SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

31 Aralık 2010 Cuma

İKİBİNONBİR

Yıldönümü.. Reset atma zamanı yine.. Bembeyaz sayfa toz toprak içindeki deftere.. Halbuki kar yağması gerekirken sadece soğuğu var izmirde. Yazık ki yalanlarla dolu doğa bile. İnsanların sahte yaşamlarına şaşırmamak gerek, perde çekmekte haklılar birbirlerine. Merakla beklenen ikibinden bu yana tastamam on yıl geçti. Peki ikibinden bu yana ne değişti?
İkibinde liseye yeni başlamıştım, o zamanlar dünyam Bandırma’dan ibaretti, çok fazla bişey bilmiyordum o yüzden çok düşünmüyordum, bir anlamda mutluydum çünkü sadece hayal kurarak tatmin ediyordum kendimi. Öyle hiç peşinden koşulabilecek hayaller de değillerdi onlar. İmkansızdı benim için o zamanlar. Ne cep telefonum vardı ne de internet diye bişeyden haberim vardı. Cebimde bikaç kuruşum, kalbimde platonik bir kuşum vardı kanatlanıp uçamadık onunla da zaten. Neyse ki babamın bi sözü vardı Allahtan, bilgisayar almıştı bize..
Bu milenyum dalgasına pek takılmıştı ikibinde alırım demişti bikaç sene evvelinde.. Tek avuntum bilgisayarım olmuştu o sene. Çok merak ediyordum insanın bir bilgisayara sahip olması nasıl bir duygu diye, sonunda nasıl bişey olduğunu anlamam pek uzun sürmedi hemen alıştım, sanki yıllardır onunlaymışım gibi. Aynı şekilde lise hayatım da böyle başlamıştı, kafamda çok büyütmüştüm orta okuldayken ama pek bi farkı yokmuş nedense..
İkibiniki ortalarıydı, bigün platonik yaşamdan çıkıp gerçek hayata dahil olmayı denedim ancak henüz olgunlaşmamış olduğumu görüp bu fanteziden vazgeçmiştim..
Lise sonda ilk kez bir cep telefonuna sahip olmuştum, o duygunun da bendeki heyecanı pek uzun sürmedi ve ona da alıştım kısa sürede.. Üniversiteye gitme heyecanı sarmıştı sene ikibindört.. Hergün yeni bir hayal kuruyordum, hergün yeni bir plan yapıyordum kendimce. Yeni bir yaşantıya başlayacak olmanın tarif edilmez coşkusunun sarhoşluğu içerisinde geldim izmire.. İtiraf etmek gerekirse İzmir’e alışmam da pek uzun sürmedi.. İzmirli kızlar falan vardı hayallerimde, hızlı ve serseri yaşam tarzı, öyle heyecanlıyım ki gördüğüm her kızla tanışmak istiyorum.. Kısa süre sonra güzel bir kızla tanışıp takılmaya başladım. Tabi tahmin edeceğiniz gibi buna da alışıverdim hemen. Sonuç olarak ayrıldık, bu ayrılık ta bana her şeye bir zaman sonra alışılabileceğini bir kez daha kanıtladı. Yalnız ilk kez, hayatın böyle sürüp gidemeyeceğini, kendime çeki düzen vermem gerektiğini işte o zaman anladım, sene ikibinbeş..
Bir tiyatro merakıdır aldı yürüdü bende, tabi boş boş durulmaz değil mi? Oldum olası içimdeki sanatçı ruhu dışavurmaya çalışmıştım ancak bunun ilk adımını atmak burada nasip oldu.. Abimin sanat hayatına içten içe kıskançlık beslerdim. Sağ olsun Oğuz diye bir arkadaşım vardı üniversite hazırlık sınıfında, onun yaşantımda etkileri yadsınamaz derecede önemlidir. Hala odamın duvarında asılıdır o sene beraber çektiğimiz dokuz eylül hatırası.. O sene tiyatro şenliklerine beni götürmeseydi belki de içimdeki bu sevda hiçbir zaman tetiklenmeyecekti..
Günler ayları, aylar yılları kovalıyor, bende biraz biraz büyüyor, büyüdükçe olgunlaşıyordum sanki.. Artık öyle her şeye çar çabuk atılmıyor, bir heves uğruna tüketmemeye çalışıyordum duygularımı. Fakat hayatımda çok kritik kararlar vermem gereken durumlar boy göstermeye başlıyordu,. Tiyatro sevdası o kadar büyümüştü ki içimde, istatistik bölümünü bırakıp, konservatuar tiyatro bölümüne girmeye karar verdim sene ikibinaltı..
Bu kararı vermemin çok önemli bir sebebi vardı, bir türlü sıradanlaşmamıştı tiyatro, bu kez çok farklıydı. Sahip olduğum hiçbir şey beni bu kadar heyecanlandırmamıştı daha önce.. Alışamamıştım, yani diğer alışkanlıklarımdaki gibi sıkılmamıştım.. Balçova Belediyesinin Tiyatrosu ile ilk yarı-profesyonel oyunlarımı oynamaya başaldığımda sene ikibinyedi olmuştu. Fakat Mimar Sinan, İstanbul ve dokuz eylül’deki denemelirim sonuçsuz kalınca, tilki-kostümcü hikayesindeki hesap, istatistik bölümüne geri dönmüştüm sene ikibinsekiz.. Fakat içimdeki tiyatro hastalığı bir türlü geçmiyordu, bir şekilde bunu iyileştirmeliydim ya da bu uğuşturucuyu bir şekilde temin etmeliydim biyerlerden. Yine sağ olsun Mustafa diye bir arkadaşım haber verdi, yeni bir tiyatro ekibi kuruluyor alsancak’ta diye.. Orada tanıştığım arkadaşlarla Görünmez Tiyatro macerasına başladık. Ardından ilk kez kendi yazıp yönettiğimiz oyunu sergilemeyi başardık, adı ‘Bu Aşk Burada Biter’. Bu aşk burada biter dedik ama orada da bitmedi maalesef.. Ekibimizin dağılmasına rağmen Atilla yoldaşımla beraber ‘Euterpe Sanat’ hayatına en baştan bir başlangıç yaptık. Üstelik bu sefer kararlıydık, daha iyisini yapacak ve kısa sürede en iyi oalcaktık. İlk işimiz profesyonel olmaktı ve bunun için profesyonel oyun oynamaktı. Hayal ettik ve başardık. Yine çok sağ olsun Erk hocamın özverisi ile tiyatro hayatımın ilk profesyonel oyununu oynamayı başardım, adı ‘Köpek,Kadın,Erkek’ ve sene ikibindokuz.
İkibinon senesi tamamı ile ciddi geçti. Gerek okul hayatım, gerek iş hayatım, gerekse özel hayatım.. Sanki koskoca bir adam olduğumu sanmaya başladım. Ne çabuk ta büyümüştüm, korktum ve üst üste gelen sorumluluklardan sıkılmaya başladım tekrar. Biran önce bu durumdan kurtulmam gerekiyordu, aksi takdirde bayılacaktım bu yoğun ve stresli temponun içinde.. Tabi bu yoğun ve stresli duruma alışmam da beklenildiği gibi çok uzun sürmedi, alıştım. Bir süre sonra her şeyin kendi içerisinde bir yola girdiğini fark ettim ve akışına bırakmaya başladım. Tüm sorunlar zaman içerisinde kendiliğinden çözümlenmeye başlamıştı ve her geçen gün biraz daha rahatlıyor, nefes alıyordum.. Yine yeni bir şeyler öğrenmiştim, fazla kasmamak gerekmiş her şeyi..
Şimdi ikibinonun bu son gününde biraz endişeliyim çünkü ikibinonbire de kısa süre sonra alışıcam ve içimdeki bu heyecanı, bu coşku kırıntılarını bulmak için türlü türlü aksiyonlar yaratmaya çalışıcam.. Çok garip bir tesadüf, onbir yıl sonra tarih tekerrür ediyor yine, bu sene de tek avuntum, her ne kadar taksitleri ocak ikibinonbirde başlayacak olsa da sahip olduğum, şuan dizimin üzerindeki bu yazıyı yazmama vesile olan laptopum olacak sanırım..
Nice mutlu senelere ulaş..

Ulaş Tuzak

30 Aralık 2010 Perşembe

İkibinonbir’e Bir Kala..

