SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

28 Nisan 2012 Cumartesi

Neden-sizce?

Seni sevmek için bi nedenim yok
Neden sevdiğimi bilmiyorum,
Şu ve ya bu sebeple değil,
Nedensizce seviyorum..
Gözlerinin güzelliği için mi? hayır,
Gülüşünün tatlığından mı? değil,
Sesinin serenadı mı? bilmiyorum,
Nedensizce seviyorum..
Beni sana bağlayan bi davranışın yok,
Ya da herhangi bi özelliğin keza
Onların hiçbiri olmasa da
Seviyorum nedensizce..
Seni, sadece varlığını
Olduğun gibi öylesine
Hem de böylesine bi aşkla
Nedensizce seviyorum..
Bir beklentim yok senden
Umudum varsa da kendimce
Hayalimde sevdim seni
Tamamen nedensizce..
Onlarca güzel geçerken her gün
Gözlerimin önünden peşi sıra
Ben seni düşünüyorum
Neden-sizce..??

Ulaş Tuzak

23 Nisan 2012 Pazartesi

Bağımlılık

Ne içki, ne sigara, ne ot, ne de kumar
Hiç biri bağlayamadı beni kendine, senin kadar
Hepsini denedim, hepsini bıraktım
Hiçbirinde seni bıraktığım kadar zorlanmadım..

Ah keşke şimdi burada olsan sevgilim
Elinden suyu içki diye içsem
Kokunu sigara dumanı gibi çeksem ciğerlerime
Saçlarını sarsam cigarama ot diye
Aşkınla kumar oynasam yine..

Ulaş Tuzak

Gerçek Bir Hayaldir Mutluluk

Tam şu anda içinde bulunduğum durumu düşünüyor, bir durum değerlendirmesi yapıyorum. Hayalperestim, hayal kurmaktan inanılmaz zevk alıyorum, evet buna bayılıyorum. Bir dilim kek yemeye ya da bir külah dondurmaya tercihimdir her zaman sade bir hayal. Kendimi onların içinde yaşıyormuş gibi hissediyorum ve bir gün gerçek olucak olmaları ihtimalinin düşüncesi bile beni heyecanlandırıyor. Sanırım hayallerime aşığım, hayallerimdeki kişilere ve mekanlara. Oradaki şizofren yaşam beni müthiş etkiliyor ve keyiflendiriyor. Alice gibi harikalar diyarındayım sanki.. Önemli olan mutlu olmaksa, nerede ve nasıl olduğunun bir önemi yok. İster evde, ister işte, ister bu dünyada, ister öbür dünyada, uzayda ya da gerçek dışı bir simülasyonda, ne fark eder ki.. Kendini mutlu edebiliyorsan şanslısın. Ama mutluluğu baki kılabiliyorsan daha da şanslısın. Mutluluk yaşam tarzın olmuşsa en şanslısı sensin bu kainatın.. Mutluluk nedir sevgili arkadaşım? Bundan daha güzel bir cevap bulamıyorum her düşündüğümde; hayallerin gerçekmiş gibi olması. Ama hayal etmek gerçek bir şey değil mi zaten? Hayal kuruyor olmak ve bundan keyif almak gerçek değil mi? Gerçek olması diye tabir ettiğimiz şey sadece onlara dokunmak. Ne yani, dokunamadığımız her şeye yalan mı diyorsun sen? Tanrı’ya da dokunamıyoruz ama onu nasıl hayal edebiliyoruz peki? İşte benim düşleme yeteneğim var olduğu sürece, hayaller şüphesiz hayatımın vazgeçilmez bir parçası olarak kalıcaklar.. Gerçekte içinde bulunduğumuz hoş anlarda bu dakikaların nasıl hızlı biçimde aktığını hissederiz ne kadar uzamasını istesek te tadı damağımızda kalır, hevesimiz de kursağımızda. Hayallerde ise bir an bile ayrı değiliz bize hoşluk veren şeylerden. İşte püf nokta bu, işte hayalin gerçeği yendiği nokta bu. Hayaller her zaman gerçeklerden daha güçlüdür tezinin kanıtı bu. Bu yüzden gerçekler sadece hayallerin bir anlık yansımasıdır diyebilirim.. Mesela gerçekte artık olmasan da yanımda hayallerimde hala benimsin ve de benim istediğim şekilde yaşayacaksın. Kendi tarzıma göre çizebileceğim bir kadınsın orda ve canım sıkılnca silip tekrar yazabileceğim bir hikayesin. İstediğim kadar öpebilir, istediğim kadar koklayabilirim seni, kimse karışamaz. Acımayacağını bildiğim için istediğim kadar ısırabilirim dudaklarını hayallerimde. Yani sen istemesen de, ben istemediğim sürece çıkamayacaksın düşlerimden.. Ulaş Tuzak

20 Nisan 2012 Cuma

UZUN HİKAYE - (1.BÖLÜM)

