine o lanet kedi geldi. Sivrisineği kovar gibi eliyle bu görüntüyü savdı. Ne uğraşır benimle bu kedi yahu! Bırak da uyuyayım biraz, hadi git başımdan..
Kapı çalındı. Kadın yerinden fırladı ancak dinmiş acıları aniden tekrar sızlamaya başladı. Yüzündeki acı ifadeyle kapının arkasına kadar geldi. Dürbün deliğinden baktı, gelen adamdı. Elinde bir çiçek ve bir şişe şarapla kapının önünde durmaktaydı. Geliyoruuuum! diyerek zaman kazanmaya çalıştı. Hemen çıplak olan üzerine, dolabından eline ilk geçen askılı elbisesini geçirdi. Dağılmış saçlarını alelacele iki yana atarak düzeltti ve kapıya koştu. - Özür dilerim, uyuyakalmışım, müsait değildim, beklettiğim için özür dilerim. – önemli değil, bunlar senin için. – ayy, çok teşekkür ederim. Çiçekleri alıp masada ağzı açık duran içi yarı su dolu sürahinin içine koydu. Adama dönerek, - bişey içmek ister misin? adam elindeki şarap şişesini kaldırarak, -bit tabi.. – süpersin, şu anda ihtiyacım olan şey tam da buydu. Adamın elinden şişeyi alırken dudağına bir öpücük kondurdu. – hemen açıp geliyorum bebeğim.
Çiçeklerin bulunduğu masaya oturup şarabı bitirene kadar sohbet ettiler. Adam, kadının yaşadığı olayı, yer yer gülme krizlerine girerek, kah küçük bir kız çocuğuna bakar gibi hüzünlenerek, bazen de sevişmek isteyen bir kadının dayanılmaz cazibesine kapılarak dinledi. Kadın ise, tek ve sade bir yüz ifadesiyle adama baktı. Her an kendini onun kollarına atacakmış gibi hissetti ama tuttu kendini. İlk hamleyi adamdan bekledi, o gelip beni kucağına alsın, sarsın güçlü kollarıyla, öpsün, ısırsın sonra da..
Adam kadının karşısında ona bir şeyler anlatıyordu, kadının kulağında belli belirsiz akan ve giderek şiddeti azalan bir uğultu vardı. Adamın dudaklarına odaklanmış, kıpırtılarından ne dediğini çıkartmaya çalışıyordu. Başarılı olamadı, göz kapakları yas ilan edilmiş ülkenin bayrakları gibi yarıya inmişti. Artık yeter bu kadar muhabbet, sevişelim artık! Ne dırdır ediyor bu adam yahu, ne biçim erkek bu? Şimdiye kadar çoktan yatağa götürüp atmalıydı beni, soymalı, her yerime dokunmalı, okşamalıydı. Yoksa niye geldi ki? Acaba sadece muhabbet edip gidecek mi? Hayır olamaz, buna izin veremem. Mademki buraya kadar geldi.. Bir kedi kadar bile olamayacaksa adam denir mi buna? En iyisi ben başlatmalıyım.. masadan tutunarak ayağa kalktı, adama yaklaştı, kucağına oturdu. Boynuna sarılarak dudaklarına ateşli öpücükler kondurmaya başladı. Adam, yara bere içindeki bu bitap kadınla sevişmek istemiyordu besbelli. Nazikçe onu kucağından kaldırdı, kanepeye oturttu. Saati göstererek gitmesi gerektiğini anlattı. Kadın bir türlü gitmesini istemiyordu, tekrar tekrar boynuna atılıp öpmeye çalışıyordu. Her seferinde adam ondan kurtulup, ona dinlenmesi gerektiğini söylüyordu. – bu halde olmaz, yapamam, bugün iyice dinlenmelisin, hem şarap uyumana yardımcı olur. İstersen bir şişe daha içelim. – hiç fena olmaz. – gidip alayım o zaman. – yoo, yoo, dolapta var bir şişe daha, onu al gel. Fazla uzağa gidemezsin bebeğim. Benden kaçamazsın. diye mırıldanırken adam dolaptaki şişeyi alıp açtı, kadehlere doldurdu ve kanepede içmeye devam ettiler. İki kadeh sonra kadın tamamen sızdı, adam onu kaldırıp yatağına yatırdı, sonra usulca ayakkabılarını giydi, kapıyı sessizce kapattı ve gitti.