Acısıyla, ekşisiyle, tuzlusuyla bir yılı daha geride bırakmış olacak olmanın yaklaşık bir gün önceki heyecan ve coşkusunu yaşamayı çok isterdim ama gel gör ki şu anda masamın üzerine yayılmış olan ve yarın önüme soru olarak çıkacak yazıtların bulunduğu notların görüntüsüne baktıkça sanki derbeder per perişan bir insanı andıran yüzümün yansımasını sol çaprazımdaki balkon kapısının penceresinden görebiliyorum.. Ah ne muhteşem bir sıkıntı var içimde. Herkes ihtişamlı bir eğlenceye hazırlanırken ben ve benim gibi insanlar sınavlarını verme acizliği içerisinde çırpınıp duruyorlar.. Çevremdeki o hareketlilik, mekanlardaki rezervasyonlar, fix menüler, party organizasyonları ve bilimum çılgınlık serüveni olayları içine sokulmak istenen sürüler.. Ne kadar da başı bozuk bir düzen.. Garip, çünkü gerçekten kimse ne yapmak istediğini bilmiyor ve etrafını gözlemleyerek birilerinin ardı sıra gitmeye karar veriyorlar. Asıl kanıksanması gereken de bu belki de, kendi kararını verebilmek..
Birazdan kendim için çok önemli bir karar vericem ve bütün bu kışkırtıcı, tahrik edici durumlara rağmen konsantre olup bu her tarafa yayma yaılmış notlarımı toplayıp bir düzene sokup çalışmaya başlıcam.. Kim bilir belki de şuan vermiş olduğum bu karar, ikibinonbirde benim için hayırlara vesile olur.. Doğruyu söylemek gerekirse, her sene bu zamanlarda geriye dönüp baktığımda gördüğüm en net fotoğraflar hep pişmanlıklar oluyor maalesef.. Nedense hiç mutlu ve güzel anlarımı hatırlayamıyorum, en azından pişmanlıklar kadar ortada sergilenmiyor bellek galerimde.. Hep kenar köşelere itilmişler bişekilde.. Ben mi öyle olsun istiyorum acaba? Kendime acı çektirmek hoşuma mı gidiyor, mazoşist miyim ben?
Bu sorular uzar gider, kendimi ve hayatı üzerinde bir nebze etkim bulunan kimseleri daha fazla bu sergilere götürmek istemiyorum artık. Seneye yine bu zamanlarda aynı şekilde dönüp baktığımda vay be ne güzel filmdi demeyi umut ediyorum. Aynı şekilde tüm insanlarla beraber oskara aday olacak bir filmde rol almayı canı gönülden temenni eder, insanlık adına tüm dostların güzel bir ikibinonbir macerası yaşamasını dilerim.

Ulaş Tuzak

24 Aralık 2010 Cuma

İçimdeki Coşku

Ey büyük yaratıcı,
Ey ulu Tanrım!
Sana o kadar sonsuz şükran borçluyum ki
Yazamam, anlatamam, gösteremem hiç bi şekilde
İçimdeki bu coşkunun nasıl senin eşsiz adaletinle dağıtıldığını..
Ey yüce varlık;
Lütfen hep benimle ol
Lütfen koru sana sığınan ve coşkusunu kaybetme korkusu yaşayan şu acizane kulunu..
Seni seviyorum, sana düşünerek, hissederek, görerek ve bilerek gönülden inanıyor ve de tapıyorum..
Senin hakimiyetinden başka bir hakimiyet kabul etmek mümkün değil..
Sen, seni yanlış bilen yanlış tanıyan toplumları uyar Ey yüce varlık..
Bu insanlara yardım et, onları kandıranların cezasını ver Ey ulu güç..
Sen ki, bu kainatı kuran ve idare edensin, herşeyi bilen, canlılığı veren de sensin
Ey bütün kalbimle sadece sana sarıldığım muhteşem hakimim,
Şükürler olsun yaşadığım her gün sana..

10 Aralık 2010 Cuma

RİSK

Yer altında kazma kürek çalışan; günlerce, haftalarca, aylarca gün ışığı görmeyen
bir gram değerli taş bulmak için ömrünü tüketen o masum insanlar; madenciler, sizlere büyük saygı duyuyorum..
ben de sizler gibi bir gram değer için çırpınıp duruyorum yer yüzünde,
geçireceğim bir anlık güzel zaman için günlerimi, haftalarımı ve aylarımı verebiliyorum tıpkı sizler gibi.. ve bunun ne kadar zor bir iş olduğunun farkındayım.. inanır mısınız yer altı kadar yer yüzü de çok riskli.. bu riskleri almadan ne yazık ki o saf, işlenmemiş halde doğada bulunan en değerli madenlere ulaşamıyoruz.. her şeyin bir karşılığı var maalesef, bu işin karşılığı da risk almak..

bir taraftan baktığımda da en büyük riskin, risk almamak olduğunu görebiliyorum, bunun için hiç olmazsa bir değer elde edebilmek için risk almaya değer diyorum..
hiçbir şeye bulaşmadan, karışmadan öylece beklemek ne kazandırır? Hiç bişey kazandırmadığı gibi üstüne zaman kaybettiriyor değil mi? Peki en değerli olgu ne hayatta? Zaman değil mi? Telafisi olmayan tek varlık zaman değil mi?
Zaman için risk almaya değmez mi? Pişmanlığımız hep geçmişe yönelik değil mi? Ahlarla vahlarla, keşkelerle geçirmiyor muyuz hayatımızın dönüm noktalarını.. en azından iyiki yapmışım demek için risk almaya değer..

Risk almak için fazla düşünmeye, hesap kitap yapmaya gerek yok.. sadece güçlü bir irade ve sağlam kararlılık yeter.. Kaybedeceklerini değil, kazanacakalarını düşünerek motive edebilirsin kendini.. Bir de şuan ki durumundan daha kötü olup olamayacağınla karşılaştır, kaybedeceğin çok önemli bir şey yoksa hiç düşünme risk al..
Düşünmek ve bir şeye karar vermeye çalışmak ta en büyük zaman kayıbıdır.. O yüzden en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir.. Bir an önce karar ver ve bir şeyler yap.. zaten yapacağın her ne olursa olsun rizikodur, o yüzden korkma..

Kendimi nasıl da konsantre ediyorum farkında mısınız? Ben bunu hergün yapıyorum, her güne risk alarak başlıyorum.. belki şuana kadar büyük bişey kazanamadım ama büyük bişey de kaybetmedim.. en azından büyük bişey kazanma ihtimalim devam ediyor.. bu da beni yaşama daha umutlu bakmamı sağlıyor..
Hedefi her ıskaladığınızda onu vurma olasılığınız her seferinde artacaktır.. Bunu sakın aklınızdan çıkarmayın, çünkü normal dağılım diye bir şey var, ona güvenin.. Sürekli kaybedenler bile mutlaka bikere kazanırlar yeterki ısrarcı olsunlar, deneme sayısını artırsınlar..

O kadar maden, zaman ve riskten bahsettim ama ne anlatmak istedim diye düşünenler olabilir hala.. bir yapbozun parçaları olarak düşünün bunları, birleştirince ne çıkıyor sizce? Zamanı geç olmadan, hangi madeni elde etmek için risk almalıyız biz?

Ulaş Tuzak

7 Aralık 2010 Salı

Orijin

bir başlangıç noktası gerek bana, bir referans noktası, bir orijin..
bu yeryüzünde çizdiğim koordinatların bir anlamı olması için bir sıfır noktası gerek bana
neye göre, kime göre yaşadığımı bilmeliyim ona göre çizmeliyim yolumu..
kaybolduğumda geri dönebileceğim, baştan başlayabileceğim bir yer
ne geri, ne ileri, ne de aşağı yukarı sapmadan tam orta noktada
bir anlamda nötr de denebilir, her duruma her koşulda aynı cevabı verebilecek..
şimdi bütün hesaplamalarım bunun üzerine, analitik geometriye en başından başlıyorum
sıfıra sıfır derler literatürde orijine ve bir nokta belirlerler orijine göre
sonra noktalardan doğrular oluşur, o doğrularda üç boyutlu nesneleri oluşturur
o nesneler zaman içerisinde değişik haller alırlar ve şekilleri bize anlam katar..