Hani bigün bana ‘neyin var’ diye sormuştun da, ben ‘yok bişeyim’ demiştim ya hatırlıyor musun? Sonra ısrarla ‘var var, ben anlarım, bu tavırlarda var bişeyler, anlat hadi’ diye üsteleyince, ‘uzun hikaye, sonra anlatırım’ diye ilgisizce başımdan savmıştım seni hani.. İşte şimdi anlatmaya başlıyorum içimde tüm gizli saklı ne varsa..
Altı yaşında körpecik bir çocuk vardı Balıkesir’in Bandırma ilçesinde. 100.yıl mahallesine daha yeni taşınmışlardı paşabayır mahallesinden. Artık kirada oturmaktan kurtulacak ve kendi evlerine kavuşmuş olacaklardı sonunda. 1582. sokakta 21 numaralı evde ikamesi yapıldı. Ardından, yaşı küçük olmasına rağmen 100. yıl ilköğretim okuluna kaydı yapıldı. Çünkü, abisinin okula başlaması onda aşırı bir kıskançlığa yol açmıştı. Abisi okula gittiğinde, evde tek başına kalıyor ve sıkılıyordu. Oyun oynayacak arkadaşı yoktu başka. Bu yüzden de zorla da olsa kendini okula kaydettirmeyi başarmıştı. Okul müdürünün de yardımıyla anasınıfına dahil oldu. Okulların açılmasını sabırsızlıkla bekliyordu. İçinde belirsiz fırtınalar kopuyor, içi içine sığmıyordu. Orda ne vardı, neler olucaktı. Bu bilinmezlik onu okula karşı daha çok çekiyordu. Bu karşı koyulmaz arzu ile kayıt olduktan sonraki bir haftayı sabırsızlıkla geçirmişti ve sonunda okulların açılacağı gün gelip çatmıştı. Annesinin elinden tutarak okulun yolunu tutmuş ve bu arada annesine onlarca soru sormuştu, annesinin bile cevap veremeyeceği.. Sonunda annesini bezdirmişti ve annesi de onu anasınıfı öğretmenine teslim edip okuldan ayrılmıştı. Evet, artık o çok merak ettiği okulundaydı..
Sınıfta hiç tanımadığı kendi yaşında olduğunu düşündüğü kırmızı önlüklü çocuklar ve bir tane de başlarında duran bir kadın vardı.. Oysa kendisi mavi önlüklüydü burda bir terslik vardı.. Öğretmeni annesine neden kırmızı önlük giydirmediğini sorduğundaysa annesi, çocuğun kırmızı giymeyi sevmediğini söyledi. Onu öylece kabul ettiler. Annesi çocuğu bıraktı ve gitti. O gün hiç kimseyle konuşmadı. Çünkü o okulda ders yapıldığını sanıyordu ancak herkes elinde bir oyuncakla oyun oynuyorlardı.. Şaşırmıştı ne yapacağını bilemedi ve çaresizlik içinde okulun bitmesini bekledi, pencere kenarında uzaklara dalarak.. Zaman zaman oyuncaklara baktıysa da hiç keyif almadı.. Okul onun için oyun oynama yeri değildi.. Böyle olmamalıydı daha farklı bişey bekliyordu.. Okul bitiminde annesi onu almaya gelmişti bile, yine annesinin elinden tutarak evinin yolunu tuttu. Annesi ve babası ya da abisi olmadan yabancılarla birgün geçirmeye alışık değildi, ilginç bir deneyim olmuştu onun içinde.. Şimdilik neler olduğunu anlayamıyordu fakat ilerleyen günlerde anlayabileceğini düşünüyordu olan biteni.. Bir sonraki gününde aynı şekilde geçmesi canını sıkmıştı.. Bu kez ciddi ciddi sorgulamaya başlamıştı neler olduğunu. Cevabını bulamıyordu, fakat sonraki birkaç günün de böyle geçmesi onu iyice başka birşey yapmaya itmişti. Yaşıtları oyuncaklarla oynarken o defterine birşeyler karalıyordu. Tabi bu da kısa süre içinde öğretmeninin dikkatinden kaçmadı. Bunu diğer öğretmenlere anlatan anasınıfı öğretmeni, birgün teneffüste bikaç öğretmen ve müdür yardımcısıyla çocuğun yanına geldiler. Ona üst sınıfa yani birinci sınıfa gitmek isteyip istemediğini sordular. O da sanki bunu bekliyormuş gibi büyük bir mutlulukla bunu kabul etti. Onu bir sonraki ders karşı sınıfa aldılar. Yeni arkadaşlarının önünde tahtaya bazı harfler ve kelimeler yazmasını istedi yeni öğretmeni. Çocuk, öğretmen ne söylediyse yazdı. Sonra sınıfın en ön sırasına oturtuldu.. Diğer öğrencilerin şaşkın bakışlarına maruz kalan çocuk kendinden emin bir şekilde o günü geçirmiş olmanın tadını çıkara çıaka, hoplaya zıplaya evine gitmişti. Olan biteni ailesine anlattığında başta inanmamışlar ertesi gün öğretmenine gidip sorduklarında öğrenmişler ve çok mutlu olmuşlardı.. Artık onu okul çıkışında beklemiyorlardı. Çünkü artık hem yolu öğrenmişti hem de birinci sınıf olmuştu.. Çok zeki olduğunu ailesi zaten biliyordu ona bu konuda güveniyorlardı. Çocuk artık okula her zamankinden daha bir keyifle gidiyordu ve her geçen gün neşesi daha da artıyordu. Öğrenmeye olan tutkusu inanılır gibi değildi. Herşeyi çok çabuk öğreniyordu, bu öğretmenini de heycanlandırıyordu. Öğrenme hevesi, birşeyler yapma arzusu sınıftaki agresifliği bütün dikkatleri üzerine çekiyordu. Öğretmeninin özel ilgisi onu daha da coşturuyor ve bundan büyük haz alıyordu. Eve her dönüşünde de mutluluktan gözleri parlıyordu. Daha fazla öğrenmeye ve daha fazla keyf almaya başladığını hissettiği bir an okulda başka birşeyin varlığını farketti.. Tanımlayamadığı garip birşey daha, onu okula çekmeye başlamıştı. Her akşam sabah olsun istiyor, okula koşarak gidiyor fakat eve gelmek istemeyen, ayak direten adımlarla eve dönüyordu hüzünlü bir şekilde.. Okulun bitmesini hiç istemiyordu, nedeni neydi bunun acaba? Tabiki sonunda nedenini anladı.. o zeytin kokulu, bembeyaz tenli, küt saçlı tatlı kız.. Ona karşı, karşı koyulmaz bir çekim hissediyordu. O nereye gitse hep orda olmak istiyordu. Onunla konuşmak istiyordu ama her seferinde heycanlanarak bu isteğini erteliyordu. Neden bu kadar heycanlanıyordu, bunu kendisi de bilmiyordu. Tesadüfen arkadaşlar arasında toplanıp biraraya gelse, ona bir gönderme yapmayı es geçmiyordu. Onu bir keresinde resim dersinde yanına çekmeyi başarmıştı. Resim yapma yeteneği diğer çocuklardan daha iyiydi ve bu kızın dikkatinden kaçmamıştı. Birgün resim dersinde kız, çocuğun yaptığı resimden çok etkilenerek onun yanına oturdu ve onu izlemeye başladı hiç konuşmadan.. Bu durum çocuğu oldukça heycanlandırmıştı ve resim yaparken elleri titremeye başladı birden. Resmi mahvedebilirdi ancak resmin mahvolması durumunda neler olabileceğini düşündü biran, kendisi de mahvolabilirdi.. Hemen kendini toparladı ve kaldığı yerden resme devam etti, resmi bitirdi.. Kız onu tebrik etmek için masum bir buse kondurucunca yanağına, biran hayat durdu onun gözünde, gökkuşağı yere inmişti sanki ve onun üzerinde yürüyordu adeta.. Ardından yıldızlar yağmaya başlıyordu üzerine.. Bu kısa sersemlemeden sonra etrafına baktığında kızın yanında olmadığını gördü. Tenefüs zilinin çalıyor olduğunu duydu ve herkesin dışarı çıktığını bir tek kendisinin sınıfta kaldığını gördü etrafına baktığında.. Yavaşça defterini topladı ve çantasına koydu.. Öylece oturup diğer dersi beklemeye başladı, hala öpücüğün etkisinde olduğu gözlerinden belli oluyordu.. Daldı gitii..
Bir başka gün, yine tenefüste arkadaşlar toplanmışlar, sınıfta şarkı söylüyorlardı. Biraz sonra o güzel kız da gruba dahil oldu. Bunun üzerine çocuk hemen olaya müdahil oldu. Sıradaki şarkıyı kendisinin söylemek itediğini dile getirdi. Ardından grup vitamin'nin turkish kovboy şarkısının nakarat kısmını söyledi.. Canavar taklidi yaparak söylenen kısmı çok ilgi uyandırmıştı arkadaşları arasında.. Onun ise hiçbirinin ilgisi umurunda değildi, gözleri sadece ve sadece o kızın üzerindeydi.. Onun ilgisini bekliyordu ve nihayetinde kızın ilk tebessümü ile adeta coşmuş, kendinden geçmişti.. Onun tarafından beğenilmesi istediği en önemli şeydi. Evet artık şüphesi kalmamıştı. Kız kendisinden hoşlanıyordu.. Çünkü resimlerini beğenmiş ve şarkı söylerken eğlenmişti.. Fakat geriye tek bir sorun kalmıştı, kendisinin de ondan hoşlandığını onun yüzüne karşı dile getirmek.. Bu düşündüğünden de zor birşeydi.. Her seferinde niyetlenip geri adım atmak ya da başka bir güne ertelemek..
Erteleye erteleye yıllar geçmiş ve 3. sınıfta, sınıf öğretmenlerinin eşinin mesleğinden dolayı tayin olmasından sonra sınıfları ayrıldı.. Artık o kız, çocuk için hayatında unutamayacağı bir platonik aşkı olucaktı. Ayrıca ilk aşkı olması özelliğini de taşıyordu ve bu çok değerliydi.. Her ne kadar kız bundan haberdar olmasa da.. Sınıf öğretmeninin tayin olacağını sınıfa açıkladığı 3. sınıfın yılsonu karne dağıtım günü adeta çocukların gözyaşlarına boğulmasına neden olmuştu. Özelliklede bu çocuğu çok etkileyecekti.. Çünkü kendisini anasınıfından alıp birinci sınıfına götüren ve kendisiyle üç yıl boyunca özel olarak ilgilenen bayan öğretmenine karşı içten içe gizli duygusal olarak birşeyler hissediyordu.. Masum bir aşktı bu sanırsam. Ve şimdi ondan ayrılacak olmak çocuğu derinden etkileyecekti..
Sınıftaki öğrencileri başka sınıflara paylaştırılmış bir şekilde 4. sınıfa başlarlar.. Yine yeni arkadaşlar ve yeni bir öğretmen karşısına çıkar.. Fakat bu öğremen diğerinden çok farklıdır.. Orta yaşından üzerinde bıyıklı ve sigara kokan bir erkektir.. Sürekli kendini öven ve arada bir de ‘ah siz benim elime 1. sınıfa geçicektiniz’ deyip duran gıcık birisi işte.. Fakat çocuk bu yeni ve garip duruma da fazla zaman geçmeden uyum sağlayacaktır.. Hemen yeni arkadaşlıklar dostluklar kurmaya başlar.. Önce sıra arkadaşı, daha sonra önündeki arkasındaki yanlarındaki derken tüm sınıfın ismini ezberler ve herkesle kaynaşır duruma gelir.. Tabi arkadaşlık ve dostlukların yanısıra o gizemli duygu da kendini açığa çıkaracaktır bir süre sonra.. Bastıramadığı, engel olamadığı bir şekilde kopuvericekti içinden ve yapışacaktı yeşil gözlü kumral bir kızın bedenine.. Artık kendine yeni bir platonik aşk bulmuştu, peşinden gizli gizli gidebileceği.. Geceleri düşünüp mutlu olabileceği ve defterinin arka sayfalarına birkaç satır birşey karalayabileceği biri vardı artık.. Sınıfta o kızın arkasında oturuyor, bütün gün boyunca derslerde hep ona bakıyordu.. Onunla konuşabilmeyi kurguluyordu kafasında.. Bişey bulamayınca arkasından ona dokunup silgi falan istiyordu.. Bu dokunuşlarında kızın gıdıklandığını farketti ve arasıra şakalaşmaya başladı, derslerde onu gıdıklıyor ve bazende saçlarını çekiyordu.. Ona olan ilgisini belli etmek istiyordu onunla bu şekilde uğraşarak.. Kız arkasını dönüp bir kere gülümsediği zaman dünyalar onun oluyordu. Çünkü gerçekten güzel bir kızdı Belkız..
Birgün kızın mahallesine gitmişlerdi bir arkadaşının bisikletiyle. Orada, arkadaşından bisikleti istedi. Kızın sokağında bir tur atıp geleceğini söyledi. Arkadaşı da kabul etti ve bisikleti çocuğa verdi. Çocuk, öyle heyecanlı bir şekilde aldı ve sürmeye başladı ki bisikleti, ne kadar hız yaptığının kendisi de farkında değildi. Bir an karşıdan araba geldiğini gördü ve direksiyonu kırdığında yan taraftaki inşaatın duvarına çarptı ve çenesinde bir ömür taşıyacağı yaraya sebep oldu. Bunun üzerine arkadaşı hemen onun yanına koştu ve onu bir çeşmeye götürdü. Çenesini yıkadıktan sonra tişörtünü çıkarıp yaranın üzerine bastırdı ve arkadaşı onu eve bıraktı. Evde bir yara bandı bulup çenesine yapıştırdı..
Birgün sınıfın toplu fotoğrafı çekilecekti.. Herkes hazırlığını yaptı ve fotoğrafın çekileceği yer olan okulun girişindeki merdivenin basamaklarına dizildi. Çocuk ta hemen kızın arkasında kendine bir yer bulmuştu. Artık herşey hazırdı ve denklanşöre basılması an meselesiydi ki, bizimkinin gözü yine kıza kaymıştı. Ve malesef fotoğrafta ona bakarken çıkmıştı. Aslında bir yandan bakıldığında bu güzel bir şeydi. Belki de bu fotoğrafa bakan kız, ondan hoşlandığını anlayabilecekti.. Fakat bu düşündüğü de olmadı. İlkokulun son sınıfındaki hatıra fotoğrafında bir iz bırakmıştı aşkına dair.. Kim bilir bunu sadece kendisi biliyordu ve sonsuza kadar ondan başka kimse bilmeyecekti böyle saf ve derin bir duygunun varlığını..
İlkokul bittikten sonra o yaz çocuk güreş sporuna başladı. Artık aklını meşgul edebilecek ve aşkını unutabilecek birşeyler bulmuştu sonunda. O da abisine olan kıskançlığı ile olmuştu yine.. Abisi arkadaşlarıyla birlikte antremanlara giderken peşine takılmış, abisi istemese de gizli gizli onu takip etmiş ve çalışma salonunun yerini öğrenmişti. İlk antremanı izlerken güreş hocası kendisinin de antremana katılmasını istemiş ve böylece spor hayatı başlamış oldu.. O kadar hırslıydı ki, okuldaki başarısı ve çalışma azmi, burada da kolaylıkla kendini gösteriyordu.. Nitekim güreş antrenörü de bu durum karşısında kayıtsız kalamadı.. Yaşı küçük olmasına rağmen, doktor raporuyla onu Balıkesir'e o yılki il genel müsabakalarına götürme kararı almıştı.. Bu gelişme onu daha da kamçılamıştı.. Başarıcağına yemin etmişti ve kendine kuşkusuzca güveniyordu.. Nitekim Balıkesir'e ilk adımını attığında neler yapıcağı her halinden belli oluyordu.. Yüzündeki kendine güven ve kararlılık hat safhadaydı. Müsabakalar başladı ve o rakiplerini bir bir malüp etti. Madalya töreninde ise şampiyonluk kürsüsüne büyük bir gururla çıkmıştı. Artık onun peşinden koşabileceği başka bir platonik tutku vardı; güreş sporu.. Bundan sonra hep daha büyük başarıları arzuladı.. Arzuladığı başarılara ulaşabilmek için de daha çok çalıştı ve yine o yaz Denizli'de bölge şampiyonluğunu, Kayseri'de gerçekleşen Türkiye Şampiyonluğunda ise 5.lik derecesini elde etti.. Bu Türkiye güreş eğitim merkezi seçimelerinin mülakatında federasyon müdürünün de bandırmalı olması nedeniyle abisiyle birlikte milas güreş eğitim merkezine yerleştirildi.. O yıl milas güreş eğitim merkezinin de ilk yılı idi. Yeni açılmıştı ve milas gerçekten güzel bir yerdi. Muğla'nın ilçesiyidi sonuçta, güzel olmaması mümkün değildi..