Halikarnas Şarapçısı

Kadın - 1

Kadın, “işte benim romantik yakışıklım” diyordu adam için. Hande ise kadınların her zaman daha romantik olduğunu söylerdi. Duygulu olmamız acı gerçekleri önceden görmemize, tedbir almamıza yarıyor, diyordu. İster kabul et, ister etme ama erkeklerin hiçbiri romantik yaratılmamıştır. Romantizmi sonradan öğrendikleri için de kadınları bu konuda tam anlamıyla doyurmaları oldukça güçtür. Hatta doyduğunu sanan basit kadınlarsa erkeklerin bu sonradan kazandıkları yeteneklerini çabucak kaybetmelerine neden oluyorlar. Öyle değil mi? Bu görüşe katılmamak elde değildi, yine de bütünüyle böyle düşünmek konusunda temkinli olmalıydı. Her an bir anti tez üretilebilirdi bu gibi konularda.
Artık ara sıra bunalım takılan adamı iyice tanımıştı kadın, özü sözü güzel, kafası, yüreği iyi fakat içinde bulunduğu ortam kötüydü. O ortama da bir süre katlanmak gerekecekti, bunlara katlandığı sürece de, adamın düşeceği bunalımları göze almak, geçiştirmeye çalışmak, onu avutmak, adama olan sevgi borcuydu. Peki ne kadar sürecekti bu borcun ödemesi? Ya hiç bırakmazsa bunalımlar adamın yakasını? Ara sıra kendi içine düşen bu kara bulutları dağıtmaya çalışıyordu.
Kadın bir süre kimseye fark ettirmeden yaşadığı sıkıntılı zamanları geride bıraktıktan sonra adama tam anlamıyla bağlanmıştı. Artık beyaz yalanları bile söylemeyi bırakmıştı, sevişmekten başka bir şey düşünmüyordu adamla bugünkü buluşmasında. En önemli aktivitesi buydu. Oysa, sosyal ortamlarında yapabileceği bir sürü etkinliği vardı. Hande de sıkıştırıyordu, ne zamandır beraber çıkmıyoruz dışarı, diye. Bi şeyler yapalım mı bu akşam? Fakülteden çıkıp sahaflara doğru el ele yürümeye başladılar. Hande’ye cevap vermedi, sonra arar konuşurum, dedi. Sonra Tophane’den çukurcumaya çıkan ara sokağa saptılar. Adam, kadın için antikacılardan birine gelip daha önce satın aldığı muazzam iki bibloyu kadına hediye etti. Mutluluğun yarattığı afrodizyakla kadın adamın dudaklarına yapıştı, öptü, öptü, dakikalarca öpmeye devam etti.. Nefesinin tükendiği bir an ayrılınca adam kendini kurtarıp yeniden kadının elinden tuttu ve dışarı çıktılar. Kumbaracı yokuşundan tekrar sahaflara doğru yöneldiler. Kendinden önce davrandığı için biraz mahcubiyet havasına giren kadın, sahafçılarda bu sürprizin rövanşını alma peşine girişmişti ama çok belli etmişti. Yine de adamın haftalarca aradığı o klasik romanın ilk baskısını bulduğu için adam kendisine çok teşekkür etmiş, kadının dudaklarına yapıştığı gibi ona sarılmış, adeta öc alır gibi yapıştırdığı vücudunu dakikalarca bırakmamıştı. Kemiklerini kırarcasına sımsıkı sarılıyordu kadına, kadın da bu güçlü kollar arasında kalmaktan son derece memnundu, kendinden geçiyordu hatta..