anlamı ne peki benim hayatımın, yine şiddetli bir şekilde düşünmeye başladım?
mutlaka bir anlamı olmalı, bugüne kadar yaşadıklarım bir şeyler anlatmalı bana
onun için de biri referans alınmalı, ona göre değerlendirilmeli hepsi
ben yaşadıklarımı kime göre değerlendiricem, kime sorucam?
küçükken anne babamızdı bize yol gösteren, bizi koruyup kollayan
her başımız sıkıştığında onlara koşar, onlara anlatırdık derdimizi
onlardan yardım isterdik, onlar çözerlerdi bütün sorunlarımızı
yada onlar yönlendirirdi bizim gelecekteki çizgimizi..
ya şimdi büyüyünce kim olucak rehberimiz?
hayatımızın ikinci dönemi, onlarsız devam edecek tabiki
artık biz onların başlangıç noktası olucaz,
çünkü onlar da bizim gibi yeni bir döneme başlıyorlar..

tek başına bir noktayım şuan orijini olmayan
belki zaman zaman yine orijinsiz noktalarla birleşip
yönü belli olmayan doğrular çiziyorum
bu doğrular da yine anlamsız şekiller ortaya çıkarıyor
ve yine anlamsızlaşıyor hayat, anlamsızlaştıkça anlamsızlaştırıyor herşeyi..
bulmalıyım orijinimi, bulmalıyım biran önce
yoksa içinden çıkamayacağım anlamsız bir şekilin gereksiz bir parçası olucam
endişeleniyorum, zaman hızla ilerliyor ve benim için daralıyor
bu durumu göz göre göre yaşamak ta iyice daraltıyor koordinatlarımı
sıfırla bir arasına kadar daraldım, herşey olasılıklarda tanımlı
her an göz kararıyla yaşamak hataları artırıyor
risk çok fazla ve benden çok şey alıp götürüyor..

bariz bir şekilde bilinçsizce çabalıyorum bu rizikodan çıkmak için
en azından normal yaşama geri dönmeliyim tıpkı normal insanlar gibi
artı eksi 3 e kadar genişletmeliyim, bu aralık bile yeter şimdilik nefes almama
dağılacaksam da standart normal dağılayım, ne gerek var şimdi binoma poissona..

Ulaş Tuzak

1 Aralık 2010 Çarşamba

Anlatmak gerek..

İçindekileri dökmek, paylaşmak gerek
Ne düşündüğünü söylemek, çekinmeden
Utanmadan, sıkılmadan olduğu gibi bazen
Ağzına geldiği, elinin yazdığı gibi tıpkı
Boş ta olsa anlatmak gerek..

Dertleşmek öyle rahatlatır ki
İçindekileri dışa vura vura kırarsın
Seni bağlayan kör talihi belki..

Anlatmak gerek, dinleyen birini bulup
Bir insan ya da bir kuş, bir köpek
Bazen saksıda bir çiçek ya da ılık bir rüzgar
Bazen börtü böceğe seslenmelisin fısıldayarak
Denize açılmalısın bazen de
O en iyi sır tutandır dalgaların arasında
Güvenmelisin doğaya ve anlatmalısın doya doya..

Ulaş Tuzak

23 Kasım 2010 Salı

Sabr-ı Aşk




Yeter demeye dilim varmıyor ki yetmez çünkü hiçbir zaman
Bugün nefret ediceksem de yarın yeniden sevicem ki
Neden bırakmayı seçiyorum, ya da kaçmayı ne gerek var?
Otur sabret, düşünme dayan.. yalandır gerisi vallahi yalan
Bütün dertlerin devası sadece bir anlık zamandır zaman..
Ne kalır ki geriye senden başka bana düşünmekten başka
Düşler birleştirir bütün yaşadıklarımı yeniden ve çıkartır karşıma
Hem de en rahat, en huzurlu bulmam gerektiğinde kendimi
Tam gece yarısı uykumun ortasında..
Yahut belki bunda vardır bi hikmet yada bilmediğim bir gizem, hayret..
Zikret, hisset biraz daha dayan sabret ha gayret olgum
Sallandıkça, sarsıldıkça dolar, doldururken fark etmediğimiz bütün boşluklar..
Tanrı’nın işine akıl sır ermez ki bu aşk’ta Tanrı’nın eseri değil mi?
Her işte bir aşk varsa nasıl çözebilir insanoğlunun küçücük aklı bu gizemi?
Gizemli olunca merak edersin, gizem varsa o işte peşinden gidersin
Gizemi çözmek için harcarsın kendini belki paralarsın ama pes etmezsin yine de..
Bir tutkudur bu arayış, cazibeli bir kadın gibi sürükler peşinden
Gece gündüz demez, dinlemez seni, uyku girmez gözüne bu yolda
Geçmez zaman don yemiş nehir gibi kalakalır olduğu yerde
Ya sabır, ey sabır, of sabır, puf sabır, ah ulan sabır..
Tanrım bana her şeyden çok, en çok ver sabır..
Beklemek her insanın harcı değildir, özellikle bilinmezliği beklemek gerekirse
Nereye kadar, nasıl, neden beklediğini bilmeden ve sorgulamadan artık
Bir taş gibi, ağaç gibi, mağradaki derviş, mezardaki ermiş gibi bazen
Unutmak ta yok hani hatırlamakta, bazen hatırlanmakta..
Belki unutulmakta var çoğu zaman ama yılmak yok hiçbir zaman..
Yolunu kaybetmiş göçmen kuş gibi bilinmezliğe uçmak neyse
Aşkı beklemekte odur işte, ümitsizce, çaresizce son bir umutla belki de..
Kanatlarını açmış, kanatlanmışsa coşmuşsa, uçmaya hazırsa gönül işte o da aşktır
Ona karşı koyamazsın zaten ama hemen uçma bekle
İlk kez uçmaya hazırlanan yavru serçe gibi düşüverir kırarsın kanadını
Yaralısın zaten bekle, emin olmadan tekrar bırakıverme boşluğa yeniden kendini
Gözlerim bu iki çift gözetçi hep o yolda bekçi gibi sabırla bekliyor
Aklım hiç uyumayan nöbetçi volta atıyor etrafımda geceleri
Kalbim uslanmaz bir gazeteci, suç olduğunu bile bile yazıyor yine izinsizce..
Bütün ilacım sabır bu gece de, yine sessizce yatağıma gitmeliyim
Uzanıp uyumaya çalışmak, oturup yazmaya çalışmaktan kurtulmak gibi
Uyumak yazmaktan kaçmak, yazmak düşünmekten kaçmak, düşünmek te uyumaktan..
En iyisi mi kaçmaya çalışmadan kurtulmak bu da aşkı bulmak demek
Peki ya aşk ta bir şeyden kaçmak içinse o zaman ne olucak?
Hep kurtulmak için bir şeylerden kaçmak zorunda mı kalıcaz
Yaşamak için öldürmek gerek kuralını uygulamalıyız belki de
Ben yoruldum kaçmaktan, kovalayanı öldürmek daha kolay
Cesaretim var benim artık hiç öldürmesem bile
Nefs-i müdaafa hakkımı kullanmam gerekir diye düşünüyorum
Bir çocuk oyunu gibi grav grav grav..
İşte her şey buraya kadar, artık kaçmak yok, kovalanmak ta..
Artık özgürlük var, korku yok..

Ulas Tuzak

20 Kasım 2010 Cumartesi

yolculuk anları..