Artık profesyonel bir sporcuydu. Spor müdürlüğüne bağlı, lisanlı bir sporcu.. Bundan sonra varını yoğunu onun için kullanacaktı. Tabi ki bir de okuluna.. Orta birinci sınıfa yani 6. sınıfa diğer güreşçi arkadaşlarıyla birlikte Dr. Mete Ersoy ilköğretim okulunda devam edecekti. Yine yeni bir arkadaş ortamına girmişti. Fakat bu sefer tek bir öğretmen yoktu. Her derse farklı öğretmenler giriyordu. Bu eğlenceli birşey olsa gerek diye düşündü.. Birden aklına birinci sınıf öğretmeni Afet öğretmen geldi.. Onunla yaşadıkları anları düşündü, duygulandı.. Onu görmek, ona dokunmak, onunla konuşmak geçti içinden.. Bu duygu o kadar güçlüydü ki, hemen o anda bunun gerçekleşmesini istedi.. Olmayınca garip bir şekilde kalbinin hızlı hızlı çarpmaya ve terlemeye başladığını, başının döndüğünü gözlerinin karardığını, nefes almakta zorlandığını hissetti.. Ölmek üzere ya da çıldırmak üzere olduğunu düşündü.. Bir an nedensizce bağırdı ve koşarak tuvalete gitti.. Yüzüne su çarptı ve sakinleşmeye başladı.. Kendine ne olduğunu bilmiyordu ama oldukça korkmuştu.. Bir daha böyle birşeyin olmaması için dua etti..
Korkması anlamsızdı üsteklik, büyümüştü çünkü. Zaten büyüdüğü kıyafetlerinden bile belliyidi.. Artık o beyaz yakalı, mavi önlük olmayacaktı üzerinde. Bundan sonra, beyaz gömlek, kravat,, kumaş pantolon,, üstünde ceket ve altına kunduraları olacaktı. Bu güne kadar hiç böyle giyinmediğini farketti. Büyük adamlar gibi olmuştu, kendisine aynada baktığında başkasını görüyordu artık. Daha bir güven geliyordu kendisine. Hele o kundura ayakkabıları işi iyice ciddiye bindiriyordu. İlk defa bir kundura ayakkabı giyecekti ve onu parlatmak zorunda hissedecekti hergün okula gitmeden önce. Okula bir beyefendi edasıyla gidip geliyordu. Gerçi okula hep toplu gidip gelirlerdi, kafile halinde. Fakat çocuk bu durumdan rahatsız olurdu. Ya en önde ya da en arkada yürürdü. Kendini farklı ve özel hissediyordu. Bu da onu mutlu ediyordu. Kalabalık bir grubun içinde asimile olmayı istemiyordu.. Sürekli bir farkedilme duygusu besliyordu içinde.. Nitekim günün birinde, 7. sınıflardan bir kız kendisine, ondan hoşlandığını söylemişti, okul koridorunda kenara çekerek. Hatta yemin billah ediyordu. Onunla görüşmek ve beraber olmak istediğini söylüyordu. O da bu durum karşısında afallıyordu doğal olarak. Hiç birşey söyleyemiyordu, kızın gözlerine bakıp susuyordu.. Çünkü böyle bir durumla karşı karşıya kalmamıştı daha önce, napıcağını bilemiyordu. Ara da bir tamam diye geçiştiriyordu kzıın söylediklerini.. Bu gibi davranışların hep erkekler tarafından başlatıldığını düşünüyordu.. Yine en son kız görüşürüz dedi el sıkıştılar ve çocuk tamam deyip sınıfına gitti. O gün hiç konuşmadı. Okuldan sonra yurda dönerken grubun en arkasında düşünerek gitti.. Yurtta da hiç konuşmadı, yemek yerken, antreman yaparken, akşam ders çalışırken yine hep sustu ve kızı düşündü.. Yatağa yattığında ise uyuyamıyordu, aklında bir sürü soru vardı cevabını bulamadığı.. En sonunda herkesin uyuduğuna kannat getirip kalktı yatağından ve eline bir kağıt kalem alıp masaya oturdu ve yazmaya başladı.. Hem sorgulayacak, hem konuşacaktı kızla. Öyle derin, öyle yürekten, öyle etkileyici bir mektup yazmıştı ki, bunu okuduktan sonra kız kesinlikle onun duygularını keşfedebilecekti.. Artık kafası rahattı, mektubu pantolonunun arka cebine koydu ve yatağına uzandı. Sabah olduğunda, heyecanlı bir şekilde uyandı fakat bu heyecanını diğer arkadaşlarına belli etmemeye çalışan bir ifadeyle okul kıyafetletini giymek için dolaptan çıkarıp yatağının üzerine koydu. Kahvaltı yapmak için kahvaltı salonuna gitti. Kahvaltıdan sonra kıyafetlerini giymek için odaya geldi, hızlı bir şekilde giyindi. Tam odadan çıkacaktı ki mektup aklına geldi, elini pantolonunun arka cebine attı mektup yoktu. Diğer ceplerini yokladı, yerlere baktı, yatağa baktı, dolaba baktı bulamadı birtürlü.. Yarı kızgın yarı üzüntülü bir şekilde yatağa uzanıp düşünmeye başlamıştı ki o anda bir arkadaşı mektupla içeri girdi. 'Çok sağlam yazmışsın, bu kız senin olur kesin' dedi. Mektubu ona uzattı.. Neden mektubu aldığını sordu hiddetle ona, o da almadığını, yerde bulduğunu söyledi.. Çocuk mektubu bulmuş olmanın coşkusuyla daha fazla soru soru sormadan mektubu aldı ve bu kez katlayıp ceketinin iç cebine koydu. Odadan alelacele çıkıp okula gitti yine bu sefer kafilenin en önünde..
Okula geldiğinde ise mektubu nasıl vereceğini düşünmediğini farketti.. Karşısına geçip te ona bu mektubu verebileceği cesareti bulamadı kendinde. Abisine söyledi bu durumu ve abisi zaten kızla aynı sınıftaydı. Abisi, ben hallederim merak etme sen dedi ve içine bir de yüzük koyup kıza götürdü.. İçi içine sığmıyordu, çok heyecanlıyıd, ilk defa duygularını ve düşüncelerini bir karşı cinse aktarmayı başarmış olduğunu düşünüyordu. Konuşmadan da olsa bir kıza kendini ifade edebilecekti nihayet. Bu ifade edebilmenin hazzını bütün gün boyunca yaşadı. Ertesi gün, bütün gün beraber dolaştılar okulda ve kız da ona yazdığı mektubu verdi. Okumadan ceketinin cebine koydu ve yurda dönene kadar da çıkarıp okumadı hiç. Ama sevinci ve coşkusu gözlerinden dışarı fışkırıyordu.. Yine yurda dönerken grubun en önündeydi.. Koşa koşa gitti yurda adeta. Çantasını odasına bırakıp hemen tuvalete gitii ve mektubu çıkardı okumaya başladı.. Mektupta, çocuğun kendisini çok etkilediğini ve onun olmak istediğini yazmıştı kız.. Bu mektuptan sonra çocuk bu sefer ona bir şiir yazdı ve tekrar ona götürmek üzere ceketinin cebine koydu. O gece yine gözüne uyku girmedi çok heyecanlıydı. Sabaha doğru yatakta içi geçmişti ki, sabah oluverdi.. Gözlerini açtığında arkadaşlarının giyinmiş olduğunu ve kahvaltıya gidiyor olduğunu gördü. Hemen kalkıp yatağını hızlı birşekilde topladı, okul kıyafetlerini giyidi, mektubu yokladı ve yerinde olduğuna kanaat getirdiğinde kahvaltı salonuna gidip kahvaltısını yaptı.. Kahvaltıdan sonra yine onüç kişi hep beraber okulun yolunu tuttu. Çocuk yine grubun en önünde okula doğru yol aldı. Okula vardığında eliyle tekrar cebini yokladı ve ilk derse girdi. İlk derste biran önce tenefüsün olmasını bekledi ve mektubu vermeyi hayal etti durdu. Öylesine dalmıştı ki biran tenefüs zilinin çalıyor olduğunu farketti, irkildi ve kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı.. Bu kez mektubu kendi verecekti. Yavaşça yerinden kalktı, sınıftan dışarı çıktı ve üst katın merdivenlerine yöneldi.. Basamakları teker teker ve kenardan tutunarak çıktı. Son basamağın ardından, önündeki koridora ilk adımını attı.. Bikaç adım sonra kızın sınıfının kapısının önüne geldi ve durdu. Elini cebine soktu ve mektubu aldı, son kez derin bir nefes çektikten sonra sınıfa hızlı bir giriş yaptı. Kızla gözgöze geldi. Önce bir duraksadı ve kız onu yanına çağırınca, kızın arkadaşları yanından ayrıldı. Çocuk onun yanına gitti, adeta kalbi yerinden fırlayacaktı. Hiçbişey demeden mektubu verdi ve kız mektubu açmadan, hızlı bir şekilde kendi sınıfına döndü.. Yine bütün ders boyunca kızın ne tepki vereceğini düşündü durdu.. Bir sonraki tenefüs zilinin ardından bu kez kız, çocuğun kapısının önüne gelmişti ve ona yazılı bişeyler vermiş ve gitmişti. Çocuk heycanlı bir şekilde okulun tuvaletine koştu. Hemen içeri girdi kapıyı kapattı, kağıdın katını açtı ve okumaya başladı.. İlk satırlar güzeldi. Teşekürler ve sevgi sözcüklerinin ardından, 'kusura bakma' cümlesi geçiyordu. Arkasından gelen 'ama' sözcüğünü gördüğünde duraksadı, okumayı bıraktı. Yazının devamında olumsuz birşeyin olduğu belliydi. Okumak istemiyordu ama ne yazdığını da merak ediyordu. Derken mektubun bir katını daha açınca, yere birşey düştüğünü farketti çın sesiyle.. Bu yüzüğün çıngırtısı olmalıydı. Nitekim yere baktığında bunun doğru olduğunu gördü ve onu tuvaletin deliğine doğru tekmeledi hiddetle..Elleri titremeye ve gözleri kızarmaya başladı. Mektubu önce buruşturdu, tam çöplüğe atıcaktı, derken vazgeçti, derin nefes alıp içini çekti. Sakin olmaya çalıştı, tenefüsün bitiş zilinin çaldığını duydu ve mektubu katlayıp cebine koydu. Lavaboya gidip yüzüne biraz su çarptı ve derse girdi, sırasına oturup öylece boş boş bakmaya başladı..
Okul bittiğindeyse bu sefer grubun arkasında döndü yurda.. Yurda vardığında yüzündeki garip ifade yurttaki çalışan görevli abla tarafından farkedildi ama çocuk hiçbişey söylemeden yine tuvalete gidip mektubu çıkardı ve okumaya başladı. Hala kararsızdı okuyup okumamakta fakat içindeki merak duygusuna engel olamayarak kaldığı yerden devam etii.. 'ama seni çok sevdim, üzmek istemezdim, ben başkasını seviyorum...' bunu okuduğundaysa adeta çıldırmıştı. Gözleri doldu ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.. İlk defa aldatılma duygusunu yaşıyordu. Bu korkunç birşeydi.. Meğer herşey sahteydi, o öpücükler, gülümsemeler.. Meğer kız, kendisini, sevgilisini kıskandırmak için kullanmıştı. Elindeki mektubu paramparça etti ve tuvalete atıp sifonu çekti.. Gözlerindeki yaşları sildi, burnunu iki defa çektikten sonra yutkundu ve hiçbişey olmadığını farkettirmeye çalışarak tuvaletten dışarı çıktı. Bir platonik aşkın daha sonuna gelmişti. Bu onu yeni bir arayışa itecekti şüphesiz. Çünkü yeni bir platonik olmazsa, o müthiş yaratıcılığını kullanamayacaktı ve hayata körükörüne tutunamayacaktı. Yüreğindeki boşluğu doldurmalıydı birşekilde.. O gece yatağında uzun uzun düşündü. Artık içindeki boşluk, onu güreş sporundan bile soğutmuştu. Yeni bir heyecan istiyordu. Başka biryere gitmeliyidi. Aradığını, umduğunu burada bulamamıştı. En azından anne ve babasının şevkatinden ayrı kalmak istemiyordu. Evet kararını vermişti, bandırmaya, ailesinin yanına kesin dönüş yapacaktı. Bir anda yine içinden, anne ve babasını o anda görme isteği geldi. Bu istek o kadar güçlü bir istekti ki o anda olmasa çıldıracak gibi bişeydi. Nefes alışverişi hızlandı, sanki boğuluyormuş gibi bir hisse kapıldı, kalbi hızlı hızlı çarpmaya ve tüm vücudu titremeye başladı. Her yerini alev sarmıştı sanki, boncuk boncuk terler akmaya başladı.. Göğsünde bir ağrı hissetti. Çıldırarak ölmek üzere olduğunu hissetti ve yatağından kalkarak koşmaya ve bağırmaya başladı.. Diğer arkadaşlarının uyanması üzerine, kötü bir rüya gördüğünü söyleyerek durumu geçiştirdi ve bu utanç, içindeki korkunun kaybolmasını sağladı. O anlık rahatlama ile yatağının üzerine serildi ve uyuyakaldı..
Sabah olduğunda dün gece düşündüklerini, abisiyle paylaştı ve abisinden de istediği gibi bir karşılık gördü. Abisi de ailesinden ayrı kalmaktan sıkılmıştı. Ailesinin yanında olmak istiyordu o da. Şimdi içi iyice rahatlamıştı. Yaz tatili için bandırmaya gidecek ve bir daha bu sıkcı yere gelmeyecekti. Ayrıca bir daha yalan aşklara karşı da çok dikkatli olacaktı, dersini almıştı ne de olsa.. Kalbindeki bu yarayı da kısa sürede iyileştirmeyi planlıyordu. Bandırma Şehit Süleyman Bey ilköğretim okuluna kayıtları yapıldı abisiyle beraber artık bu okula devam edecekti.
Yine yeni bir ortama dahil olmuştu çocuk. Bir kaç ay geçtikten sonra okulun başlamasından, artık iyice arkadaşlarına ve ortamına alışmıştı. Ama şimdi o platonik aşkın eksikliğini daha güçlü hissediyordu. Çünkü yeni arkadaşlarla kaynaşmanın adrenalini tükenmişti. Şimdi yüreğini kıpırdatıcak başka bir imgeye ihtiyacı vardı. Sonunda kendine öyle bir imge seçti ki, bu imkansız bir aşktı işte. Hem kızın sevgilisi vardı, hem de kız ilkokuldan abisinin eski sevgilisiydi. Anlamsızdı, evet onu hedef seçmesi gerçekten çok anlamsızdı ve saçmaydı. Fakat malesef gerçekler dünyasında saçmalıkların yeri bir hayli fazlaydı. Okuldan sonra hergün o kızın peşinden evine kadar yürüyerek gidiyordu. Zaten kendi evi de aynı mahalledeydi, onu evine girene kadar takip ettikten sonra kendi evine doğru devam ediyordu. Herşeye rağmen uzak bir mesafeyi katediyordu onun için. Bütün sene boyunca kızın arkasında gitti geldi, etrafında gizli bir sevgi çemberi oluşturdu. Ama birtürlü ona yaklaşıp ta hislerini belli edemedi. Ona 15-20 adımdan fazla yaklaşamadı hiçbizaman. Hele ki kız arkasına arasıra dönüp baktığında, bu mesafe 30-40 adıma kadar çıkıyor, bazen de takip etmekten bile vazgeçiyordu.. Çünkü kızın bunu farketmesinden çok çekiniyordu. Boşluktan kaynaklanan bu saçmasapan tutkunun birgün bitmesi gerekiyordu zaten. Nihayetinde kız mezun olup gittiğinde, bizimkinin de bu tutkusu kısa zamanda yok oldu. Fakat yeni bir boşluğa düşmüş gibi hissetmeye başladı zamanla.. Böyle boş bir yürekle yaşayacağına, saçmasapan da olsa bir tutkunun peşinden gitmeyi ve acı çekmeyi yeğlerdi. O yüzden arasıra geçmiş günleri anımsayıp hep şu şarkıyı söylerdi; yukarda Allah var korkmazmısın, sonun cehennemlik günahkarsın, ben vazgeçtim senden eller alsın, alışırım git şimdi..
O yıl abisi de mezun olmuştu aynı okuldan. Yaz tatilini boş geçirmemek için rönesans resim atölyesinde, resim kursuna başladılar beraber. Fakat çocuk nesneleri çizmekten çabuk sıkıldı ve bıraktı. Abisi ise devam etmeyi tercih etti. Çünkü o bu işten oldukça keyif alıyordu. Bununla beraber abisi, kurs hocasının da tavsiyesi üzerine güzel sanatlar lisesine hazırlanma kararı aldı. Yaz boyunca hazırlandığı kurs sonucunda, izmir'de güzel sanatlar lisesini kazandı abisi. Okulların açılmasından bir gün önce ailecek bandırma garajından onu uğurluyorlardı. İşte burada tek dostu, o güne kadarki hayat arkadaşı abisiyle yollarının ayrılma vakti gelmişti. Çocuk tamamen yalnız kalmıştı. Ayrıca içindeki boşluğun kat ve kat arttığını da hissediyor, derin bir üzüntüyü duyuyordu tüm vücudunda.. Otobüs hareket edip ayrıldığında ise abisi, arkasında boynu bükük, buruk bir kardeş bıraktığının farkında bile değildi. Çünkü kendisini kurtarmış yeni maceralı bir hayata yelken açmıştı. Mutluluğu gözlerinden belliyidi ve içi içine sığmıyordu..