Balık pazarından Nevizadeye girdiler, orada oturup birer bira içtiler, birbirlerinin gözlerinin içlerine bakıyorlardı, ikisinin de gözlerinin içinde şualar fışkırıyordu. Birbirlerinin üzerine atlamamak için zor tutuyorlardı kendilerini. Birbirlerini manevi anlamda son derece tatmin etmişlerdi, şimdi ise maddi anlamda tatmin olmaları gerekiyordu. Hesabı isteyip kalktılar, sıraselvilerden cihangire indiler. Firuzağa camisinin karşısındaki meşhur şarap evinden çok güzel bir kırmızı şarap aldılar. Roma merdivenlerine oturup boğaza karşı şaraplarını içtiler. Hemen alt taraftaki parka inip salıncakta sallandılar, ceviz ağacının gövdesine bir kalp çizdiler, çakırkeyf kafalarla şarkılar mırıldanarak tekrar tophaneye indiler. İstanbul modernin önünden tramvaya bindiler ve Dolmabahçe’den çınarların hışırtıları altında yürüyerek adamın Beşiktaş’taki evine geldiler.
Ara sıra buraya birlikte geldikleri zaman önce bir şeyler hazırlayıp yerler, sonra uzun uzun muhabbet ederler, en son da birbirlerine sarılıp uyurlardı. Yarım bir mutlulukla yaşanan karı kocalıktı bu, sürekli korkular yatıyordu kadının içinde. Hamile kalmak en büyük korkusuydu. Balayında gibiydiler ama her seferinde sevişmeye yeltendiklerinde korunma içgüdüsüne kapılıyordu kadın. Son zamanlarda çok değişmişti, neredeyse kadınlığın tam bilincine varmıştı. Kendini ve isteklerini apaçık tanıyor, tanımlıyordu. Gündüzleri aklını hep adam, bu ev ve birlikte geçirdiği zamanlar kurcalıyordu.
Geçenlerde gazetede okuduğu bir haberde, Ortaköy’de bir parti evinde fuhuş yaparken basılan zengin kızlar kendilerini camdan aşağı atarak canlarına kıymışlardı. Adama bir şeyler sezdirmek istemiyordu, utanıyordu böyle şeyleri onunla konuşmaktan, bir türlü de kurtaramıyordu kendini bu korkudan. Abim burada olsa asla kalamazdım geç saatlere kadar bu evde. Arada kaçamak olurdu tabiî ki ama yine de iyi ki yok, daha fazla tedirgin olmak istemiyorum, dedi kendi kendine. Bir yandan adamı arzuluyor, bir yandan basılmaktan korkuyor, bir yandan da hamilelik yüzünden endişeleniyordu. Bu kez hepsini bir kenara itti, bu gece hiçbir şey düşünmek istemiyorum, canım ne istiyorsa onu yapıcam, hem de sonuna kadar..
Bu kez öylesine umursamaz davrandılar ki, daha içeri adım atıp da dış kapıyı arkalarından kapattıkları anda birbirlerini parçalarcasına sevişmeye başladılar. Filmlerdeki o meşhur sahnedeki gibi, hani adam bir ayağıyla kapıyı arkası dönük şekilde iterek kapatır. Sırtını kapanan kapıya yaslar. Kadın, adamın üzerine atlar, birbirlerinin üzerlerini yırtarcasına çıkarıp soyarlar, yarı çıplak halde yiyişerek yatağa doğru giderler, adam kadını yatağa iter, kadın düşünce adam da kadının üstüne çullanır. Ancak burada bir farklılık vardı, yatağa kadar sabredemediler, salonda yere yığılıverdiler. Saatler içerisinde ikisi de salonun ortasında yerde ayrı köşelerde, boks maçından çıkmış boksörler gibi bitkin ve yarı çıplak bir halde nakavt olmuşlardı. Kaldıramadılar kendilerini, hakemler 10’a kadar değil 10.000’e kadar saysalar yine kalkamazlardı düştükleri yerden. Ölümüne sevişmişler ve sonunda galiba ikisi de kaybetmişlerdi bu maçı..