her yolculuk yeni bir macera ve her yeni macera başka bir hikaye. her hikayede olduğu gibi bu hikayede de bir takım karakterler var ve bu karakterler hemen yanı başınızda..
tren yolculuğu benim için küçüklüğümden beri bir fenomendir.. özellikle de bandırma-izmir arası çok fazla haşır neşir olmuşumdur. .
yine biletçi vagonun kapısından girdi içeri ve
-'evet biletleri görelim..'
-buyrun..
- kaç yaşındasınız efendim
-27
- ozaman size cezalı bilet kesicez
- neden?
-genç tarifemiz 26 yaşına kadar geçerli, o yüzden aradaki farkı ödemeniz gerek
- fark ne kadar peki?
- 3,5; 3,5; 7 lira ama cezalı 2 katı oluyor 14 lira..
- cık cık cık...
cezalı bileti yazıp iki gencin eline tutuşturdu..
- evet beyfendi alayım
gencin biri 20 lirayı gönülsüzce ve bir o kadar da çaresizce biletçiye uzattı..
-buyrun..
'evet efendim siz' diye geldi yanıma ve çıkarıp gösterdim biletimi..
- kaç yaşındasın sen
- 24
- hmm..
- internet var mı acaba
- yok
biletçi arkalara doğru aynı şekilde biletleri kontrol ederek ilerledi.. Birkaç dakika sonra vagon kapısı açıldı ve içeri yiyecek içecek satan görevli girdi elinde arabasını ite-çeke sürüklüyordu.. yanımdan geçerken, 'birşey alırmıydınız beyfend'i dedi.. böyle birşey beklemiyordum çünkü daha önceleri hiç birebir böyle soru sorarak satış yapmaya çalışmamıştı. Şaşırdım ve 'hayır sağolun' dedim kısık sesle..
Biraz önce biryerlerde durmuştuk, izbe bir durak olsa gerek ki neresi olduğunu hatırlayamadım.. ayrıca bir o kadar da dikkat dağıtıcı unsur var ki ne bir kitap okuyabiliyorum ne de bir ders çalışabiliyorum.. kulaklıkla film mi izlesem ki acaba diye düşünmüyor değilim.. önümde arkamda yanımda ve vagonun çeşitli yerlerinde o kadar fazla çocuk var ki,seslerinden duyduğum rahatsızlık beynimin her kıvrımından titreşerek geçiyor ve sinir ağlarımın gerilmesine neden oluyordu.. bir an sakinleşmek için camdan dışarı baktıysam da bu kez bir takım garip insanların koltuk arkasındaki ayaklıkları gıcırdatması ve hasta insanların öksürüp tıksırmaları per perişan etmeye yetmişti beni..
-anneeee... anneee..
-aaaaanneeee..
-sussssss, şşşşş...
- ben arkadaşla oynucam anne
-otur düşersiniz
-arkada oturucam anne
-tamam oturun ama ..
-tamam..
anne ve babası konuşmaya başladılar aralarında;
-tabi sıkıldı çocuk
-napsın berke de orda
-yan yana yer bulamadık ki..
arkadan teyzelerin sesleri ilişiveriyor;
-bandırmadan mı
-evet siz
- biz de çocuk okutuyoruz...
yine yanımdaki aile;
-ben cips yicem anne
-senin paran çok mu, onlar yemişler
-..
her neyse ben eniyisi bu kalabalık ve gürültü içerisinde kulaklığımı takıp ilginç bir olay olana kadar film izleyim diyorum..

ulaş tuzak

12 Kasım 2010 Cuma

Aşk Rüzgarları

gündem durgun, hava rüzgarlı
yüzüm neşeli olsada gönlüm efkarlı
geceler sessiz ve bir o kadar da esrarlı
üşüyor içim, tirtir titriyorum, korkuyorum da bir yandan
çaktırmıyorum, kimseye renk vermek yok
hayata devam etmek gerek yine de
durmadan ve yılmak yok hiçbir zaman
ah, keşke birşey bulsam seni anlatan da
okusam dursam sabahlara kadar
ve öğrensem seni iyice, yanlış yapmasam artık..
durgun suları dalgalandıran fırtınalar
gönlüme yelken açtıracak rüzgarlar
tıpkı ağaçların dallarını sallandırdıkları gibi
sallasalar beni de..
savurdukları yapraklar gibi,sıkıntılarımı da
dağıtsalar dört bir yana
alıp götürseler benden çok çok uzaklara..
kuzeyden poyraz kuru soğuk
güneyden lodos eser ılık ılık
denizden tatlı tatlı imbat..
okyanusta Alize rüzgarları vardır
çöllerde samyeli, kumfırtınaları falan,
keşişleme, karayel vs. bütün hatırladıklarım..
gökyüzünden, yıldızların arasından
kopup gelen fırtına, tıpkı hortum gibi döne döne
tam yüreğimin içine esse, beni dalgalandırsa yeniden..
ah, bu aşk rüzgarları, beni hayata döndürse..

Ulaş Tuzak

git gide

düşündükçe düşünesi geliyor insanın,
üzüldükçe üzülesi geliyor,
güldükçe gülesi geldiği gibi tıpkı..
istekleri için çırpınıyor insan
ve çırpındıkça çırpınası geliyor acı çekse de,
ancak yılmaması gerek hemen,
çünkü yıldıkça yılası da geliyor çoğu zaman..

Ulaş Tuzak

21 Ekim 2010 Perşembe

ATATÜRK’ÜN DÖNÜŞÜ

Bir sabah uyandık ve televizyonu açtığımızda gördüğümüz manzara karşısında şoke olmuştuk.. Bütün basın-yayın medya ordusu anıtkabirde toplanmış ve atatürk’ün dirildiğini söylüyordu. Nasıl bir şeydi bu? Olabilir miydi böyle bir şey? Peki ama nerden çıkmıştı böyle bir haber, kim görmüştü Atatürk’ün dirildiğini..
Kanalları hızlı hızlı geçerken biran bir tanesinde durup olan bitene kilitlendim ve aslen ne olduğunu öğrenmeye çalıştım.. Bu bir kamera şakasımı idi yoksa bugün dünya şaka günü 1 nisan mıydı? Hayır bugün 1 nisan falan değildi.. aksine bugün atatürk’ün ölüm yıl dönümü olan 10 kasım’dı..
Tüm hazırlıklar yapılmış, o sabah tüm medya mensupları, politikacılar, generaller ve Ankaralı bir kısım halk anıtkabir’de toplanmışlardı. Fakat görevlilerden biri atatürk’ün mezarının açılmış olduğunu ve içinde bir de not bulduğunu söylemiş.. ne kadar da doğru?
söylentiye göre not’ta şunlar yazılıymış;

“Ey benim mazlum halkım, ben cumhuriyeti bu günleri göresiniz, bu çileleri çekesiniz diye kurmadım. Aksine özgürlük ve eşitlik içinde mutlu ve huzurlu bir toplumda yaşayıp çağdaş uygarlıklar seviyesine erişesiniz diye kurdum. Oysa şimdi bakıyorum ki her şey ben bıraktığımdan çok daha kötü bir hale gelmiş, ülke kaos içinde.. Tam da tahmin ettiğim gibi ve gençliğe hitabe’de belirttiğim gibi millet harap ve bitap durumda. İktidara sahip olanlar, şahsi menfaatlerini, müttefiklerin siyasi emelleriyle birleştirip ülke üzerinde oyunlar oynuyorlar. Hatta bu iktidar sahipleri gaflete, dalalete ve hıyanete devam ediyorlar. Ve yine Ergenekon, balyoz gibi operasyonlarla, bu aziz vatanın bütün tersanelerine girip bütün ordularımızı dağıtıyorlar.. Şimdi’de referandum yaparak tüm hakim ve savcıları yani yargıyı tamamen ele geçirmek istiyorlar. Böylece memleketi bil fiil işgal etmiş olacaklar.. Ve hiç ama hiç bir kimse iktidarın kararlarına karşı bir söz söyleyemeyecek, itiraz edemeyecek. Yani yanlış ta olsa iktidar istediği gibi at koşturabilecek ve bir nevi cumhuriyeti yıkıp, laikliği yıkıp din odaklı bir yönetim şekli ile imparatorluğunu kuracaktır. Adı da belli ‘ Türkiye İslam Devleti’..
İşte bu duruma karşı benim Türk Gençliğim de SBS’yle, LGS’yle, ÖSS’yle, ÜDS, DGS; KPSS’yle bir bataklığın içine sokulup imha edilmiş, üniversiteler boşaltılıp etkisiz hale getirilmiş. Hem rektörler, hem dekanlar hükümetin isteğiyle atanmış ve en güvendiğim üniversiteliler siyasetten korkutulmuş ve caydırılmış. Mezunlar iş güç derdinde, tuzu kuru olanlar da festivallerle, futbolla, fuhuşlarla ve daha bir sürü devlet politikasıyla denetlenmeyen olaylarla zamanını tüketmektedir.. Gençlik tükenmektedir..
Bu durum karşısında kemiklerimin sızlamasına daha fazla dayanamadım ve Tanrım yalvarışlarımı duydu sonunda ve beni bu azaptan kurtardı.. Madem ki Türk Gençliği cumhuriyeti korumakta bu kadar aciz kalmıştır, artık iş başa düşmüştür. Kabirimden uyanıp bütün bu olan bitene son vermek istiyorum. Şimdi beni merak edenlere söylüyorum yarın sabah Meclis’te olacağım. İktidarı da bıraktığım gibi geri devralacağım. Bana mani olmak isteyecek bu hükümeti devirmek için büyük Türk milletini meclise çağırıyorum. Ey Türk gençliği, birinci vazifeni yerine getirmen için sizi de çağırıyorum. Yarın hep beraber, yeni Türkiye Cumhuriyetini yine hep beraber kuracağız. Ne Mutlu Türküm Diyene!”