Şimdi çocuğa hayatında eşlik edecek, ona arkadaş olucak ya da içindeki boşluğu dolduracak biri gerekliyidi. Çaresizce ararnıyordu. Günlerce, haftalarca aradı.. Nereye gitse gözleri hep bir arayış içindeydi. Son senesiydi okulda. Okula hep öylesine gidip geliyordu. Başıboş ve gönlü boş. Biryandan da ortaöğretim sınavlarına hazırlanmak için dershaneye kaydolmuştu. Dershanede belki bir umut birilerini bulabilirdi aşık olabilmek için. Ama onu, sınav telaşından başını kaldırtacak, daha çok ilgisini çekebilecek birisi çıkmadı karşısına. O yıl, aşk namına bomboş bir şekilde geçiyordu. Akşamları biraz televizyon izledikten sonra test çözmeye başlıyor ve sonra yatağına yatıp uzun uzun düşünüyor, derin hayallere dalıyor ve sınavı kazanmasına yardımcı olması için Tanrıya dua ediyordu.
Yine böyle bir gecede abisi geldi aklında ve hemen onu görmek istedi yine. İçinde yine kötü bir hareketlenme oldu. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya, başı dönmeye ve vücudu titremeye başladı. Abisinin yüzü gözünün önünden gitmiyordu. Boğulma ve çıldırma hissi gelmişti tekrar. Yatağından kalktı, derin derin nefes almaya başladı, evin içinde anlamsızca koşturmaya başladı, bağırmak geldi içinden fakat anne ve babasına bu durumu açıklayamayacağı için bunu da yapamadı. Birden balkona yöneldi, kapıyı açtı ve suratına çarpan serinlikle beraber sakinleşmeye başladı. İyice kendine geldiğinde yatağına gitti kendini yatağının üzerine bıraktı ve uyuyakaldı..
Okulunu takdirle bitirmiş ve sınavını da başarıyla atlatmış biri olarak iyi bir yaz tatilini hak etmişti. O zamana kadar her yazı erdek'te geçirmişti ailecek. Fakat günü birilik gidip gelmek zor ve sıkıcı gelmeye başlamıştı. Bu konunun tek alternatifi vardı, babasının çalıştığı Etibor fabrikasının yaz kampı. Kamp, edincik altında, zeytinlikler arasında, tahta barakaların bulunduğu şirin bir yerde bulunuyordu. Eski bir liman hüviyeti taşıyordu ama bir taraftan bakılınca da yaşanılası, aşık olunası bir yer gibi görünüyordu. Kampın ilk dönemine yazıldılar ve o sene ilk defa içinde yine tatlı bir heyecan vardı. O yaz nasıl bir tatil geçireceğini düşünüyordu. Kampa taşınırken hiç tembellik etmemişti. İçindeki coşkuyla, bütün eşyaların taşınmasına yardım etmişti. Kampın ilk günü eşyaların yerleştirilmesi için koşturup durmuştu. Abisi de gelmişti, yalnız da değildi artık, daha ne isteyebilirdi. Belki de bu kampta aradığı kişiyi bulacaktı. İçinde öyle bir duygu vardı. Zaten sürekli yeni gelen kampçıları kesiyordu göz ucuyla.. Bütün hazırlıkları bitirmişti. Artık kampta özgürce dolaşabiliyordu ve etrafta aşık olacağı birinin varlığını hissetmeye çalışıyordu. Dolduracaktı mutlaka, doldurmalıydı içindeki boşluğu, yoksa bu kampta çekilmez olabilirdi biranda..
Birkaç gün böyle arayışlarla sürdü. Birkaç yeni arkadaş edinmişlerdi abisiyle, ama onun istediği türeden değildi. Denize bile girmek istemiyordu, sadece onları izliyordu kenardan. Tam öğle sıcağının bastırdığı bir sırada yandığını farketti. Denize girip serinlemek istedi. Şortunu giymek için barakasına gitti, şortunu giydi ve iskeleye geldi. Merdivenlerden yavaş yavaş inerken, suyun soğukluğuyla irkiliyor ve her basamaktan sonra bir süre bekleyip sıcaklığa alışmaya çalışıyordu. Vazgeçicek gibi oldu ama az ilerde duba üzerindeki saldan bir takım eğlenceli sesler geldiğini duydu. Başını kaldırıp baktı ve işte o anda kalakaldı. Günlerce aradığı kişi tam orada duruyordu. İçinde bir takım kıpırtılar farketti ve heyecanlanmaya başladı. Kız, kendisinden habersiz arkadaşlarıyla eğleniyordu. Şen şakrak bir şekilde, dubayı sallıyorlar ve birbirlerini denize atmaya çalışıyorlardı. Hatta abisi ve diğer arkadaşları da ordaydı, bu yüzden oraya gitmek için bir bahanesi vardı. Oraya gitmek istedi, hemen kendini denize attı fakat oraya kadar yüzememekten korkuyordu. Daha önce hiç denize yüzerek açılmamıştı. Geri geldi iskeleye çıktı ve uzaktan izlemeye başladı. İçi gidiyordu, cesaretinin gelmesini beklemeye başaldı. Bir süre bekledikten sonra, salın daha kalabalıklaştığını ve eğlencenin iyice arttığını görünce hiç düşünmeden tekrar attı kendini denize. Gözleri kapalıydı ve çırpınırcasına kulaç atıyordu. Oldukça efor sarfediyordu sala ulaşmak için. Biran gözlerini açtı ve henüz yolun yarısında olduğunu gördü. Panikledi, geri dönmek istedi. Kararsız kaldı. Gelen dalganın etkisiyle bikaç yudum su yuttu. İyice panikledi ve geri dönmek zorunda kaldı. Nefes nefese bir halde iskeleye çıktı. Oturdu ve bütün coşkusuna rağmen olan biteni seyre daldı, kendisinde orda olduğunu hayal ederek. Evet, artık onun bu kampta bir platonik aşkı vardı, geceleri düşünerek uyuyabileceği ve uğruna şiirler yazabileceği. Seviyordu bu duyguyu. Gizli bi ajan gibi yaşamaktan keyif alıyordu. Ertesi gün, akşam yemeğinden sonra denizi seyir terasında kızı gördü. Bir arkadaşıyla oradan denize bakıyorlardı. Çocuk ta kendi arkadaşlarını toplayıp oraya gttiler ve oturdular. Heyecanla ve sabırsızlıkla ilk tanışmayı bekliyordu çocuk. Derken ilk gözgöze gelmeler ve birbirlerinin muhabbetlerine ortak olmalar gerçekleşti. Şimdi kaynaşmaya çalışılıyordu. Çeşitli espiriler ve muziplikler yapıyordu kızın dikkatini çekmek için. Bir zaman sonra kişisel muhabbete başladılar. Kızın kendisinden üç yaş büyük olduğunu öğrendi. Fakat bu onun durumunda ters yönde bir etki yapmadı. Umutsuzluğa hiç kapılmadı. Aksine kızı gözünde daha değerli bir varlık yaptı. Artık ona daha çok tutku hissediyordu. Bu durumdan oldukça zevk alıyordu. Bir platonik için en güzel haber, hedefe ulaşmak için aşılacak engellerin çokluğudur. Hedef ne kadar ulaşılmazsa, o kadar değerli ve tatlı olur. Onun peşinden elde edinceye kadar koşulur. Elde edilmese bile, bu koşuşturma ona inanılmaz bir zevk verir. Nitekim çocuk iyice takmıştı. Peşinden ayrılmıyor, sürekli onunla vakit geçirmek istiyordu. Yemekte yanında oturuyor, denizde yanında yüzüyor, sabah olunca barakasının önünde onun uyanmasını bekliyor.. Uyanması gecikince onu uyandırmak için, zeytin ağaçlarından zeytin toplayıp camına atıyordu. Camdan bakıp ta uykulu masum gözlerle gülümsemesi dünyaları veriyordu çocuğa. Bütün günün enerjisini bir tebessümle doldurabiliyordu içine. Hatta bu enerji öylesine güçlü bir enerji oluyor ki, kız henüz o gün denize girmeden çocuk iskeleye gidiyor ve sala gidip gelme alıştırması yapıyordu. Nihayetinde bunu başarıyordu. Artık o da kızla beraber sala gidip eğleniyor, bütün gün birbirlerine güzel şeylerden bahsediyorlar, voleybol oynuyorlar, akşam yemeğini bile beraber yiyorlardı artık.. Yemekten sonra yine terasta toplanıyorlardı. Çocuk yine kızın yanı başındaki yerinden ayrılmıyordu. Sürekli onunla konuşmak için gözlerine bakıyordu. Bir ara bu durum kızı rahatsız etti ve 'ne bakıyorsun öyle?' dedi. Çocuk ta 'güzele bakamak sevaptır, ondan bakıyorum' dedi. Bu söz kızın hoşuna gitmişti.. Sonra kız bir ara 'aa yeter be' deyip o da ona dik dik bakmaya başladı.. Sonra bakışma yarışması diye bişey uydurdular ve onu oynamaya başladılar. Amacı onunla uzun uzun bakışmaktı, ayrılmaksızın. Oyunda, birbirlerinin gözlerine bakarken, gözlerini ilk kaçıran kaybedicekti. Daha önce ne böyle bir oyun oynamıştı, ne de böyle birşeyin varlığından haberdardı. Hepsini o anda yazıvermişti kafasından. Ara ara 'güzele bakmak sevaptır' diyordu, kendini konsantre etmek ve kızı hoş tutmak için. Kızın da hoşuna gittiği için saatlerce bakıştılar. Çocuğun boynuna kramplar girercesine ağrılar basmıştı. Kızın inadı ise oyunu birtürlü bitirmiyordu. Arada çocuğun gözlerinin güzel olduğunu söylemesi ise çocuğu kamçılıyordu. Çocuk bakmaya devam ediyor, gittikçe içinde tarif edemeyeceği kıpırtılar oluyordu. Tenlerinin birbirine değmeden sevişmesi gibiydi adeta. Ergenlik dönemindeki bir çocuğun ilk buluşuydu bu. Tasvir edilemez bir hazdı. Ancak birgün filmi yapıldığında gösterilebilirdi belki de. Tan vaktinde çocuğun birden boynu düştü, tüm çabalara rağmen. Kız kazandım diye sevinmeye başladı. Çocuk kzın sevinmesi karşısında bir tebessüm bıraktı gözlerine son kez ve oracıkta sızıp uyudu. Artık kampın son günü gelip çatmıştı. İki hafta ne çabukta geçivermişti, anlamamıştı bile.. Birtürlü onu sevdiğini söyleyememişti. Yine başarısız olmuş ve yine kendi içinde sevmişti kızı. İçindeki fırtınaları bir türlü dışarı çıkaramamıştı. Son gün, öğle vakti deniz kenarındaki bir yakınlaşmada, kız rüyasında çocuğun sürekli ona bakarkenki halini gördüğünü ve gözlerinin gerçekten çok güzel olduğunu söyledi. Çocuk buradan bir cesaret bulup senden hoşlanıyorum demeye hazırlanıyırdu ki, kızın,'eğer aynı yaşta olsaydık seninle çıkardım' demesi çocuğun lafını ağzına tıkadı. Çocuk hem daha çok heycanlandı hem de kzı kaybetmemek için karşı atağa geçti. 'olsun, yaş farkı önemli mi ki?' diye sordu. Kız ise çocuğu yanına alarak, ' sence uygun mu?' diye sordu. Çocuk bu soru karşısında afalladı ve cevap veremedi. Ne diyeceğini bilemedi belki de. Gözleri yaşardı ve çekti gitti. O gün yine kimseyle konuşmadı. Tek başına ayrı takılmaya çalıştı.. Sabah ayrılık vaktiydi. Herkes hazırlanmıştı ve bir bir eve dönüşler başlamıştı. Herkes birbiriyle vedalaşıyordu. Bir ara, sıra kızla çocuğun vedalaşmasına geldi. Çocuk önce yanaşmadı, çünkü kırgındı. Bir an göz göze geldi, durdu, düşündü ve öyle bir sarıldı ki, orada olan herkes biran bakışlarını onlara çevirdi. Sanki iki sevgili bir daha görüşmeyecekmiş edasıyla sarılıyordu birbirine. Çocuk hiç bırakmak istemiyordu ama birden abarttığının farkına vardı. Yavaş yavaş kızı bıraktı ve yine arkasını dönüp kendi eşyalarını toparlamaya gitti. Belki de bir daha hiç göremeyeceği bir platonik aşkını daha kaybetmenin verdiği gönül ızdırabıyla bir köşeye yığılmış kalmıştı. Kilitlenmiş bir şekilde bakakaldı öyle kızarmış gözlerle. Eski günlere dalıp baktığında, göreceği bir yaranın izi daha kazınmıştı hatıralarına ve yüreğine.. O yaz da öyle geçmiş ve okulların açılma günü yaklaşmıştı. Sınav sonuçlarına göre Bandırma Anadolu Lisesi'ni kazanmıştı. Oraya kaydını yaptırdı. Yine, yepyeni bir ortama girecekti. Acaba bundan sonraki yaşantısında nelerle karşılaşacak, kimlerle tanışacaktı. Bu bilinmezlik onu heyecanlandırıyordu.. Abisi tekrar İzmir'e gidiyordu. Tekrar tek başına kalıcaktı, o karanlık gecelerinde bir başına, sessizce ve korkularla.. Abisini yine ailecek otogarda İzmir'e yolcu ettiler ve evlerine döndüler..
Nitekim 2000-2001 eğitim öğretim yılı başlamıştı.. Hazırlık sınıfının ilk günleri oldukça neşeli geçiyordu. Yeni arkadaşlarla olan iletişim hat safhadaydı. Sürekli aralarında para toplayıp futbol topu alıyorlar ve her tenefüs bahçede maç yapıyorlardı.. Fakat her hafta aldıkları topun başına birşeyler geliyordu. Bir hafta top çatıya kaçıyor, diğer hafta patlıyor, başka bir hafta sınıftan çalınıyor, ya da kayboluyordu.. Fakat her zaman sınıftaki kızlar dahil para toplanıp sınıfa yeni bir top alınıyordu.. Herşey çok güzel ve eğlenceli başlamıştı.. Öyle de devam etti. Bütün sene boyunca arkadaşlarıyla takıldı.
Bir gün sınıfta, reading dersi vardı. Sınıfta hiç ses yoktu herkes okumaya çalışıyordu. Fakat bu durum çocuğun canını sıkmıştı. Birden yanındaki ile fısırdaşmaya başladı. Hoca onu uyarmaya geldi ve 'oku oğlum oku' dedi.. Bunun üzerine bizimkisi hemen cevap verdi; 'aha, ilk vahiy geldi'. bu sözün ardından sınıftaki sessizlik bir anda kahkahaya boğuldu. Hocanın biranda yüzü düştü ve kürsüsüne gidip oturdu. Bir yandan da öğrencileri susturup okumaya devam etmeleri için uyardı. Bir başka gün, sınıftaki erkekler yine bahçede top oynamışlar ve leş gibi terlemişlerdi. Sınıfa girip bir arkadaşlarının parfümlerini bitirene kadar sıktılar.. Ter ve parfüm kokusunun karışımının ardından, sınıf ağar bir kokuyla kaplandı. Yine aynı hocanın dersi vardı. Hoca sınıfa girince hemen kokuyu farketti.. 'Noldu bu sınıfta, kim parfüm sıktı?' diye delirdi adeta. Sınıftan çıt çıkmıyordu.. Hocanın bu hiddetli tavrı karşısında hepsi dut yemiş bülbüle dönmüştü. Hoca en sonunda sakinleşti fakat inadı inattı, sorusunun cevabını alıcaktı bir şekilde. 'Eğer birisi bana bu parfümü kimin sıktığını söylemezse bütün sınıfı disipline vereceğim' dedi. Her öğretmenin klasik sözüdür, genelde öğrencilerinin gözünü korkutmak için söylediği. Yine kimse bir şey söylemeyince biraz bekledi ve daha sonra 'Şimdi dışarı çıkıcam ve beş dakika sonra tekrar gelicem, eğer yine kimse çıkıp ben sıktım demezse dediğimi yapıcam' dedi ve sınıftan dışarı çıktı. Sınıfta hemen konuşmaya başladılar. Erkekler hemen kendi aralarında birşey düşünüp buldular.. Yöntemleri biraz film senaryosunu andırıyordu. Hoca geldiğinde tek tek ayağa kalkıcaklar ve sırayla ben sıktım, ben sıktım diyeceklerdi.. Beş dakika sonra hoca geldiğinde sınıf tekrar sessizliğe büründü. Yerine geçip oturunca,'evet bekliyorum, kim sıktı? dedi. En öndeki bir çocuk sırayla söyleyecekleri için ayağa kalktı ve 'ben sıktım hocam' dedi ve yanındakine baktı. Yanındaki çocukta tam kalkıcaktı ki hoca birden patladı. 'Niye sıkıyosun oğlum, kaç defa demedik mi sınıfta parfüm sıkılmıcak diye?' bunun üzerine sıradaki çocuklar korkudan kalkıp ben sıktım diyemediler. Ayaktaki çocuk ta 'hocam ben sıkmadım' deyince hoca iyice delirdi. 'Nasıl sıkmadın, niye ben sıktım dedin ozaman?, oğlum sen salakmısın, yoksa tipin mi öyle gösteriyor? sıkamdıysan ne diye ayağa kalktın o zaman' dedi ve bütün sınıf tekrar kahkahaya boğuldu.. Çocuk cevap veremeden, rencide olmuş birşekilde yerine oturdu.. Ama hoca sinirini birinden çıkarmış olamanın vermiş olduğu rahatlama ile dersine geçti..