Halikarnas Şarapçısı

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Adam-10

Kadından ayrıldıktan sonra adam minibüste oturduğu cam kenarında karmaşık hislerden uzun süre kurtulamadı. Duygularında dağınıklık vardı, düşüncelerinde de, her şeyinde, bakışlarında bile.. Kendimi toplamam gerek, böyle gidilmez.. dedi. Kadına yalan söylemişti, eve gitmiyordu. Mesai arkadaşlarıyla buluşacaklardı, eski bir arkadaşının eviydi Ortakent’te. Bir gün önce de başka bir arkadaşında kalmıştı, onu da söylemedi kadına, güvensizlikten değil de gereksizlikten. Güldü kendi kendine, bütün arkadaşlarım da kadın yani ben napayım.. bir kadın, başka bir kadını, güzel ve ya çirkin olsun hiç fark etmez, yine de çekemez. Hele ki ortada bir erkek söz konusuysa.. Hiç gereği yok durgun suyu bulandırmanın, dedi.. nasıl olsa bir gün hepsini tanıyacak..
Tanıdığı çevrelerle sık sık buluşmak, onlarla arayı sıcak tutmak ta özverili bir işti. Adam da bunu yapma çabasındaydı. Kendi bile küçümseyecek gibi oluyordu bazı buluşmaları. Buydu belki de adam için bölüşülmüş yargı. Ortakent’li bir torbacının bir gün deyiverdiği sözler arkadaşları arasında şaka konusu olmuştu. – Abe çekipdurun, çekipdurun, kafayı bulamayıpdurun.. böyle giderse evin yolunu da bulameceksin..
Artık daha bilinçli ve daha güvenliydiler. Adamın gizli, önemli ilşkileri bulunduğunu düşünenler de az değildi arkadaşlarının arasında. Pis pis sırıtanlar olurdu, o da onlara acı acı gülerek karşılık verirdi. Pek derin konuşmazlardı içerken yalnız, biri vardı ki aralarında, işte onunla baş başa kaldıklarında dünyanın altını üstüne getirirler, açmadıkları kirli çıkın bırakmazlardı.
Bunlar beni ne sanıyorlar yahu? Daha küçük yaşlardan beri babasının dilinden düşmeyen devrimci şiirleri bazen onlarla birlikte söylemek, Nazım’dan bir dörtlük okuyup günün politik tartışmalarını yapmak, özel sorunlarına ilgili davranmak, becerebilirse yardımda bulunmak, onların gözlerinde büyüttüğü bütün bu şeyler, adamın yalnız yaparken mutluluk duyduğu değil, yapmazsa hayatın tadı tuzu olmayacağına inandığı şeylerdi.
Benden bir şey aldıklarını sanıyorlar, oysa her şeyi onlar veriyor bana.. Marina’da indi, biraz yürüdü, tadıdamak’tan iki peynirli poğaça aldı. Tekrar minibüse bindi, minibüs türk hamamı gibiydi. O kadar sıcaktı ki, terden vıcık vıcık olmuştu insanlar. en arka köşe boştu, oraya geçti yarım açık camı sonuna kadar açtı ve poğaçalarını yemeye başladı. Yolda dura kalka ve sallanarak giden minibüsün arkasında sürekli akan bir trafik, loş ışıklı farlar, izbe sokaklar, kapanmış ya da kapanmakta olan dükkanlar, cadde üzerinde eve dönüş telaşında ya da bir mekana yetişme arzusundaki kadınlı erkekli çocuklu karma kalabalık, bütün gün yiyecek peşinde koşturup duran yorgun sokak köpekleri, azgın bir kedi, yokuş başında bir deniz manzarası, vapurlar, tekneler ve bütün bu tabloyu çerçeveleyecek olan göz kapakları.. o niye yoktu bu tabloda? Gerçekten de kadın yoktu burada. İrkilir gibi oldu birden, çözüm aradı. Nedense başka bir adam geliyordu aklına. O da olmamıştı hiç. Yoksa adam da mı olmamıştı? Sonra yavaş yavaş bildiği her şeyi tek tek yargılar gibi, ayrıntılarıyla gözden geçirmeye başladı. Kadını, kadınla ilişkilerini.. haksızlık ediyorum galiba, ilk karşılaştıkları andan itibaren, dolaştıkları yerlere kadar sosyete, yarı sosyete her yer.. ya bir rastlantı ya da zorunluluktan gitmişti oralara da. Ne kökeni, ne alışkanlıkları, ne inandığı şeyler, ne de zevki o yerlerin kadını olmasına uygun değildi. Bizi yaklaştıran da bu olmadı mı daha ilk gecemizde? Evimizde içtiğimiz geyikli mumlar eşliğindeki kırmızı şaraplardan sonra sabahın beşine kadar ettiğimiz muhabbetler ve güneş dimdik yukarı çıkana kadar yataktan çıkmayışımız.. Ama kadın kopamaz oralardan, Fransa’da büyümüş ne de olsa. Yine de oranın çingenelerinden yoksulluğu görmüş, bi de sokaklarda dilenen çocukları.. Varlıklı soydan gelmek kolay kurtulunucak bir ego değil. Aman, nerden çıktı şimdi bu brujuvazilik.. Hep o torbacının yüzünden, bi türlü güzel mal getirmez ki arkadaş..
Evine geldiğinde bayağı garip duygular kaplamıştı adamın içini. Düşünmekten şimdi bile utandığı kuşkular doluvermişti içine. Hiç hoş bir şey değildi böyle anlamsız işler yapması. Ama ne yapsın? Başka çaresi var mıydı ki? Bulaşmıştı bir kere bu boka, tadını almıştı serseriliğin, nasıl düzeltecekti ki kendini, hayatına düzgün bir kadın girmediği sürece.. Girdi de ne oldu, ya? Düzeltebildi mi her şeyi? Güvensizlik nasıl düzelecek peki, yine de korkuyordu işte bazı şeylerin hiç düzelemeyeceğinden. Bu korku adamı, kendine olduğu kadar başkalarına da güvensiz kılıyordu. Kaldığı yerden yaşamaya devam etme havası vardı, biten hiçbir şey yoktu hayatında, geçici olarak tükenen şeyler, tükettikleri vardı sadece. Bunların yenisini tedarik ettiği sürece de, kalan zamanında bir problem yaşamayacak gibi görünüyordu..