Şu anda alt kattaki kabire basın mensuplarının girişine izin verilmiyor ve birbirinden farklı spekülasyonlar türetilmeye devam ediliyor. Bu notun iktidar karşıtı biri tarafından provake amaçlı yazıldığı yönünde iddalar gittikçe çoğalıyor. Fakat az da olsa bazı basın mensupları böyle bir olayın gerçek olabileceği yönündeki senaryoları haber yapıyorlar. Tabi bizde ekran başında ah keşke diye iç çekmekten başka bir şey diyemiyoruz. Gönlümüz dirilmiş olmasından yana da olsa aklımız bunun gerçek olmadığı ve tamamen eylem amaçlı bir gösteri olduğu yönünde düşünüyor. Bazı muhabirler, halkın arasına karışmış ve önüne gelene bu durumu değerlendirmelerini istiyor. Çoğu da bunun gerçek dışı olduğunu savunuyor zaten ama birkaç duygusal insanımız belki doğrudur demekten ve gerçekleştikten sonraki düşüncelerinden bahsetmeden edemiyor. Kimisi ağlıyor, kimisi hala olayın şaşkınlığını üstünden atamamış. Fakat biryandan da gergin bekleyiş devam ediyor. Olay yeri inceleme ekipleri içeride araştırmalarına devam ederken, dışarıda bu sözde doğaüssü olayın perde arkası merak ediliyor.
Kanalları gezerken bir ara farkettim ki, sadece yerli basın bulunmuyor anıtkabirde. Yabancı basında da bir ilgi uyandırmış bu haber ve onlar da sonucu fazlasıyla merak ediyorlar gibi görünüyor. Televizyonu açık bırakıp kahvaltı hazırlamak için mutfağa gitmiştim.. çayın demlenmesini beklerken bir yandan da yiyecekleri hazırlıyordum. Öyle fazla yiyecekte yok ya hani bikaç dilim peynir, sayılabilir kadar zeytin, domates ve salatalık dilimleri o kadar..
Biraz sonra televizyondan seslerin yükseldiğini farkettim. Bütün basın mensupları biryere koşuyor ve heycanlı bir şekilde soru yağdırıyorlardı. Hemen içeri gelip televizyona kilitlendim tekrar. Böyle olağan dışı haberler karşısında sanki eğlenceli bir film izliyormuş gibi heyecan duyarım. Anıtkabirin merdivenlerinin en üst basamağına, içeriden bir uzamanla beraber Ankara emniyet müdürü gelmiş açıklama yapmak için. Fakat anormal bir durum olduğu daha ilk bakışta emniyet müdürünün yüzünden okunuyordu. Bu durum basın mensuplarının da dikkatini çekmiş olsa gerek, soru üstüne soru yağdırıyorlardı müdüre;
-efendim son durum nedir?
-sayın emniyet müdürüm, olayda şüpheli bir durum bulabildiniz mi?
-bu provakasyonu yapanlar nezaman yakalanıcak?
..

Emniyet müdürü açıklamalarına başladı;
Şuanda yaptığımız ilk incelemelerde şüpheli bir şahısa rastlamadık. Fakat görevlilerden aldığımız duyumlara göre, olay sabaha karşı nöbet değişimi sırasında bir anlık boşlukta gerçekleşmiştir. Görevlilerden biri görev devri sırasında çantasını malum yerde unutmuş ve döndüğünde bulamamış. Nöbete yeni gelen arkadaşına sorduğunda ters bişeyler gittiğini anlamışlar ve kabirin açılmış olduğunu ve içinde çantanın olduğunu, çantanın içinden giysilerin alınmış ve notun bırakılmış olduğunu görmüşler.. Akabinde teşkilatımıza haber verdiler ve ekbimizle olay yerine iştikal etmiş bulunuyoruz. Çalışmalarımız halen devam etmekte fakat siz basın mensuplarını ve halkı daha fazla bekletmemek adına şunları söyleyebilirim ki, aksi halde bir durum bulamadığımız sürece notun geçerliliğini kabul etmek zorunda kalıcak olanlar ve yarın sabah meclis önünde yaşanacak hareketlilik için önlem alıcaz..

-efendim sizce böyle bir durum gerçek olabilir mi?
-müdürüm halk merak ediyor, bir mucize mi gerçekleşti acaba?
-notu atatürk’ün mü yazdığını mı düşünüyorsunuz?

Çalışmalarımız devam etmektedir, teşekür ediyorum..

Emniyet müdürü teşekür ederek oradan ayrılır ve vali konuşmaya çıkar;
Karşılaştığımız bu durum aydınlatılana kadar tören iptal edilmiş olup, yarın ki yaşanacak durum karşısında şimdiden sizleri uyarmak istiyorum. Böyle bir şeye inanıp ta…
diye konuşması devam ederken ben de kilitlendiğim ekrandan kendime gelerek mutfağa geri döndüm. Çay demlenmişti, kahvaltı yapabilirdim şimdi ama bütün bu olanlar, bu gördüklerim, duyduklarım kafamı tamamiyle kurcalamaya yetmişti. Biran olsun düşünmekten kendimi alamıyordum, neydi bu olay, kim yapmıştı? Ya da gerçekten Atatürk dirilmiş ve yarın sabah karşımıza çıkıp söylediği gibi iktidarı ele mi alıcaktı? Bunun biran için gerçekleşme ihtimalini bile düşününce kalbim yerinden fırlayacakmış gibi oluyor.
Biraz bişeyler tırtıklayıp bıraktım kahvaltıyı ve çayımı alıp televizyon başına döndüm tekrar. Bu sefer herkes olayın nasıl olduğunu değil de yarın sabahı merak ediyor ve acaba demekten kendilerini alamıyorlardı.. Bütün basın yarınki senaryolar üzerinde konuşuyordu. Biraz önce olayın provake bir eylem olduğunu söyleyen medya şimdi işi magazine dökmüş, yarın sabah atatürkle karşılaşınca ne hissedeceksiniz diye röportaja başlamışlar halkla.. Tabi ki bu durum karşısında bir çok insanımız duygularına hakim olamamış ve göz yaşlarına boğulmuş ağlıyorlardı. Kimisi demeç verme sırasına girmiş, bazıları da şimdiden coşmuş atatürkü karşılamak için bütün herkesin ankaraya gelmesi gerektiğini söylüyordu. Kimisi hazırlıklara bile başlamış Atatürk posterleriyle demeç veriyor ‘yarın diyor, yarın elimdeki bütün bayrakları meclisin önünde dağıtıcam..’ Bazı kanallarda ise işi iyice ciddiye almışlar ve herkesi ankaraya çağrıyorlardı. Olabilecekler karşısında biran bende kendimi kaptırdım ve acaba dedim acaba olabilir mi? Gerçekten gelebilir mi? Ama sonra kendime gelip ne saçma dedim.. Daha fazla sinirim bozulmasın diye de televizyonu kapadım ve arkadaşımı aradım..

Akşama doğru arkadaşımla buluşmak için dışarı çıktım. Bir de ne göreyim? Herkes evine türk bayrağı ve Atatürk posteri asmış. Sanki 1923 teki gibi heryer bayraklarla donatılmış. Kimileri eşini, kimileri arkadaşını, kimisi de yolda karşılaştığı herhangi birisini bulmuş, otogar minibüsü ve otobüsü duraklarına akın etmişlerdi. Biran otogardaki hareketliliği hayal ettim.. Şimdi yüzbinlerce insan ankaraya gidiyordur.. Gerçektende manzara öyle.. Halk bir umut atasının yeniden dirildiğini düşünüyor ve ona koşuyor.
Arkadaşımla buluştuktan sonra bu konu hakkında uzun uzun konuştuk. İnanırmısınız, arkadaşım da o kadar inanmış ki atatürkün dirildiğine beni bile ankaraya gitmek için ikna etmeye çalışıyordu. Bir ara kulağım arkamdaki televizyon sesine takıldı. Arkamı dönüp baktığımda, emniyet müdürü yeniden basına demeç vermek için kameralar karşısına geçmişti;
‘saatler süren araştırmalarımız sonucunda rastladığımız bulgular karşısında bizlerde büyük şaşkınlık içerisindeyiz.’ Bu sözler karşısında tüylerim diken diken olmuştu. Bulunduğum ortamda sanki biran zaman durdu ve herkes televizyona kilitlendi. Kimse kıpırdamıyor, konuşmuyor, neredeyse nefes bile almadan emniyet müdürünün açıklamalarını dinliyordu. ‘yaptığımız incelemelerde büyük önderimizin kemik kalıntılarına ulaşamadık. Bununla beraber güvenlik kameramıza takılan çok kısa bir görüntü de tespit ettik. Bu görüntü tam net olmasa da, aydınlatma ve yakınlaştırma çalışmalarından sonra ulu önderimize benzer birinin kaybolan görevli kıyafetleriyle arka taraftan çıkıp anıtkabirden uzaklaştığı kanısına varıyoruz. Şimdi ise notu değerlendirmekten başka çaremiz kalmadı, hep beraber yarını beklicez ve görücez..’