Bir başka gün de, erkekler sınıftan yine allem edip kallem edip para toplamış ve öğle arası bir takım patlayıcı maddeler almışlardı. Eğlencenin dozunu iyi abartmışlardı ve bunları bir bir sınıfın içinde patlatmaya başladılar. Önce fırıldak, sonra kızkaçıranı yaktılar. Bir kaç maddeden sonraya geriye bir torpil kalmıştı. Onu ise hiçbiri yakmaya cesaret edemiyordu. Çünkü torpil en tehlikeli patlayıcı idi. Derken dersin başlamasına az bir süre kala içlerinden birisi eline aldı başka birisi de yaktı ve sınıfın bir köşesine attılar. Büyük bir gürültü ile torpil patladı ve biranda bütün hocalar sınıfa toplandı.. Müdür yardımcısı geldi ve bütün sınıfı disipline vereceğini söyledi fakat yine velileri çağırıp klasik sözler etmekten ileri gidemedi.. Hazırlık sınıfını da öyle geçmişti.. Okuldaki eğlenceli zamanların ardından yavaş yavaş içindeki boşluğun kendisini esir almaya başladığını hissetti. Bu sefer aklını çelen Gonca isimli bir kız olmuştu. Beyaz tenli, kısa boylu mini mini birşeydi. Öyle masum, öyle kendi halinde duruyordu ki bu kız, kendini onun aşkına bırakıvermişti çaresizce.. Şimdi ise uzun sessiz geceler onun hayalleriyle renkleniyor, heyecan verici bir serüven oluyordu. O içindeki boşluğu yeni bir umutla, platonizm ile doldurmuştu. Ona yazılacak şiirler, ona duyulacak özlem ve arzu.. Ne muhteşem bir duygu ki, yıllar sonra bile hatırlandıkça, gözleri dolduracak kadar güçlü olgulara sahip olacaktı.
Kızın sınıfı ile çocuğun sınıfı karşıkarşıya idi. Hatta aynı dershaneye kayıt olmuşlar ve aynı sınıfa düşmüşlerdi dershanede.. Bu dayanılmaz etkileşim, onu platonizmin erişilmesi zor doruklarına çıkaracaktı kuşkusuz.. Okula hergün ayrı bir coşkuyla gidiyor, dershane ise onun için tadından yenmez bir durum oluyordu. Ta ki kızı sevgilisiyle beraber görene kadar.. İşte platonizmin en zevk veren kısmı, aşılması en zor olan bu engel idi.. Şimdi kıza destansı bir aşk duyacaktı. Her gece kızı düşünüyor ve şiire vuruyordu kendini.. Kıza her gece bir şiir yazıyor ve sabah okula gidip sırasının altına bırakıyordu. Bir gün okula geç kalmıştı. Şiiri bırakamadı. En güvendiği şiiriydi oysa.. O gün, bütün gün kızın bu şiiri okuması gerektiğini düşündü durdu.. Kararlıydı, mutlaka onu kıza okutacaktı. Israrla bekledi ve o gün okuldan sonra herkes çıkana kadar tuvalette oyalandı. Sesler kesilince tuvaletten temkinli bir şekilde çıktı ve kızın sınıfına gitti, şiiri çıkardı ve kızın sırasının altına bıraktı. Biri görücek diye elleri titriyordu. Hemen bıraktı ve oradan uzaklaştı.
Ertesi gün, kız elinde çocuğun şiiriyle dolaşıyor, herkese 'bunu kim yazdı' diye soruyordu. Bizim çocuk bunu görünce çok heyecanlandı. Hemen sınıfına girip sırasına oturdu. ders çalışır gibi yapmaya başladı ama yüzü kızarmıştı utancından.. Cuma günüydü. Okul çıkışında istiklal marşı töreni vardı. Kız yine elinde o şiirle sıraya girmişti. Yanında sevgilisi de vardı ve elindekinin ne olduğunu soruyordu. O da birisinin yazdığını ama kim olduğunu bilmediğini söylüyordu. Bu gizli aşık onları uzaktan izlerken kahroluyordu oysa. Gelgelelim kızın ruhu duymuyordu, gizli aşığının sadece birkaç adım uzağında olduğunu.. Kızın sevgilisi kızın elinden şiiri aldı, okudu ve yırtıp attı.. Bu durum karşısında çocuk kahrolası bir duruma bürünmüştü. İçi paramparça olmuş kalbi feci bir şekilde acımıştı.. O gün, o aşkını kalbinin en derinlerine gömüp, bir kez daha lanet okumuştu aşka..
O yıl sonu, dershanenin yaz kampına katıldılar. Yaz kampında klasik denize giriyorlar, akşam olunca da dans edip eğleniyorlardı.. Bir ara aynı okuldan bir kızın kendisine ilgi göstermeye başladığını farketti. Ne söylese gülüyor, sürekli ona yakın davranıyordu fakat gizemli kalmayı tercih ediyordu. Yaz kampının ardından çocuğa iyice abayı yakmıştı besbelli. Kamptan sonra okul açılıncaya kadar görüşmediler. Okul başladığında, her teneffüs kız, karşı sınıftan çocuğun sınıfına geliyordu. Kızın bikaç arkadaşı vardı çocuğun sınıfında. Onlar bahanesiyle hergün geliyor, uzaktan çocuğu kesip saklı tebessümler sergiliyordu. Herşey çok bariz belli oluyordu. Kız artık neredeyse kendi sınıfından çok çocuğun sınıfındaydı. Çok geçmeden, çocuk, bu ziyaretlerin sebebinin kendisi olduğunun farkına vardı. Bu hoşuna gitmişti. Fakat ona karşılık verecek cesareti bulamıyordu kendisinde birtürlü. Önceleri şüpheleniyordu ama bu kez şüpheleri yersiz değildi, besbelli kız kendisinden hoşlanıyordu. Bundan kesinlikle emindi. Bir karşılık vermesi gerektiğini de biliyordu fakat yapamıyordu. Daha önce hiçbir kıza somut bir yaklaşımda bulunamamıştı. Bu tecrübesizlik onu ürkütüyordu. Çekiniyordu böyle bir teşbihte bulunmaya. Birkaç gün daha geçmesini bekleyip konuyu arkadaşlarına açmaya karar verdi. Nitekim bir akşam parkta arkadaşlarıyla bira içerken, zeynebin kendisinden hoşlandığını, bunu son zamanlarındaki tavırlarından anladığını söyler. Arkadaşları çocuğa inanmaz ve hatta kendisiyle dalga geçerler. İçlerinden birisi; 'o kız bizim dershanede birinci oluyor hep, hem çok güzel ayrıca, havalı birşey sana bakmaz' dedi. Bir diğeri, 'Kendi kendine hayal kurma' der. Bir diğerinin de 'Saçmalama oğlum, yoktur öyle bişey' demesi, çocuğu iyice çileden çıkarır ve 'Bunun doğru olduğunu hepinize ispatlayacağım' der. Ne yaparsa yapsın inanmayacağını söyleyen arkadaşları karşısında sinir küpü olan çocuk, 'Varmısınız iddaya lan' der. 'Yiyosa iddaya girin' der. Bu idaa olayı, arkadaşlarını da gaza getirir ve nihayetinde kızın, çocuğun çıkma teklifini kabul edip etmeyeceği üzerine iddaya girerler. İddayı çocuk kazanırsa, yani kız, çocuğun çıkma teklifini kabul ederse, arkadaşları okul koridorunda eşekler gibi anıracaklardı. Aksi halde çocuk hepsine içki ısmarlayacaktı. Ertesi gün çocuk, kızın yanına geldiği arkadaşlarına durumu anlatıp kıza çıkma teklifi edeceğini ve iddaa bir yana kızdan gerçekten hoşlandığını söyler. Arkadaşları bu haberi kıza iletirler. Zaten kız bu haberi beklemekte olduğu için hemen kabul eder. Bunu duyan çocuğun arkadaşları hemen panik olurlar. Çocuğun iddaya girdiğini, bunun için çıkma teklifinde bulunduğunu kıza söylerler. Bu durum karşısında kızın hevesi kursağında kalır, çok sinirlenir, hatta çok üzülür ve ağlamaya başlar.. Çocukla konuşmaktan vazgeçer. Kızın sınıfındaki bazı erkek arkadaşları durumu öğrenir ve eğlenmek için çocuğu gidip sınıfından, asker edasıyla zorla alırlar. Havaya kaldırarak' enişte, enişte..' diye kızın sınıfına getirirler. Kız hemen sınıftan kaçar ve çocuk ta çok mahcup olmuştur aslında. Bu durum çocuğu da çok üzmüştü. Böyle olmasını istememişti. Oyun da olsa kıza karşı birşeyler hissettiğini ifade edememişti kimseye.. Yine platonik bir aşkın eşiğine kadar gelmişti. Fakat bu durum uzun sürmedi. Çocuk kendini son sınıflardan burcu isminde, uzun boylu, kıvırcık saçlı, beyaz tenli, boncuk gözlü, bal dudaklı bir afete kaptırmıştı.. Yıl sonuna kadar hep ona nağmeler yazmıştı. Bu platonizm ona hem diğer kızı unutturmuş hem de o yılı dolu bir kalple geçirmeyi sağlamıştı. Nihayetinde, sene sonu geldiğinde, kız mezun olup gitmişti. Bizimkisi de yine yüreği boş bir şekilde yapayalnız kalmıştı. Büyük umutlarla bir sonraki seneyi beklemeye başlamıştı.. Tatil boyunca, gittiği yerlerde yaz aşkları aramayı denedi.. Sınıf arkadaşının marmara adasındaki discosunda çalışmaya başlamıştı.. Hem tatil yapıyor hem de eğleniyordu.. Discoya gelen kızları kesiyor, içlerinden birini kendine seçmeye çalışıyordu. Ama bir gece gördüğü kızı bir başka gece göremiyordu. Birilerine bağlanmak imkansızdı böyle ortamlarda diye düşündü. Yanılmıyordu da.. Yaz aşkları ona göre değildi..
O yaz tatili de bittikten sonra artık lisede son sınıfa gelmişti.. 11 Fen/D sınıfında artık liseye veda edecekti. Bu sene üstelik, üniversite sınavıyla uğraşmak, öss yi düşünmek bütün zamanını alacaktı. Yine de o, kalbindeki boşluğu doldurmadan hiç birşeye konsantre olamayacağını düşünüyor ve bu yüzden de acı çekiyordu. Kalbindeki duygusal boşluğu birisiyle, güzel birisiyle, hayallerini süsleyecek birisiyle doldurmak istiyordu. Birkaç ay sonra okulun kantininde saçları boncuklu, kuyruğu örülü, beyaz yüzlü ve kiraz dudaklı 9. sınıflardan Gözde'yi gördü. Çarpılmıştı.. Biranda bütün boşluklarının tekrar dolmaya başladığını hissetti.. Aklı başından gitmiş, öss namına hiçbirşey düşünemez olmuştu. Zaman durmuştu sanki, böyle bir güzelliğe takılıp kalmıştı gözleri.. Bir kız arkadaşının ellerini gözünün önünde sallamasıyla dalgınlığından kendine geldi.. Arkadaşı kime baktığını sordu, çocuk onu geçiştirdi ve sınıfına gitti. Öğle arası bittikten sonra çocuktaki değişim arkadaşlarının gözlerinden kaçmamıştı. Çünkü hiç konuşmuyor ve sürekli kızı düşünüyordu. Okul bitiminde yine kimseyle konuşmadı. eve giderken yolda sürekli kızı düşünüyordu aklı bir karış havada vaziyette.. Tuhaf bir mutluluk ifadesi vardı yüzünde. Yer yer sırıtıyor, bazende etrafındakilerin farkına vararak hislerini gizlemeye çalışıyordu. Kendine, tavırlarına çekidüzen verdi. Ama içinden zıplamak, hoplamak, bağırmak, şarkılar söylemek geliyordu. Sonunda eve geldi, defterlerini ve kitaplarını bir tarafa, kendini başka bir tarafa attı, hayal dünyasına daldı.Sürekli o kızla beraber olduğunu kurguluyordu düşüncelerinde ve mutlu oluyordu kendikendine.. Artık o tam profesyonel bir platonikti. Ne yapması, nasıl davranması gerektiğni iyi biliyordu. Bundan adeta zevk alıyordu. Asla haberi olmayan birini sevmek.. Onu uzaktan gizli gizli seyretmek, gizli gizli sevmek.. Ona hayallerinde istediği rolü vermek.. Bu muhteşem bir duyguydu onun için. Ona şiirler yazmak, geceleri anlamsızca acısını çekmek, ona amansız özlemler duymak.. Hepsi, onun kalbini doldurmaya yetiyordu sadece.. Aksi halde bir sevgili olabilme ihtimalini düşünmüyordu bile. Bu kadar derin ve anlamlı bir sevginin, yine bu kadar saçma ve anlamsız bir niyeti çok enteresan ve şaşırtıcı değil mi? Sevmek güzel bir olgu, evet ama ya sevişmek? O daha da güzel bir fenomen değil mi bir insanoğlu için? Tabi ki onu keşfettikten sonra.. O zamanlar sevişmenin ne demek olduğunu bilmeyen biri için bu tür davranışlar gayet doğal karşılanmalı diye düşünüyorum. Aksini iddaa eden yoktur sanırım. Her sevişme deneyimini yaşamamış biri gibi o da aşık olduğu kıza sevişerek zarar verebileceğini düşünüyordu.. Fakat bu düşüncesinin yersiz olduğunu ilerleyen yaşlarda anlayacaktı. Çocuk bu kıza, günden güne aşırı bir arzu ve o ana kadar hiç hissetmediğini düşündüğü derecede acı hissediyordu. Bu duyguları içinde bastırmak zorunda kalıyordu malesef otokontrolü yapamadığı için. Dışavuramadığı içinde kendisini psikolojik bir rahatsızlığa sürüklüyordu şüphesiz. Bu, onun farkında bile olmadan ilerliyordu içinde, beyninden kılcal damarlarına doğru.. Geceleri iyice uyuyamamaya başladı. Geç saaatlere kadar televizyon seyretmeye başladı. Çünkü uykuya dalamıyordu. Yatakta bir sağa, bir sola dönmekten yoruluyordu. Bazen sabaha kadar yatağın içinde debelendiği ve gözünü bile kırpmadığı da oluyordu. Hatta bazı geceler, beyninden vur emrinin gelmesiyle kronik panik nöbetler geçiriyordu. Anlamsızca yataktan fırlıyor ve önüne gelen nesneleri tekmeleyip, yumruklarken avazı çıktığı kadar bağırıyordu;'anneee..'diye. İçindeki korkuyu bastırınca, soğuk terler içinde nefes nefese buluyordu kendini. Annesinin ürkek sesi onu daha da ürkütüyor, hemen yatağına koşup yorganının altına saklanıyordu. Birkaç dakika içerisinde de uykuya dalıveriyordu. Bu gibi vakalar, bütün sene boyunca nüksetti. İleride bunların kendisine kötü yönün aksine, olumlu katkı yapacağını biliyordu. Evet ileride bu yaşadıklarını değerlendirecekti. Belki de kendisindeki sır, bu sıkıntılı zor dönemlerde saklıydı. Hayatının geri kalan huzurlu günlerini bu günlere borçlu olacaktı. Memur tabiriyle, hayatının doğu görevini bu dönemlerde yapmış oldu belki de.. Sonunda kafaya koymuştu. O kıza öyle bir sürpriz yapacaktı ki, kızı etkileyip kollarına alacaktı. Düşündü, düşündü, düşündü... Günler geldi, geçti ve yazmaya başladı.. Hergün yazıyordu, biraz daha yazıyordu.. Hayallerini, hissettiklerini, bilmek istediklerini yazıyordu.. Nihayetinde iki haftalık bir çalışmanın ardından, onbeş sayfalık destansı bir mektup yazmıştı. Yüreğindeki çalkantılı suları o sayfalara aktarabilmişti. Şimdi geriye birtek şey kalmıştı. O da, o destanı kıza vermekti. Bu belki de herkese göre en kolayı idi destan yazmanın yanında. Ancak onun için en zor kısımdı.. Yine günlerce düşündü.. Bazı günler cesaretini toplayıp vermeye yeltendi, yine olmadı. Her defasında içinden birşey onu engelliyordu. Birgün yine istiklal marşı töreninden sonra, kız öğrenci servisine giderken, kızın arkasından gidip tam servise binerken arkasından elini kızın koltukaltından uzattı ve elindeki kırmızı kurdele ile bağlı destansı mektubu kızla buluşturdu. Evet, başarmıştı, sonunda yazmış olduğu aşkı kızla buluşturabilmişti.. Bu büyük zaferin ardından yine hoplaya zıplaya avazı çıktığı kadar şarkılar söyleyerek evine gitmişti. 'çilek dudaklarına yapışıp kalıcam, gözlerinden kalbine akıcam, kız senin için bu şehri yakıcam, senin aklını, aklını alıcam..'