Halikarnas Şarapçısı

3 Ağustos 2014 Pazar

Adam-9

Hiç kimsesi kalmadı yanında, şimdi gerçekten de yapayalnız bir adamdı. Buydu aradığı belki de, amacına bir adım daha yaklaşmış sayıyordu kendini. Arzuladığı o müthiş sıçramayı yapacaktı, yapmalıydı, tam yeri ve zamanıydı. Bu fırsatı belki de bir daha hiç bulamayacaktı. Yoğunlaşmalı, son noktayı koymalıydı artık. Zihninde bütün biriktirdiklerini bir kurguda toplayıp, asrın romanını yazmalıydı. Başka ne için yaşanırdı ki zaten? İnsanların birbirlerine üstünlük kurma yarışlarını iğrenerek izliyordu. Daha fazla bu iğrenç senaryoya maruz kalmak istemiyordu. Böyle bir dünya çekilecek gibi değildi zira.
Kimisi holdingleriyle.. kimisi uçakları, yatları, arabalarıyla.. kimisi dededen, babadan kalma mallarıyla.. kimisi üç kuruş biriktirip aldığı eviyle.. kimisi şansı yaver gidip elde ettiği kariyeriyle.. kimisi çocuğuyla, kimisi çoluğuyla, kimisi eşinin dostunun akrabasının başarılarıyla.. kimisi salt güzelliğiyle, kimisi giyimi kuşamı, süsüyle.. kimisi atıp tutmaca hayalleriyle.. neyi kanıtlamaya çalışıyorlardı ki? Niye böyle bir kompleksle yaşıyorlardı ki? Ah! Zavallı insancıklar ah! Beğenilme, takdir görme arzusu, çılgınlık derecesine varan, çevresine yüce görünme çabası.. peki ya bütün bunları düşünürken hiç mutlu muyuz acaba, diye düşünüyorlar mı? Tüm bunların hepsi aslında insanları mutsuz etmek için çok önceden planlanmış bir oyun değil mi? Keza bu oyunu düzenleyenleri de zamanla bir bataklık gibi içine çekmiş olan bir oyun.. sermayecilik oyunu! İnsanların anlık hoş hislerini malzeme olarak kullanıp, bu malzemeleri onlara satarak para kazanma oyunu.. hoş anlar geçtikten sonra ne malzemeyi satan mutlu, ne de onu satın alanlar mutlu..
Maddeye sahip olarak her şeye sahip olunabileceği düşüncesi ve bununla beraber mutlu olunabileceği teorisine inanmak.. ne kadar da yanıltıcı.. koskoca bir çölde serap görüyor insanlar, ve yaklaştıkça kaybolan, uzakta yenisi beliren ve asla yakalanmayacak olan hayallerin peşinde koşturup hayatını boşuna harcıyorlar.. ve bunu keşfedene kadar yaşlanıp son nefesine dayanıyorlar, ah! Zavallı insancıklar ah! Daha da elem verici bir nokta da şu ki, süreç içerisinde ders almayı öğrenemiyorlar, sadece tecrübe kazandıklarını söylüyorlar birbirlerine ama yeri gelince aynı serabın peşinden gitmeyi de elden bırakmıyorlar. Acizlik diz boyu..
Bir başka sorun da şu; mutluluğu hep başka yerde, uzaklarda, karşı taraflarda aramak.. neden hep komşunun bahçesindeki çimen yeşil gelirse işte.. aynı şekilde arkadaşlarının işleri daha güzel, arabası daha çekici, karısı yada kocası daha anlayışlı, evi daha sıcak, çocukları daha akıllı gibi gelir.. Kendilerinden o kadar nefret etmişlerdir ki, düşünceleri bile ezik, aşağılık bir insan oldukları mesajını verir. Bu aşağılık kompleksini de yeni bir iş, yeni bir araba, yeni bir eş, yeni bir ev ve yeni bir çocuk ile çözmeye çalışırlar.