Gerçekten duyduklarım karşısında kanım donmuştu. Bir süre kendime gelemedim ve öylece kaldım. Biraz sonra arkadaşımın ankaraya gitme teklifini kabul ettim ve şaşkınlığımı üzerimden atamamış halde 2 saat sonra otogarda buluşmak üzere arkadaşımla ayrıldık ve eve geldim. Kendime gelmek için ılık bir duş aldıktan sonra hazırlandım ve çıktım.
Otogara geldiğimde bir şok daha yaşamamak elde değildi. Çünkü otogar ana baba gününe dönmüş ve bütün firmalar bütün arabalarıyla ankaraya gitme kararı almışlar. Boş yer bulmak imkansız, çoğu kişi ayakta bile gitmeye razı, sıkış tepiş binmişler otobüslere.. Birbiri ardına otobüsler kalkmakta ve bir yenisi gelip yolcuları doldurmakta.. Arkadaşımı bulamıyorum bunca kalabalığın arasında ve en nihayetinde bir aracın içinden kafasını çıkararak bana bağırdığını duydum..El işaretiyle çabuk buraya gel diyordu. Koşarak gittim ve kapının önündeki merdivenlerden anca yer bulmuş ve oraya ben yerleştikten sonra kapı kapandı ve otobüs ankaraya hareket etti..
Herkes otobüste, heyecanlı ve coşkulu bişekilde atatürkü konuşuyordu. Kimi geçmişi hakkında, kimi geleceği hakkında.. Kimisi de ağlıyordu duygularını kontrol edemeyip.. Ortam öylesine garip ti ki, sanki yurtta seferberlik olmuş biz de mülteci kamplarına taşınıyorduk.. Ama her nedense kulaklarımda hala emniyet müdürünün söylediği sözler tekrar ediyordu. Atatürk bizi kurtarmaya mı gelmişti gerçekten??
Bu düşünceler dönüp dururken kafamda ben de bir ara sızıp kalmışım. Uyandığımda ise Ankara yakınlarında biyere gelmişiz, neresi olduğunu bilmiyorum fakat 06 plakalı araçların yoğunluğundan bunu anlamış olmam gerek. Yollar o kadar kalabalık ki, otoyol sanki şehir içi trafiği gibi hareket ediyor. Öyle olacak ki, ankaraya bütün yurttan aynı şekilde akın var. Herkes büyük özlem çektiği atasına yıllar sonra kavuşmanın çaresiz umudu içerisinde. Gözlerindeki o umutlu bakışlar her şeyi anlatıyor aslında. Sefillik ve perişanlıktan kurtulmanın tek yolu atamızın bize geri dönmesi. Tanrının onu bize geri göndermesi..