Fakat olacaklardan habersizdi.. O gece geç saate kadar gözüne uyku girmedi yine. Yatakta bir sağa bir sola dönmeye başladı. Sabaha karşıydı ki uyuyakalmıştı. Bikaç saat sonra kalktı ve okuluna gitti. Kötü haber tez yayılır derler ya, öğle arası kız mektubu geri getirip sınıfın önünde duran bir arkadaşına bunu çocuğa vermesini söyleyip verdi. Arkadaşı da onu getirip çocuğa teslim etti. Çocuk biran sersemledi, sonra kızın kendisine cevap yazdığını düşünerek açıp okudu fakat bunun kendi yazısı olduğunu görünce kan beynine sıçramıştı. Neden böyle birşey yapmıştı kız? Besbelli ya okumamış ya da hiçbirşey anlamamıştı. Çünkü anlayarak okuduğunda hiçbir kızın kayıtsız kalamayacağı bir yazıydı. Çocuk, derin bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Böyle olmaması gerektiğini düşündü. Acaba nerde hata yapmıştı? Düşündü, uzun uzun düşündü.. Bulamadı bir neden ve bir sonraki tenefüs kızın sınıfına gidip, kızı buldu. Onu bir kenara çekerek, 'Noldu?' diyebildi sadece.. Kız ise 'Yok bişey, cevabım bu' işte dedi ve sınıfına girdi.. Çocuk bu anlamsız cevap karşısında kıza lanet etmişti.. Yazıyı elinde sıktı, sıktı, sıktı.. Adeta sinirini ondan çıkardı. O sinirle koridorlarda duvarları yumruklayarak kendi sınıfına çıktı.. Okuldan sonra da eve giderken üzüntüsü ve siniri yüzünden okunuyordu.. Eve gitti ve yazıyı sobanın içine atarak yanışını izledi.. Oysa onun için tam iki hafta uğraşmıştı.. Yazdığı anları ve duygularını geçirdi aklından.. Umut etmişti, artık umutları, gözlerinin önünde yanıyordu. 'Bu sefer de olmadı' dedi ve bir platonik aşk daha platonik kalmaya devam edecekti.. O sene sonu Öss sınavlarına konsantre oldu. ve yeni umutlarını üniversite yaşamının hayalleriyle besledi. 'Kesinlikle bu şehirden gitmeliyim' diye düşündü. Test kitaplarıyla yaşamaya başladı lisenin son dönemlerini. Hiç kimseye aşık olmak istemiyordu. Çünkü sınavı kazanmaya engel olucak bir etken istemiyordu bu aralar hayatında.
Nihayetinde sınav günü geldi ve geçti. Tercih formları geldiğinde, gelecekteki kaderinin yönünü belirlemek için fazla düşünmedi. Gitmek istediği yer belliydi. Abisinin 4 yıl önce kendisini bırakıp gittiği şehir. İzmir.. Onun hayallerini süslüyordu İzmir ve başka bir alternatif düşünmüyordu bile. Yeni bir hayat, yeni bir platonik aşksa, hayatını feda edebileceği kadar önemli bir olguydu onun için. O olmazsa, yaşamanın bir anlamı olmadığını düşünüyordu. Belki de onu kendinden başka kimsenin anlamayacağını zannediyordu. Yanıldı..
Dokuzeylül Üniversitesi İstatistik bölümünü kazandı. Hazırlık sınıfına kaydını yaptırdı. Abisinin üniversiteden sınıf arkadaşı ve aynı lisede okuyan bir çocukla beraber aynı evde, 2 oda 1 salon evde dört kişi kalacaklardı. Günler geçtikçe, liseye giden Ozan ile iyi arkadaş olmaya başlamıştı. Onunla arada sırada güzel sanatlar lisesine gidiyordu. Derken birgün Ozanların sınıfta erenay diye bir kızla tanıştı ozan sayesinde. Kız, okulun en güzel kızlarından biriydi. Hatta bir anket yapsalar, en güzeli seçilme ihtimali çok yüksekti. Bu kıza, abisinin bir arkadaşı da deliler gibi aşıktı. Ancak abisi ve ev arkadaşları bunu çocuğa söylemediler. Çünkü kızın, çocukla beraber olmasını istiyorlar, arkadaşlarınında kızdan soğumasını istiyorlardı. Böylece çocuk, izmir hayatının ilk macerasına başlamış oldu..
Kızla hergün mesajlaşıyordu ve onu tanımaya çalışıyordu. Arada bir buluşup biryerlere gidiyorlar, birşeyler içiyorlar ve dönüyorlardı. Fakat çocuk, buluştuklarında muhabbet etmekte zorlanıyordu. Çünkü daha önce böyle bir flört yaşamamıştı. Kızla her anında heycanlanıyordu. Kız çok rahat davranıyordu, çünkü ilişki konusunda deneyimliyidi. Ne de olsa izmir kızıydı. Onun için böyle şeyler çok normaldi. Kız daha fazlasını bekliyordu hep. Fakat çocuk ilişki konusunda pek deneyimsiz olduğu için, kızı idare etmekte çok zorlanıyordu. Nitekim sonunda kız, çocuktan sıkılmaya başladı. Bir gün buluştuklarında kız, kendisinin bu aralar ilişki istemediğini, kendisiyle bir alakasının olmadığını söyledi.. Ama arkadaş olarak kalabileceklerini falan söyledi.. Çocuk bu konuşmadan sonra, adeta bir çöküş daha yaşamıştı.. Büyük bir şaşkınlık içerisindeydi. Böyle birşey beklemiyordu. Kızla beraber zaman geçirmeye alışmıştı, bundan sonra ne yapıcağını düşündü. Yeni arayışlar için kendisinde güç bulamadığını hissetti.. Fakat kız ayrılmakta kararlıydı. Öylede oldu. Artık mesaj bile atmıyordu kız. Çocuk kıza karşı birşeyler hissetmeye başlamıştı ayrıldıktan sonra. Hergün kızı düşünüyor, ona mesaj atmak için eline telefonu alıyor, zar zor mesaj yazıyor, hatta yazıp yazıp siliyor.. Fakat tam yazdığını düşündüğü anda mesajı göndermeye bir türlü cesaret edemiyordu. Nitekim gönderemiyordu da. Uzun bir süre bu böyle devam etti. Daha sonra zaman herşeyde olduğu gibi buna da çare olmuştu..
Çocuk izmirde gördüğü olaylar karşısında adeta şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşıyordu. Fakat yadırgamıyordu. Çünkü büyük bir şehirde daha önce yaşamamıştı ve bu olanların kendi eksikliği olduğunu düşündü. Sürekli yeni şeyler öğreniyor ve büyükşehir yaşantısına alışıyordu. Okulda izmirli arkadaşlarının kızlar konusundaki muhabbetlerine katılıyor, pek fazla konuşmadan onları ve deneyimlerini dinliyordu. Hepside sürekli kızlarla zaman zaman çıkıp ayrılmışlar, kısa süreli yada uzun süreli ilişkiler yaşamışlardı. Kendisine bu soru sorulduğunda ise kaçamak cevaplar vermekteydi. Çünkü daha önce ilişki tanımına uyabileceği bir ilişki yaşamamıştı. Aşklarının hepsi de platonikti. Hepsiyle uzaktan bir ilişki yaşamıştı. Hepsi hayallerinde ve kalbinde yaşıyordu.. Fakat kısa sürede sorunun kendinde olduğunun farkına vardı. Bu böyle gelmişti ama böyle gitmeyecekti. Çünkü burada platonizm hiç bir işe yaramıyordu. Herkes, herkesle, herkesin gözü önünde rahatça sevişebiliyordu. Okul kantininde, bahçesinde, okul dışında kordonda çimlerin üzerinde, vapurda, barlarda, cafelerde vs.. Nereye gitse sevgilileri görüyordu.. İçinden, 'vay be' diyordu. 'Ne güzel, herkes ne kadar rahat' diyordu..
O sene sürekli arkadaşlarıyla gezip, İzmiri ve insanlarını gözlemledi, yeni hayatı keşfetmeye çalışıyordu. Barlara, kafelere ve discolara takılmaya başladı.. Hazırlık sınıfının sonuna geldiğinde saçları uzamış, küpe takmış ve tam bir üniversiteli görünümüne kavuşmuştu. Etrafındaki olanlara kayıtsız kalamamıştı ve tavırları da bu yönde değişmişti. Rahatça tavırları da ona ayrı bir hava katıyordu. Kızlar okulda kendisini kesiyor, hatta yanından geçerlerken laf bile atıyorlardı. Bu durum hoşuna gidiyordu tabikide. Kendini platonizmin esaretinden kurtarmış ve artık kendini özgürce ifade edebileceği ve rahatça yaşayabileceği ilişkiler arıyordu. Bu arayışa koyulmak içinde bazı ajanslara başvurmuş ve mankenler içinde ajanlık yapmaya karar vermişti. Bu sıra hazırlık sınıfından yakın arkadaşı ile tiyatro oyunu izlemeye gitti. O kadar çok etkilendi ki ardından üniversitenin tiyatro topluluğuna girmeye karar verdi. Fakat tiyatro topluluğundaki çalışmalar onu tiyatroya bağlamıştı farkında olmadan. Yanlışlıkla da olsa tiyatroyla tanışmanın memnuniyetini ve sevincini yaşıyordu. Adeta kendini bulmuştu tiyatroda. Mankenlik işlerini bırakmış ve oyuncu olmaya karar vermişti. Zaten okulunda da pek mutlu değildi, derslerini sevmiyordu, zevk almıyordu hiç. Konservatuara gitme kararı aldı ve tiyatro bölümü için hazırlanmaya başladı..
Bir yandan da içindeki aşka olan özlemi bir türlü dinginleyemiyordu. Sürekli bir arayış içindeydi. Birgün tiyatro sınavlarına hazırlık kursu ilanı gördü ve kursa başvurmaya gitti. Kısa bir görüşmeden sonra kursa kayıt oldu. İlk ders için kursa geldiğinde, karşısına çıkan kişi, birkaçgün önce alsancaktan, narlıderedeki güzel sanatlar fakültesine oyun izlemeye giderken 8 numaralı otobüste gördüğü o beyaz tenli, sarı saçlı, fındık burunlu, boncuk gözlü güzel kızdı.(vildan atasever'e çok benziyor) Biranda heyecanlanmaya ve içi titremeye başladı. Tanışma sırasında sesinin titremesinden heyecanı açıkça belli oluyordu. Bir erkek ve 2 kız arkadaşı daha vardı derste. Kısa tanışmanın ardından derse geçtiler.. Dersten sonra çocuk bu tesadüfün etkisinden kurtulamamıştı. Otobüste görüp çok hoşlanığı ve bir daha göremeyeceğini düşündüğü o kız şimdi ona ders verecekti. Okulu tamamen bıraktı ve tiyatro kursuna odaklandı. Haftada iki gün ders olmasına rağmen, hergün kurs yerine gidiyor, tirad ve doğaçlama çalışmaları yapıyordu. yaklaşık 3 hafta çalıştıktan sonra kız, kendilerinden bir tirat hazırlamalarını istemişti. Çocuk, o kadar hoşlanıyordu ki kızdan fakat hoca öğrenci ilşkisi yüzünden duygularını açıklamaya çekiniyordu. Birden platonik takıldığı yıllar aklına geldi. Bundan faydalanmalıydı. Hemen romeo-juliet oyunundan romeonun balkonun önündeki ünlü tiradını ezberlemişti ve kıza bir sonraki ders bunu oynayacaktı. Bir hafta boyunca hep bu şova hazırlandı. Sonunda ders günü gelmiş ve derse erken gitmişti. Fakat o gün büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Çünkü kız, kurs yeri sahibiyle anlaşmazlık yüzünden ders vermeyi bırakmıştı. Bu haberin ardından çocuk ta kurs yerinden ayrıldı ve eve geldi. Birkaç gün kızdan hiç haber alamadı. Aramayı denedi fakat her seferinde yapamadı, vazgeçti.
Birgün, çocuk internette takılırken, msn de kıza rastladı ve konuşmayı denedi. Neden ayrıldığını falan sordu. Kendisinin de o ayrıldı diye ayrıldığını söyledi. Kız üzgün olduğunu ve kendi isteği dışında böyle birşey yaşadığını söyledi. Kendisini çok sevdiğini ve hertürlü yardımcı olabileceğini söyledi. Çocuk bunun üzerine kendisiyle özel olarak çalışması teklifini sundu kıza. Kız bir süre sessiz kaldıktan sonra bu teklife olumlu cevap verdi. Önce çalışma yeri bulamadıkları için bir parkta, basketbol sahası gibi biryerde boş bir alanda çalışmaya başladılar.. Daha sonra kızın bulduğu bir züccaciye deposunda çalışmaya devam ettiler.. Yaklaşık 3 hafta kadar devam etti bu durum. Fakat çocuk duygularını açıklayamadıkça çalışmalara konsantre olamıyordu. Böyle giderse sınavı kazanamayacaktı. Çünkü çalışmaya sırf kıza duygularını anlatmak için gidiyordu fakat kızı her gördüğünde bunu yapamıyordu. Bunun daha fazla böyle devam edemeyeceğini düşündü ve, ya tiyatrodan ya da kızdan vazgeçmesi gerektiğini düşündü. Tabiki bu kritik zamanda seçebileceği tek tercih vardı o da tiyatro oldu. Bir sonraki çalışmaya gitmedi, kız da aramadı zaten.. Bizimkisi, kendi çabalarıyla evde hazırlanmaya çalıştı.. Nitekim sınavda ilk aşamayı geçmiş ama ikinci aşamada tiratları iyi oynayamamış ve okula girememişti.
Sürekli kitap okuyor, kendini hertürlü bilgi ile donatıyordu. Gerektiğindeyse hepsini tek tek kullanıcaktı. Bunun yanısıra filmlere sarmıştı.. Hergün enaz bir film izliyordu. Bazen de tiyatro, opera ve senfonilere gidiyordu. Klasik müzik te, yaşamında bir parça olmuştu. Güzel sanatlar onun içn en değerli olguydu. Onun dışında arkadaşlarıyla barlara takılıyordu. Aslında barlara gitme sebebi eğlenmek için değildi. Ortam kalabalık olsun istiyordu. Rock müziğini de sevmezdi hiç. Ortama ayak uydurduğunu göstermek için dans eder ve eğleniyor gibi yapardı. Genelde masada oturup eğlenenleri izlemeyi ve etraftaki kızları kesmeyi tercih ederdi. Sonuç olarak her defasında birinin dikkatini çekerdi ve bir kızla kolaylıkla tanışabilirdi. Çünkü onun bu gizemli hali kızları kendine çekerdi, entellektüel birikimiyle de onları kendine hayran bırakırdı. Kızlarla, yeni tanıştığı kızlarla sadece cinsel bir ilişki düşünüyordu. Onun dışında gelişebilecek hiçbir ihtimali düşünmezdi. Çünkü aşka küsmüştü geçmişi yüzünden. Tekrar birine bağlanmak istemiyor sadece kullanmak istiyordu.
Zaman zaman aşık olmak istedi, çünkü içindeki boşluğa dalıp dalıp gidiyordu. Bu hissiyat ne zaman gelse, her defasında bunu kısa ilişkilerle geçiştiriyordu. Bu böyle ne kadar sürecekti bilmiyordu. Kendini bu bilinmezliğe teslim etti. Bazen hayattaki bütün bilinmezlikler onu kendine çekiyordu. Hoşlanıyordu gizemli olguların peşinde koşmaktan. Aşık olduğu kişilerde hep, kendince gizemliydi zaten. Çünkü çözemediği bazı durumlar vardı kafasında. Aşık olduğu hiç kimseyle beraber olamamıştı. Çözümsüzlükler onu hep rahatsız ediyordu. Bu rahatsızlığını gidermek için de çözümsüzlüklerin üzerine gitti ve onları çözmeye çalıştı. Her çözülen problemin ise yenisini doğuracağını tahmin edememişti. Kendini koca bir bataklığın içine attığını farkettiğindeyse herşey çok geçti. Çünkü o kendini sanatın sonsuzluğuna bırakmıştı. Herşeye rağmen bundan keyif alıyordu.
Artık bohem hayata iyice alışmıştı. Ara ara içinde boşluk hissetse de, düzenli hayatın kendine göre olmadığını, heyecansız olacağını düşünüyordu ve kendini günlük eğlencelerle avutuyordu. Ne zaman canı sıkılsa ve aşka ihtiyaç duysa gece hayatına veriyordu kendini.. Bir zaman sonra gece hayatından da keyif almamaya başladı. Etrafında sürekli aynı insanlar, amaçsızca yaşamaya devam ediyorlardı. O ise sürekli tüketme ve tüketilmeye karşı idi. Ama kendini tüketiyordu sürekli. Oysa üretmek gerektiğini ve insanlığa faydası olması gerektiğini düşünmüyor değildi. Bu böyle daha fazla süremezdi. Bir yandan okulundaki derslere konsantre olmaya çalışıyor, bir yandan da tiyatro aşkından vazgeçemediği için oyun provaları yapıyordu.
Geceleri uyuyamadığı için geç saatlere kadar bilgisayar başında zaman geçiriyordu. Hatta bazen sabahı görüyordu. Çoğu zaman da içindeki yalnızlığı ve aşka özlemini hissediyor, acı çekiyordu bu uzun gecelerde..Ve öyle hissediyordu ki, bu duygular içine sığmıyor, kaleme kağıda dökülerek şiir oluyordu. Yazdıkça rahatladığını farketti. Adeta dertleşiyordu boş sayfalarla.. Yine birgün daha fazlasını yapmaya karar verdi. Yazacaktı, evet roman yazıcaktı. Böylece uzun uykusuz gecelerini avantaja çeviricek ve bir eser yaratıcaktı.
Tiyatrodan arkadaşlarıyla animasyon işi için bir alışveriş merkezinde çalışmaya başlamıştı. Çocuk oyunları oynuyor ve bir oyuncak firması için çocuklara oyunlar oynatarak, kazananlara hediyeler dağıtıyordu. Bir gün animasyon sırasında, oyuncak firmasının, genç, uzun boylu, manken gibi vücudu olan, renkli gözlü, beyaz tenli ve siyah küt saçlı, afet gibi halka ilişkiler müdürünün, kendisinin fotoğrafını çekerken gördü. O sırada dans ediyordu, hatun da bu anı fotoğraflıyordu. Çocuk, ona pozlar vermeye başladı, onu farkettiğinde. Aklı başından gitmişti. Makinanın flaşı gibi bişey çakmıştı yüreğinde. Yine o eski duyguların tadını hissetmişti biran. Çocukları unutuverdi. Diğer arkadaşlarını bırakıp kızın yanına gitti. Hatun çocuktan hoşlanmıştı. Bu her halinden belliydi. Kızla beraber fotoğraf çektirdiler. Sonra çocuk kızın telefon numarasını istedi. Kız biraz naz yapsa da sonunda verdi. Ne de olsa halkla ilişkiler müdürüydü, kendini bu kadar naza çekmesi doğaldı. Hatta bu naz olayı daha çekici kılıyordu onu.