Adam ne yapsın bu hem iğrenç hem de zavallı kolonilerin arasında kendi köşesine çekilmekten başka.. efendim diyorlar ki, sen böyle söylüyorsun amma, sana söylemesi kolay. İşin yok, paran yok, araban yok, karın yok, çoluğun çocuğun yok.. hele bir senin de olsun da o zaman seni de görücez.. Görücez bakalım! dedi adam.. ne değişecekse? Sanki bu sayılanlar mı insanın daima mutlu olacağına garanti ediyor? Herkesin yaptığı, herkesin sahip olduğu şeyler zaten mutlu edemiyor ki adamı.. bunu niye anlamıyorlar, anlayamazlar ya, öylesine soruyor işte.. ne kadar çok insan bir şeyin peşinden gidiyorsa, orada mutlaka değerli bir şey vardır elbette ama ne kadar az insan bir şeyin peşinden gitmeye cesaret ediyorsa orada daha çok değerli bir şey vardır kesinlikle.. o çok değerli şeye sahip olmak, bu sıradan insanların saydığı şeylere sahip olmaktan çok daha önemliydi adam ve onun gibi olan diğer azınlıktaki insanlar için. Asla bir kaybetmişlik değil ya da kaybetmişlikten doğan bir düşünce değil bu, eninde sonunda ulaşılacak mutlu bir sonun bekleyişiydi. Hem de durgun, çaresiz ve anlamsız bir bekleyiş değil, aksine umut dolu, heyecanlı ve bilinçli bir bekleyişti. Durmadan çalışıyor, yeni yollar üretiyordu. Kimse ona inanmasa da, şu anda yalnız da olsa, maddi dünya dışında yalnız olmadığına gayet emindi. Bunu tüm kalbiyle, tüm damarlarında hissediyordu çünkü. İçine kapıldığı sinerji, bundan yüzlerce yıl önce yer yüzünde aynı şekilde yaşamış olan insanların beynini kurcalayan düşüncelerdi, şimdi ise onun beynini kurcalıyordu.. ve sıradan insanlar bu düşünceleri şeytani olarak yorumluyor hatta şeytanın ta kendisi olarak ilan ediyordu. Zaten nerede, yanlış olmasa bile aykırı bir olgusallık, aykırı bir biçim, çoğunluğun tartışmaya bile cesaret edemediği durumlar, olaylar olsa hemen şeytana atıfta bulunuluyordu. Öyleyse onların gözünde, içine şeytan kaçmıştı adamın. Şeytanın, tasvir edilen şekillerde olmadığı hatta korkunç bile olmadığını biliyordu adam. Tanrı’yı kafasında oluşturduğu kavram kadar şeytanı da oluşturmuştu. İkisi de enerji, ikisi de güçlü, ikisi de düşünce sonucu ortaya çıkan olgulardı fakat biri iyiliğin, diğeri kötülüğün simgesi olmuştu. Peki neye göre, kime göre? Tanrıya göre mi, şeytana göre mi? Tabiî ki de insana göre.. neden diğer canlılara da göre olmasın? Onların aklı fikri yok değil mi? İşte bunlar da insanın aklına göre düzenlenip sunuluyor doğaya. Hiç de doğal olmayan bu kurallar sanki doğanın kanunuymuş gibi algılatılmaya çalışılıyor, nitekim de büyük çoğunluk etki altına alınmış olunuyor. Bu yapay kanunların etkisinden kurtulmuş olan şanslı insanlar, birbirleriyle çok mutlu birliktelikler sağlayabiliyorlar. Bu gibi örneklere şahit olmuş olan adamın da tek gayesi buydu. Kısa süre içinde yakaladığı dış etkilerden arınmış bir mutlu birlikteliği, uzun vadeye yayabilecek, ısrarla sürdürebilecek ve böylece adamın teorisini kanıtlayabilecek bir insanla kuracağı hayatı yaşamayı umut ediyordu.

Halikarnas Şarapçısı