Henüz gün doğmamıştı ve biz zor da olsa ankaraya vardık. O kadar kalabalıktı ki otobüsten inip yürümek mümkün değildi. Caddeler sokaklar bayram yerini andırıyordu sanki. Kornalar çalınıyor, herkes bir ağızdan ‘Atatürk Ölmedi Geri Geldi’ naraları atıyorlardı. Meclise giden yol adeta tıkanmış, bir insan seli şekline dönmüştü.. Biz de otobüsten indik ve her ne kadar o sele karışmamak için yan yolları tercih etsekte her yoldan kalabalığın arasında buluverdik kendimizi. Uğultu giderek yükseliyor ve insanlar giderek çoğalıyordu.. Önümü göremiyordum. Sadece ilerliyorduk..
Güneş ilk ışıklarını gösterinceye dek yürüdük ve sonunda birden duruverdik. Herkes birbirine soruyordu neden gitmediğimizi.. Bikaç dakika sonra yolların tamamen dolduğu ve daha fazla ilerlenemeyeceği haberi geldi. Oysa daha meclise vardı henüz görünmüyordu bile.. İşin kötüsü olduğumuz yerden başka yere gitmekte imkansızdı.. Bu kalabalığın arasından ancak helikopterle çıkmak mümkün olabilirdi.. Merak ediyorum helikopterden nasıl görünüyordu acaba Ankara.. Tam da bunun üstüne uçuşan helikopterleri farkettim ve yukarıdan bişeyler atıyorlardı.. sanırım bildiri olsa gerek.. Biraz sonra tahminim doğru çıktı ve bildirilerden bir tanesi elime geçti. İlginçti, çünkü şunlar yazıyordu; ‘lütfen dağılın, yapılan haberler asılsızdır.-başbakanlık- Başbakanlığın şimdiye kadar neden sessiz kaldığını da zaten anlamamıştım ama yaptığı bu caydırma eyleminde başarılı olabileceğini söyleyemicem. Çünkü bu saatten sonra Atatürk dirilip meclise gelmemiş bile olsa bu insanlar meclisi ve yönetimi ele geçirebilecek güce sahiptir. Milyonları bulan vatandaşlar ankarayı adeta istila etmiş durumdalar ve siyasiler büyük korku duymaktalar.. Keşke şuanda televizyondan olan biteni açıkça öğrenebilsem diye düşünüyordum ki yeniden ilerlemeye başladık. Fakat bu kez çok tehlikeli bir ilerleyişti. Kimileri ezilme tehlikesi geçiriyor, kimileri de önündekini geçip daha ileri gitmeye çalışıyordu. Biraz sonra meclis caddesine girmeyi başaran şanslı kişiler arasına katıldık. Arkadaşımdan rica edip beni kaldırmasını söyledip. Bişekilde zorlana zorlana beni kaldırdı ve o anki gördüğüm manzara bile beni yeniden şoke etmeye yetmişti.. Sanki Malazgirt meydan savaşındaydık. Bu kadar insanı bir arada hayal bile etmemiştim daha önce.. Çünkü bunu hayal edebilmek bile çok zor. Hayal gücünün sınırlarını zorlamak gerek heralde.. Çok seçemiyorum ama meclis binasını görebiliyorum. Önünde polis barikatı var ama halk o barikatı aşmak için birbirini iteliyor. Adeta bir izdaham yaşanıyor. Kolluk güçleri yetersiz kalıyor, tahminimce biraz sonra halk meclis binasına girebilecek. Fakat aklımdaki asıl soru şu, acaba Atatürk içeridemi? Benim gibi buradaki milyonları bulan kalabalıkta aynı sorunun cevabını tüm kalbiyle merak ediyordur. Arkadaşım yoruldu ve beni indirdi. Etrafımdaki insanların bir kısmı da benim gibi arkadaşının üstüne çıkıp olan biteni uzaktan izlemeye başladı. Biraz sonra ben arkadaşımı kaldırdım ve bana insanların meclis binasına girmeye başladığını söyledi. Olan olmuştu, dediğim gibi çıktı, halk polis barikatını aştı ve meclise girdi. Artık bundan sonrası daha büyük önem taşıyordu. İçeri girenler, içeride neyle karşılaşıcaklardı?? Keşke daha erken gelip meclise girenler arasında yer alabilseydik.. Merakımdan çatlıyorum desem yeridir. Haber ne olursa olsun yeterki ne olduğunu öğreneyim diyorum kendi kendime.. Gergin bekleyiş devam ediyordu ve birazdan ön taraftaki halk iyice galeyana gelip bağırmaya başladılar.. ‘Devrim,Devrim,Devrim..’ Polis milyonları kışkırtmakta yetersiz kaldığı için Başbakanlık ve cumhurbakanlığından ardı ardına kalkan helikopterler, sanırım başbakan ve cumhurbaşkanını başka biryere kaçırıyordu.. Bakanlar ve milletvekilleri acaba şuan neredeler ve ne yapıyorlar diye düşünüyordum.. Biraz sonra kulaktan kulağa yayılan bir haber geldi ön taraftan; Atatürk içerdeymiş, Atatürk içerdeymiş..
Elim ayağım buz kesti tekrar, heyecanımdan ölücem neredeyse.. Biran önce oraya gitmek ve atatürkü görmek için can atıyorum tekrar.. Artık hiç şüphem yok, her ne kadar söylentide olsa ben kararımı vermiştim, atatürkün gerçekten dirildiğine ve orada olduğuna inanıyordum.. önümdeki insanları itelemeye ve ilerlemeye çalıştım ani bir refleks ile fakat başaramadım. Biraz sonra yeniden arkadaşımdan beni kaldırmasını istedim ve bu kez daha odaklı bakıyordum ileriye. Bu kez içeriden dışarıya doğru bir hareketlenme vardı ve meclis binasından insanlar ‘Büyük Önder’ diye naralar atarak çıkıyordu.. ‘Büyük Önder, Büyük Önder..’ Bende kendimi tutamayıp aynı şekilde bağırmaya başladım..Heyecanla içeriden çıkanları takip etmeye çalışıyordum. Acaba, acaba çıkacak mıydı içeriden büyük önderimiz..??
Tabiî ki benim kadar herkes meraklar içerisinde içeriden atatürkün çıkmasını bekliyordu. İnsanlar birbiri üzerine geçmişti adeta aralardan hava bile sızmıyordu. Bu sayede sıkış tepiş, itiş kakış ile birlikte meclis binasına birkaç metre daha yaklaşmış bulunuyorduk. Aynı zamanda gözlerimiz hala içeriden çıkanlarda.. Son olarak flaşlar patlamaya, naralar daha gür ve daha sıklaşmaya başladı.’Büyük Önder, Ulu Önder..’ Çıktı çıkıyor derken tanımadığım bir adam elinde mikrofonla halka seslenmeye başladı;
Sevgili vatandaşlar, sevgili yurttaşlar, lütfen sakin olalım, lütfen biraz açılalım lütfen.. birazdan tüm merak ettiklerinizi açıklayacağız.. dedi ve halkın coşkusunu dindirmeye bişekilde izdihamı bastırmaya çalışıyordu. Yüz ifadesini seçemiyordum ama ne açıklayacaktı merak ediyordum. Beklenilen olmamıştı, Atatürk çıkmamıştı meclisten. Halkın büyük çoğunluğu hayal kırıklığına uğramıştı ve bir kesim dağılmaya bile başlamıştı. Naralar durup ortam biraz sakinleşince bir ses duyuldu; “efendiler!!!” bu oydu, onun sesiydi, ta kendisi hemde.. dağılan kesim biranda geri gelmeye ve içinde bulunduğumuz grupta ön taraflara doğru hücum etmeye başladı..
Biranda görüntü alabilmek için birbiriyle yarışan habercilerin arkasında olduğumu farkettim. Nasıl da gelmiştik buraya kadar. Meğer arkadaşım beni sürekli öne doğru çekip götürüyormuş ta bu arbede içerisinde fark edememişim.. Bu çok iyi olmuştu çünkü kameraların üzerinden zıplayarak meclis binasının kapısına doğru baktığımda o iki mavi gözün parıltısını görüverdim. O ana kadar yaşadığım şokların enaz 10 mislisini yaşadım desem yeridir. Düşüp bayılmışım o şokun etkisiyle..
Gözümü açtığımda bir bankta uzanmış halde yatıyordum. her şeyin bir rüya olabileceğini düşüne duruyordum ki arkadaşım hepsinin gerçek olduğunu birkez daha yüzüme yüzüme haykırdı. Sevinçten çıldırmış olmalıydı. Heryer düğün bayram yerinden daha fazla bir dünya karnavalına ev sahipliği yapıyormuş havasına bürünmüştü. Büyük önderimiz konuşmasını yaptığı esnada arkadaşım beni birkaç kişinin yardımıyla ezilmekten kurtarmış. Peki büyük önder Atatürk ne demiş biliyormusunuz;
“İşte şimdi bıraktığım yerden görevi devralıyorum ama maalesef ki bıraktığım gibi bulamadım devletimizi.. her şey karmakarışık ve bunu düzeltmem için çok çalışmamız lazım. Ey büyük türk milleti, bizler ki az zamanda çok ve büyük işler başarmışız, içinde bulunduğumuz bu krizi de az zamanda çok çalışarak atlatıcağımızı düşünüyorum. İyi ki inandınız, iyiki geldiniz, bu ülkeyi ben değil sizler kurtardınız, şimdi çok çalışarak ve sadece kendinize saygı duyarak bu durumdan daha iyi yerlere gelmemizi sağlayacak olan da sizlersiniz. Ben bir güvenceyim sadece sizler için, bana güvendiğiniz ve unutmadığınız için sonsuz şükranlarımı sunuyorum sizlere. Şimdi dinlenmek için köşke gidiyorum, herkes memleketine gönül rahatlığıyla dönebilir artık, yeni Türkiye cumhuriyetimiz hayırlı uğurlu olsun, türk milletine kutlu olsun..”
İşte böyle dönmüştü bizlere büyük önderimiz. Biz de gönül rahatlığıyla memleketlerimize dağılmıştık, yine marşlarla, türkülerle coşa coşa..
O kadar yorulmuşuz ki tüm yolculuk boyunca kimseden çıt çıkmadı herkes uyuyordu tabi bende uyuyordum ama ara ara horlamalarla uyanıp kolaçan ediyordum etrafı, sonra tekrar uyuyordum. Yolculuk sonunda arkadaşımla ayrıldık ve ben de eve geldim tekrar.. ne kadar uyusanda yol yorgunluğu bir başka oluyor. Bu yüzden de eve girince doğruca yatağa serilip öylece uyuyuvermişim..
O gece mışıl mışıl uykumu almışım. Camdan sızıp ta gözüme vuran güneş ışıklarıyla beraber esneye poflaya uyandım. Ama yüzümde bir tebessüm vardı, atamız, atatürkümüz ne güzeldi öyle.. Hemen yataktan fırlayıp televizyonu açtım, bakalım medyada atatürkle ilgili ne haberler var, atamız yeni güne nasıl başlamış, neler yapıyor diye..
Fakat, o da nesi?? Anlamıyorum, bir türlü anlayamıyorum.. bir yanda recep bey, diğer yanda bay kemal evet hayır yarışması oynuyorlar.. olamaz, nasıl yani.. şimdi o bütün yaşananlar, bütün olup bitenler.. hayır hayır olmaz, bunların hepsi sadece bir rüyadan ibaret olmaz..
Gözlerim dolmaya ve ağlamaya başladım.. olamaz olamaz diye dövünüyordum kendi kendime.. bilinçaltımın bana oynadığı alçakça bir oyunmuş demek.. ne denli arzu etmişim ne denli özlemişim atamı meğer.. ilk başta inanmamıştım oysa, ama gittikçe derinleşmeye başlayınca olaylar bende kaptırmış ve inandırmıştım kendimi atamın bizi kurtarmaya geldiğine.. şuan çok derin sancılar içerisinde yüreğim.. ateşler içerisinde yanıyor, kavruluyor.. sanki atam bu sabah ölmüş gibi taze bir acı hissediyorum. Ağıt yakıyorum kendi içimde ve kimse bilmiyor, kimse durumun farkında değil asıl bu beni deli ediyor..

Ulaş Tuzak
Bir sabah uyandığımda..