O akşam mesajlaştılar ve ertesi gün konuşmaya başladılar. Diğer gün ise kızla buluşup güzelyalı kordonunda tekel bayiinden aldıkları viskiyi pet bardaklara koyup içtiler. Kız iyice sarhoş oldu. Kızı evine bırakmaya gitti. Kız kapıda, çocuğa eve gelmesini ve orda kalmasını söyledi.. Ama çocuk bu kadar kısa sürede,bu kadar çok şeyi yaşayıp duygularını tüketmek istemiyordu. Bu yüzden bu ısrarlı teklifi reddetti. Kendi evine gitti ve yine yazmaya devam etti.. Bir sonraki gün kızı aradığında ulaşamadı. Sonraki günler de kız hep bir mazeret uydurup kendisiyle buluşmayı reddetti. Geçen gece ekilmenin acısını çıkarıyordu adeta. Genelde iş toplantısında olduğunu söylüyordu fakat çocuk artık bu duruma dayanamıyordu. En sonunda acilen görüşmek istediğini söyledi. Kız onu evine çağırdı yine.. Bir şişe vişne şarabı alıp kıza gitti. Evini tam hatırlayamadığı için kıza telefon etti. Kız telefonda evini tarif ediyordu, çocuk ta tarife göre sokaklarda labirent oyunu oynar gibi bir sağa bir sola dönüyordu..Son dönemeci döndükten sonra, sağdaki apartmanın üst katındaki dairenin balkonunda elinde telefonla kendisiyle konuşan kızı gördü. Hatun öyle ateşli birşey giymişti ki, üzerinde kısa bir badi ve şortu vardı. Yarıçıplak vaziyette sokak lambasının aydınlattığı vücudu, inanılmaz seksi görünüyordu. Kız çocuğu gördüğünde kapının anahtarını balkondan aşağı çocuğa attı. Çocuk anahtarı havada yakalayıp kapıyı açtı ve içeri girdi.. Basamakları ikişer üçer çıktıktan sonra kızın dairesine ulaştı ve içeri girdikten sonra kızla oturup muhabbet etmeye başladılar şaraplarını yudumlarken.. Bir ara kızın gözlerindeki şehveti gören çocuk kendinden geçti.. Herşeye rağmen duygusal şeyler düşünmeye çalışıyordu.. Aşk istiyordu sadece ve aksi durum olmaması için kendine engel oluyordu.. Fakat bu durum kızın sinirini bozmuştu iyice ve vücudunu daha tarik edici bir şekilde sergilemeye başladı.. Dvd oynatıcıdan slow müzik açtı ve göğüslerini okşamaya başladı. Çocuk daha fazla direnemedi ve nihayetinde yatağa gidip bütün gece şehvetle seviştiler.. Sabah olduğunda ise iki yabancı gibiydiler.. Kız işe gitmek için hazırlanırken, çocuk balkonda hava alırken içindeki bütün aşkın gittiğini hissediyordu.. Demek ki kızın bütün ilgisinin, kendisiyle sevişmek için olduğunu öğrenmişti. Kendisini sevdiği için değildi bütün o şirinlikler.. Son olarak, evden beraber çıktılar ve bir daha görüşmediler..
Balçova belediye tiyatrosunda çalışmalarda hoşlandığı bir kıza zamanında çok yakın davranmış ve kısa sürede onun da ilgisini çekmeyi başarmıştı. Her çalışmada ona olan yakınlığını belli ediyordu. Okuma provalarında gözü hep ondaydı. Çalışmanın bitmesini ve onunla sohbet etmeyi istiyordu sürekli.. Bazı günler çalışmalardan sonra bir alışveriş merkezine gidip birşeyler yer ya da içerlerdi. Hatta bazen bir arkadaşlarının evinde kalıp sabahladıkları da olmuştur. O zamanlar sabah beraber kahvaltı hazırlarlar ve eğlenceli zamanlar geçirirlerdi.. Bazı geceler msn de konuşurlarken sabah ezanını duyarlardı ve daha da devam ederlerdi gün ağarıncaya kadar.. Fakat birgün kız, bir başkasına aşık olduğunu, kendisiyle sadece çocuk istediği için beraber olduğunu söyler ve çocuk bir daha o kızla konuşmaz.. Ta ki, bigün canı sıkılıp ona mesaj atıncaya kadar.. O günden sonra hiç konuşmamış ve görüşmemişlerdi. Neredeyse bir yıl geçmişti aradan. Sonra çocuk canı sıkıldığı birgün telefon rehberinde gezinirken onun numarasını gördü ve uzun süre öyle kaldı ve düşündü. Sonra 'naber, nasılsın?' diye mesaj gönderdi. Kız da ona 'sarhoşmusun' diye cevap yazdı. 'Hayır öylesine yazdım sarhoş değilim..' dedi çocuk. Bundan birgün sonra, çocuk ders çalışırken, msn de kız, 'naber, napıyosun' yazdı. Çocuk, 'iyiyim, ders çalışıyorum' yazdı. Kız, 'şimdi bana gel desem gelir misin?' dedi. Çocuk, 'noldu, yalnızmısın?' Kız, 'evet'. Çocuk,'sarhoşmusun peki?' Kız, 'evet, içiyorum, öküz sevgilim gelmedi o yüzden moralim bozuk' Çocuk,'tamam üzülme ben geliyorum' Kız, 'ciddimisin, bu saatte (01.30)?' Çocuk,'evet' Kız,'nasıl geliceksin?' Çocuk, 'taksiyle geliyorum hemen çıkıyorum' Kız,'bak geliceksen çabuk gel, 02'ye kadar..' Çocuk,'tamam..' der ve hemen hazırlanıp çıkar.. Taksiciyle sıkı bir pazarlık yaptıktan sonra 'abi ben öğrenciyim..' ayakları falan.. 20 liraya bucadan balçova'ya anlaşır ve binip gider.. Çocuk, kızın apartmanının önünde iner ve kıza geldim diye mesaj atar. Kız kapıyı açar ve karşısında çocuğu görünce çok şaşırır acele şekilde eve alır çocuğu. Daha sonra kız, çocuğa viski getirir. Zaten kız yarı sarhoş durumdadır ve içmeye devam ederler. Bu arada kızın yatağında film izleme kararı verip laptopta film izlemeye başlarlar. Film başladıktan biraz sonra çocuk kızın yanağına bir öpücük kondurur.. Bunun üzerine kız hemen çocuğa yapışır ve büyük bir şehvetle şevişmeye başlarlar. Aceyle üstlerini çıkarırken kız bir diğer eliyle laptopun kapağını kapatır ve kararan ortamda delice sevişmeye başlarlar.. Sabah olduğunda ise klasik pişmanlık tavırları sergiler kız. Çocuk ise olanlar karşısında şaşkınlık yaşar. İçkiden kafası ağrımakta ve feci bir şekilde zonklamaktadır. Neler yaptığını hatırlamaya çalışır. Kız ise biran önce ona evden gitmesini söyler. Çocuk kalkıp hazırlanırken kız yatağa uzanıp ağlamaya başlar. Çocuk hazırlanır ve kızı avutmaya çalıştıktan sonra evden gider, yüzünde garip bir ifade ve kafasında karmaşık düşüncelerle..
Aradan geçen zamandan sonra sevgililer günü yaklaşmaktadır. Çocuk şimdiye kadar hiçbir sevgililer gününde bir sevgilisi olmadığını düşünerek iç çekmektedir. Zaten sevgililer günü dışında da sevgilisi yoktur ya, neyse.. Fakat bu kez, bu sevgililer gününü yalnız geçirmek istememektedir. Gerekirse öylesine birini bulacak ve takılacak, yine de yalnız olmayacaktır. Kesin kararını verdikten sonra, facebook'ta birini aramaya başlar. Arkadaş bulucu kısmında ortak arkadaşı olan bir kız görür. Onu ekler ve mesaj gönderir. Kız da çok geçmeden kendisine cevap verir, böylece yavaş yavaş sohbet etmeye ve tanışmaya başlarlar. Daha sonra msn'e geçerler ve ordada uzun uzun konuşurlar. Muhabbet gün geçtikçe sarmaya başlayınca, çocuk bir çılgınlık yapmak ister. Ankara'daki kızı istanbul'a çağırır. Kız bunu kabul eder. Sevgililer gününe birkaç gün kala bu kararı verirler. Çocuk izmir'den, kız ankaradan istanbula gidecek ve orda buluşacaklar, ne romantik :).. Bu çok marjinal ve orjinal bir fikirdir. Gerçekleşirse güzel bir tanışma anı olacaktır. Herşey ayarlanmış, planlar yapılmıştı. Çocuk 14 Şubat gece 00.00 da izmirden istanbula hareket etti. Çok heyecanlıydı. Yol boyunca uyuyamadı. Sürekli mp3 playerdan aşk şarkıları dinledi.. Sabaha karşı biraz uyuyakalsa da, sabah topçular-gebze vapurunda uyanmıştı. Daha sonra inene kadar da gözüne uyku girmedi zaten. İndikten sonra kızı beklemeye başladı. Kız o gün sabah bindiğini söylemiş, akşama doğru istanbul’da olucam demişti. Bunun üzerine çocuk, darıca’daki teyzesine gitti. Akşam olunca da, kız yorgun olduğunu, bir sonraki gün buluşsalar daha iyi olacağını söyledi. O gece mesajlaştılar. Çocuk , sevgililer gününde ilk defa biriyle beraber olacaktı ama yine biriyle beraber olamamasına karşın mutluydu. En azından ilk defa sevgililer gününde kalbi doluydu ve bir sevgilisi vardı. Bu hissiyat ona bütün gün ve gece yetmişti. Ertesi gün çocuk erkenden kalktı ve gebze’den kadıköy’e banliyö treni ile gitti. Oradan da vapurla karşıya, beşiktaş'a geçti. Kız, çocuk trende iken, teyzesinin bir arkadaşının kızının kaza yaptığını ve acilen hastaneye gitmeleri gerektiğini söyledi. Bu yüzden buluşamayacaklarını, oraya gideceğini söyledi. Bunun üzerine, çocuk bütün gün tek başına dolaştı istanbul sokaklarında. Hemen kendine bir plan yaptı ve o akşamki beşiktaş-trabzonspor maçına yeni açıktan bir bilet aldı ve maç saatini beklemeye başladı.. Saatlerce yürüdü ve hep kızı düşündü.. Akşam inönü stadyumuna maça gitmişti. Maç 1-1- berabere bitti. Her ne kadar şimdiki aşkıyla buluşamasa da, çocukluk aşkı olan beşiktaş(k) ile buluşmuştu onun yerine. Maçtan sonra bir süre bu mutluluğun keyfini sürdü. sonra ise bursa üzerinden bandırma'ya döndü. Çünkü direk vasıta bulamamıştı, aktarma yapmak zorunda kalmıştı. Gece 02:00'de bursa’ya vardıktan sonra 4'e kadar otogarda bekledi. Bu arada tesadüfen orada o saatte üniversite hazırlık sınıfından bir arkadaşına rastladı. Biraz muhabbet ettiler ve 04:00'te bandırma otobüsüne binip, bandırmaya geldi. 1 hafta bandırma'da kaldı ve sakince kafa dinledi. Bu 1 haftalık süreçte, kız olanlardan dolayı yaşadığı üzüntüyü anlattı hep.. Bunu telafi etmek için izmir’e geleceğini söylüyordu. Herşeye rağmen çocuk onu sevmişti. Bu yüzden bunu kabul etti. O kadar inanmıştı ki kızın söylediklerine, kızın yalan söyleme ihtimalini düşünmüyordu bile. Belki de düşünmek istemiyordu, bunun doğru olmasını istiyordu. Bir hafta zor durdu bandırmada, çok sıkıldı, darlandı.. Ailesi için katlanmıştı bu sıkıntıya zaten. Sonunda bir hafta geçmiş ve izmir’e dönme vakti gelmişti. İzmir’e trenle dönüyordu. Ailesiyle vedalaştı ve izmir’e doğru yola çıktı.. Trende kızla mesajlaşıyordu ve yine benzer bir plan yapmışlardı. O gün beraber yola çıkacaklar, akşam izmirde aynı saatte olacaklardı ve buluşacaklardı. Hem de aynı saatte. Yolda mesajlaştılar sürekli. Kız sanki yolculuk ediyormuş gibi mesajlaşıyordu. Şimdi şurdayız, şimdi burdayız, şimdi bi amca horluyor vs.. gibi mesajlarla oyalıyordu çocuğu.. Yolculuğun bitmesine yakın, çocuk menemende iken kız arayıp gelemeyeceğini ve vaz geçtiğini söyledi. Çocuk önce şaka sandı, sonra kız ağlamaklı konuşunca çılgına döndü. Trendeki bütün yolcular çocuğu izliyordu. -ben gelemicem -canım neden? noldu, söylesene! -gelemicem işte bişey sorma -lütfen söyle, nerdesin, noldu? -böyle daha iyi olucak herşey, üzülme sakın.. Çocuk trende adeta deliye dönmüştü. Az önceki mutlu ve sakin ifadelerinden eser kalmamıştı. Sinirli ve telaşlıydı. Çünkü kız, nedensiz bir şekilde, yada nedenini söyleyemediği birşey yüzünden gelmemiş, çocuğu kandırmıştı. Çocuk trenden inip servise binip basmanedeki gara kadar titreyerek gitmişti. Orda servisten inip kendine gelmek için kordona gitti ve sakinleşmeye çalıştı. Kız sürekli telefonla arıyor ve mesaj atıyordu. Çocuk telefonu kapattı ve birdaha uzun süre konuşmadılar.
Aradan 3 ay geçti. Bu süre zarfında çocuk, günlük ilişkiler ile yaşadığı bu olayı unutmaya çalıştı. Bara gidip kız düşürdü. Arkadaşlarıyla takıldı ve ortamlarda eğlendi hep. Okulda da derslerle ve sınavlarla uğraştı bir yandan.. Okuldaki kızlar da, çocuğun bu sıradışı yaşamına karşı kayıtsız kalamadılar. Çünkü çocuk, okula bazı dersler dışında hiç uğramıyordu. Bazı önemli derslere ve zorunlu derslere giriyor, derslerden sonra da hemen okuldan gidiyordu. Okulda hiç takılmıyordu. Diğer derslere ise bir arkadaşına imza atması için rica ediyordu. oyun provaları, tiyatro gösterileri derken, yıl sonu gelmişti. Bir gün, bir mail geldi; seni unutamadım, son günlerde hep rüyama giriyorsun, biliyorum benimle konuşmıcaksın ama bunları bilmeni istedim.. kız buna benzer bikaç tane daha mail atınca, çocuk daha fazla kayıtsız kalamadı. Artık siniri geçmişti ama yaşananlar aklına geldikçe nefret duyguları kabarmıyor değildi. Ona bir ders vermek istedi. Zamanında kendisine yaşattığı üzücü şeyleri, en iyi aynısını yaşatarak ona anlatabilirdi. Ona karşılık verdi ve konuşmaya başladı. Zamanla herşeye yeniden başlama kararı aldılar. Çocuk ara sıra mesaj atıyordu. Kız ise her an her dakika.. Çocuk ne kadar isteksiz davransa, kız ona deliler gibi aşıkmış gibi mesajlar atıyordu. Çocuk onu umursamadıkça, kız üzülüyor ve çocuğa daha da çok bağlanıyordu. Çocuk istediğini elde etmiş gibi görünüyordu. Umutlar vererek onu kendisine bağlamıştı. Ne de olsa, üniversiteden yeni mezun olmuş ve ortamından yeni ayrılarak yalnız kalmış bir kıza umut vermek zor olmamıştı. Bunu başardı ama işler zora girdi. Çünkü kız, hiç pes etmiyordu, edecek gibi de görünmüyordu. Çocuk onu umursamadıkça, sürekli mesaj atıyor, arıyor ve telefonla tacizde bulunuyordu adeta. Sürekli aşk ve sevgi sözcükleri sonrasında, çocuğu etkilemeyi başarmıştı kız, ama kısa bir süreliğine.. Kız ankara’da Bilkent üniversitesinden mezun olup istanbul’a kültür üniversitesine gitmişti yüksek lisans yapmaya. Psikoloji bölümünde olması etkilemişti çocuğu aslında başlarda ama kızın ailesi’nin kıbrısta yaşadığını ve yazları da kızın orada olacağını hesaplayıp daha sonra, kızın kıbrıs’tan gelemeyeceğini ve kendisiyle beraber olma ihtimalinin düşük olduğunu iyice anlayınca artık tamamen kızdan vazgeçti. Bunu biraz da bahane olarak kullandı ve arkadaş olarak kalmanın daha iyi olacağını söyleyip, kıza dersini vermenin haklı gururu içine girmişti..
Bu olayın üzerinden kısa bir zaman geçmişti ki, birgün belediye otobüsünde arkadaşıyla beraber eve giderken cep telefonuna gelen bir mesajla şaşkınlık içerisine girdi. - merhaba ulaş bey tanışabilir miyiz?.. Bikaçgün sonra sevincin önünde buluştular ve ilk buluşmaları bir hayli sohbet dolu geçmişti. Tanışmalarının ardından memnuniyetleri yüzlerinden okunuyordu ikisinin de. Ardından koşulacak uzun bir maratonun startı verilmişti sanki, sarılarak ayrıldılar.. Sonra.. Sonra mı? Sonrası başlı başına uzun bir hikaye, anlatırım sonra..

17 Nisan 2012 Salı

Gönül Yanılması

uykularımı kaçıran sıkıntı sadece bi yanılgıymış,
yalnız uyanışlarıma umut ışığı olan güneş
çaresizliğimin en sessiz çığlığıymış
sensizliği yalnız yaşayan tenimde..
meğer umut ışığı en büyük karanlıkmış,
yürümeye çalıştığım karanlık yollar
kırık hayal parçalarıyla kaplıymış..
her bahar aynı sersemlikle uyanır
aynı yanılgıya aldanırmış gönlüm
aynı duygular çiçek açarmış
yalnızlığın arka bahçesinde..
bazen bir hayal gördüğümü sanırdım,
gözlerimi ovuşturup bir daha bakınca
geçerdi göz yanılgılarım,
gönlümü ovuşturup bir daha sevince
neden geçmedi gönül yanılgım?
Ulaş Tuzak

Bahar Kahvaltısı

Gece bitti, kabus geçti ve bulanık dere duruldu
Ağlayan bebelere meme verip susturuldu
Üşümek yok artık güneş çıktı
Bütün vücudumu ısıttı
İştahım öyle bi açıldı ki,
Kahvaltı da bi kuş sütü eksikti..
Pencereden giren ışık çay bardağında yansıyor
Tereyağlı bal bir dilim ekmekle keyif çatıyor
Burnum bu güzel kokuyu artık daha iyi alıyor
Ve çaylar tazeleniyor,
Demli olsun lütfen..
Ulaş Tuzak

16 Nisan 2012 Pazartesi

Gökten Düşen Elma ve Aşkın Dayanılmaz Ağırlığı

Eninde sonunda beni baştan çıkarıp kendine aşık etmeyi başaran şeytan kılıklı bir kadın vardı peşimde. Aşktan kaçmaya çalıştıkça beni ağlarıyla sarıp sarmalayan ve esir eden, zehirli bir örümcek iç güdüsüyle hareket ediyordu. Zehirli dişini etime geçirdiğindeyse artık çok geçti, alıkoyulmuş bir esirdim artık. Kaçınılmaz olan şeyin tadını çıkarmaya karar verdim nihayet. Anılara daldım gittim böylece.. Bazen gündüzü karartan bi şeytan,karabasan,öcü idi; bazen de geceyi aydınlatan bi melekti, aydı, yakamozdu.. Dolunay zamanı kabaran denizin dalgaları gibi bişeyler kabartırdı içimde. Suyun gelgitleri bende de etkili oluyordu sanki. Kanımdaki çekilme ve yükselme hep bu ay tanrıçasının gelişi ve gidişiyle ilgiliydi.. Havası açık bir gece, gökyüzünde kayan yıldız sonrası dilenen bi dilekti onu hayatıma çağırışım. Masallardaki gökten düşen elmalardan biri gibi düştü başıma. Şişkinliği geçmeden başımın daha, şaşkınlığı henüz üzerimden atamadan oldu bitti her şey. Bocalama olsa gerek herhalde. Uğuşturucu bi madde gibi kanımda dolaşırken aşkın sarhoşluğunu yaşıyordum ama bencilce. Her kafası güzelin yaptığı gibi tek başıma gitmek istedim cennetin huri dolu bahçesine. Tanrı’nın bana olan lütfuydu belki de ve ben bu jest sonrasında rahavete kapıldım sanırım. Bişeye -ne kadar değerli de olsa- bişeye kolayca sahip olmanın değersizliğini hissettim, hor kullandım, sıkıldım herzaman herşeyden olduğu gibi.. Bir ısırık aldığım elmayı koydum masanın bi kenarına, üzerine peçete örttüm sinek konmasın diye. Tabiki Nazımın dediği gibi, elmanın seni sevmesi gerekmez sen elmayı seviyorsun diye. Ama sen onu sevsen de sevmesen de o senindir artık, ısırmışsın yarım bırakmışsın bikere. Çoktan çürümeye başlamıştır bile, çünkü ısırıldığı yerden kararmaya başlar hemen her elma.. Akabindeki her gece dua ettim Tanrı’ya beni elmaya aşık etsin diye. Yalvarışlarımı birgün kabul edeceğini biliyordum, hiç pes etmedim, küsmedim de Tanrı’ya. Özellikle de ay büyürken hiç uyuyamadım tıpkı Necati Cumalı gibi.. Elmanın kokusu burnuma kadar gelmeye başlayınca anladım duamın kabul olduğunu. Özellikle de dilimin peltekleştiğinden ve yine yazıya vurduğumdan kendimi. Herkesten uzaklaşıp yalnızlığa çekilmem bundandır işte. Fakat bu yalnızlıkta içimdeki boşluğa aşkın dayanılmaz ağırlığı çöktü, korkunç bir acı ve yitirmişliğin sancısı istiflenmeye başladı. Melankolizmin doruklarına kadar tırmandım adeta ve oradan bıraktım kendimi Tanrı’nın merhametli kollarına. Adem gibi derbeder, perperişandım şeytana kandığım için, tövbeler ediyordum elmayı ısırdığıma ve yine yalvarıyordum kovulduğum cennete tekrar girmek için Tanrı’ya.. Ulaş Tuzak

12 Nisan 2012 Perşembe

Mangal Gönüllü Aşık

Aşktan ağzımız yandı çünkü ateşte pişirmeye çalıştık, bilemedik.. Oysa kebabın en güzeli; ateşi bitmiş külde, aşkın en güzeli de; alevi gitmiş gönülde pişermiş. Cahildik, cüheylanın önde gideniydik hemde. Büyük sözü dinlemedik, delikanlıydık ya.. Sevişirken mercimeği fırında unutacağımızı akıl edemedik, bok ettik herşeyi. Nefsimize yenik düştük, zayıf irademizin kurbanı olduk. Sonra utandık, söyleyemedik birbirmize yediğimiz haltları, sustuk.. Yüzümüze vuramadık ikimizde, yüzleşemedik.. Kavgacı değildik ki biz, sevmezdik kavga etmeyi. Ama sağlam küserdik, trip manyağıydık, konuşmazdık uzun süre. Sonra zamana bıraktık belki söner diye, bitip gider dedik kendimizce bu hatıralar, kaybolur.. Ama dayanamadık, sabredemedik, bikez daha iradesiz davrandık. Elimize bi çomak alıp eşeledik, dürtükledik soğuyan mangalın kömürünü. Bi taraftan birimiz yelledi bi taraftan diğerimiz üfledi, küllenen ateşi körükledik, kora çevirdik beraberce. Tam ellerimizi kavuşturuyorduk ki birimiz korktu tekrar yanmaktan, panikledi – ah şu panik atağı- ve getirip bi kova suyu boşaltıverdi üstümüze gitti. Ben ise söndürememiştim, soğumaya bırakmıştım sadece ağzımız yanmasın diye. Kıyamamışım meğer, ki o yelleyince ben de üfleyiverdim hemen tetikte beklermişçesine, ne de çok özlemişim onun sıcaklığını. Ne de güzel olucaktı oysa kor ateşinde aşkımız. Gönlümüzün yağları cızırdayarak eriyicek, o müthiş kokuyla iştahımız açılacaktı. Bu kez daha tatlı daha bir iştahlı sevişecektik, tadının kaldığı damağımız yanmayacaktı bu sefer. Ama olmadı, düşlerde kaldı bu hikaye, sonu gelmedi, oyuncu gitti ve yönetmen filmi çekemedi. Acı acı üşüyorum, tir tir titriyorum, soğuk iliklerime kadar işliyor şimdi söndürdüğü mangalın başında. Dumanı çıkıyor ıslak kömürlerin ve yanık kokusu hala burnumda tütüyor sevgilimin.. Ulaş Tuzak