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Livatya

Bandırma’dayım.. Doğduğum, doğup büyüdüğüm ve ilk kez hayata dair bir şeyler düşünmeye başladığım kentteyim tekrar. Biraz umutlu, sanki biraz mutlu ama yine de buruk bir kaderin etkisinde kalarak ve biramdan hafifçe yudumlayarak, bu sıcacık öz sohbetin ilk tümcelerine kelimeler karalıyorum esin perisinden yoksun..
Dolaştım bugün sahil kenarından etraflıca limanı..Güzelleştirme adına mahvolmaya yüz tutmuş eski hatıralarım. Nerede şimdi o güzelim livatya, ah nereye gitmiş acaba..
Plajı olmayan. Bandırma’nın tek denize girilebilir yeriydi orası. Lakin kapitalist güçlerin, gözlerini hırs bürümüş şekilde daha fazla kar uğruna hunharca saldırışları karşısında daha fazla direnememiş ve zehirli atıkların bataklığı haline gelmiş o güzelim hatıralar..
Küçükken arkadaşlarla yüzmeye kaçardık livatyaya.. Her ne kadar ilk kulaçlarımı Erdek’te attıysamda, su üstünde kalmayı başarabildiğim ilk yerdi livatya. Bir de sünnet arabalarının vazgeçilmez ziyaret yeriydi burası ve her sünnet çocuğu gezi turunun ringinin buradan yapılmasını isterdi. En nihayetinde bizimde sünnet arabası turumuzun dönüşü buradan yapılmıştı..
Yine birgün bisikletlerle livatyaya kaçmaya karar verdik. Hava çok sıcak ve artık top oynamaktan bunalmışız. En güzel aktivite denize girmektir dedik bizde. Ama evdekilerin haberi yok, söylesek izin vermeyecekler biliyoruz. Gezmeye diye çıktık bizde ve peynir ekmek hazırlayıp çantamıza koyduk, tuttuk o meşhur livatyanın yolunu maceraperest duygularla..
O gün çok eğlenmiştik gerçekten ama daha fazla geç olmadan eve dönmeliydik. Aksi halde evdekiler merak edebilirlerdi. Tabi birde denize gittiğimizi anlamamaları gerekiyordu. Bunun için tamda babamın işe, annemin de komşuya gittiği bir anı seçtim eve dönmek için. Eve geldiğimde kimse yoktu. Bu güzel bir haberdi. Hemen ön bahçedeki saksının altından anahtarı alıp kapıyı açtım ve dosdoğru terasa çıktım. Güneşte ısınması için koyduğumuz su bidonları vardı terasta. İki bidon suyla oracıkta duş alıverdim ve bidonlarıda soğuk suyla doldurdum anlaşılmasın diye.
Her neyse birkaç saat sonra gelen annem şüpheli gözlerle bakıyordu bana. Nedenini bilmiyordum ama terastaki anormal durumu anlamıştı sanki. Çünkü duş aldığım yer kurumamıştı ve bana suyla ne yaptığımı sordu. Duş aldığımı itiraf ettirene kadar diretti ve sonunda istediği oldu. Duş aldığımı öğrenince de denize gittiğimden şüphelenmesi kadar doğal bişey olamazdı. Durup dururken neden duş alayım ki ben ki öyle bir huyum da yoktur hani.. Ne kadar inkar etsemde sonuçta yılların tecrübesi annemden delilleri saklayamadım. Hani denize girdikten sonra tırnakla kollarınızı kaşır gibi çizerseniz tuzlar ortaya çıkıverir ya, annemde bu tekniği uygulayıp bir dedektif edasıyla denize kaçtığımı aşikar etmişti. Bu yüzden denize gittiğimi de itiraf etmek zorunda kalmıştım ve annem çok kızmıştı. Durumu babama da anlatınca artık o psikolojik baskıdan olsa gerek, livatyaya son gidişim olmuştu..
İşte o gün bugün tam 13 yıl olmuş dostlar..

Ulaş Tuzak

11 Temmuz 2010 Pazar

Arılar

Mini mini pırpırlar
Göz bebeklerimi uyarıyor
Biran dönüp bakıyorum
Hafif uğultular duyuyorum
Eğilince yere, görüyorum
Küçük çiçekli bitkilerin üzerinde
Vızvızlnıp duruyorlar
Ve uçuşuyorlar birsinden öbürüne
Bir de çok burun büküyorlar
Her çiçeği beğenmiyorlar
Nedenini merak ettim
Uzun uzadıya izledim
İzlerken dalmışım hayallere
Çimlerin üzerinde sızıp kalmışım
Bir imbat esintisiyle uyandım
İçim ürperdi aniden
Hemen toparlanıp kalktım
Onlarla vedalaştım
Ve uzaklaştım..

Ulaş Tuzak

19 Haziran 2010 Cumartesi

Alış-Veriş

bazen çok gereksiz
alışveriş yapıyoruz
kimler neler neler yapıyor
bizler satın alıyoruz
hiçbi işe yaramasalarda
sırf sattıkları için alıyoruz
onlar da biz aldık diye
daha fazla satmaya çalışıyor..
peki kim kazanıyor?

Ulaş Tuzak

14 Haziran 2010 Pazartesi

Metanet

Sen gidince uzaklara düşüceye daldım içten içe..
Belki yine yalnız kaldım bir başıma, kendi kendime
Yanımdayken kokun, sıcaklığın yaşatıyordu beni
Ya şimdi nedir beni hayata bağlayan biliyor musun?
Sana kavuşma hissi bitanem, sana dokunma hissi..
Umutlar yeşertiyorum özleminde ve gözlerimde büyüyor hayalin
Her iç çekişimde yokluğun geliyor aklıma
Dönüp bakıyorum ardıma yoksun hala..
Bu dert çok büyük inan her baba yiğit taşıyamaz
Uzaktan kolay gelir atıp tutmak ki yakında olana sor bir hele
Ne kadar zor geçer yoksun günler, hüzünlerle beraber
Ne kadar sıcak bir de hava gece bile tam otuz küsür
İçimi sızlatıyor belki de zaman yazdırıyor seni bana
Her acı bir tutam yazı bıraktırıyor ardıma
Belki bir gün baktığımda geçmişin arşivlenmiş dosyalarına
Görüp göreceğim bikaç satır acı olacak sanırım..
Metanet en büyük nimettir sahip olduğum
Metin oldukça birgün acıları da unutucağım..

Ulaş Tuzak

4 Haziran 2010 Cuma

Düğün

Vuruyor davul sanki beynime
Bi ders çalıştırmadı kahrolası
Yaz geldi ya hemen
Başladı düğünler
Ulan ne aceleniz var
Abaza herifler..
Haziranın daha 3. günü
Mahallede üç tarafta
Üç farklı kişi evleniyor
Şampiyon olmuşlar sanki
Fişekler alevleniyor..

Orgun koması kulaklarımda
Nara niri noro nuru
Bu nasıl bir işkencedir
Biri dur desin artık
Bitsin bu gürültü kalabalık
Takı törenine az kaldı
Bağıracaklar yine
Birisinden yirmilik
Diğerinden hediyelik..

Takı töreni de bitti
Şimdi son halaylar çekiliyor
Saat 12 ye çeyrek var
12 de düğün bitiyor
Gelin kül kedisine
Damat bal kabağına
Oynayanlar fareye dönüşüyor..

Ulaş Tuzak

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Realist Şiir

Bugün günlerden güzel ve huzurlu bir gün..
okullarda son sınavlar ve yoklamalarda son imzalar..
mayısın son demleri, hava oldukça sıcak..
kuşlar cıvıl cıvıl öterken güzellik uykusuna yatmak
mutlu düşler seçmek kendine ve kaptırmak kendini
dertmiş tasaymış unutmak ve yok olmak çirkin,kötü dünyadan
yeniden doğmak güzellikler ülkesinde..

sevgilimin koynunda olmak ve sarılmak sımsıkı
kokusunda kafa olmak ve tekrar ayılmak ve tekrar bayılmak
hiçbişey düşnmemek öylecesine yaşamak
karartmak endişeleri ve heyecanları parlatmak
zevkten dört köşe olup, her köşeye neşe saçmak
kaçmak bazen, bazende yakalanmak sevgiyle

romanlaştırılmış aşkın büyüsünden kurtulmak
gerçeklere aşık olmak yeniden ve aşkla tutunmak hayata
bir sefer daha şans vermek belki de ama bu sefer dönmek yok geriye
hafızayı silmek ve yeniden yazmak gerçeklerle sadece
gerçeklerde bulmalıyız güzellikleri de
böylece gerçekten mutlu olabiliriz ölesiye..

Ulaş Tuzak

21 Mayıs 2010 Cuma

Bilinmezlik

Ne kadar ürpertici, ne kadar giziemli ve ne kadar heyecan verici bir kavramdır bilinmezlik.. İnsanların çoğu bilmediği yoldan gitmez, bilmediği işi yapmaz, bilmediği soruyu cevaplamaz çünkü bilinmezlikten korkar insanlar.. Neyin ne olacağını bilmemekten korkarlar.. Benim gibi az insan bilinmezin peşinden gider ve bilinmezliğin içindeki olgulardan faydalanır..
Bilmediğim olgular bana heyecan vermiştir oldum olası.. Neyi bilmiyorsam o konuya eğilimim olmuş, ilgim artmıştır. Ne olduğunu öğrendiğim ve artık biliyor olduğum olaylar ve kavramlar benim için artık basit şeylerdir ve eskisi kadar heyecan vermezler bana..
Bir bilinmezi bilmeye çalışmak, sonunda ne olacağını merak etmek duygusu hep daha fazla öğrenmeye çalışma dürtüsünü beraberinde getirmiştir. Böylece daha fazla okumaya, daha fazla gezmeye ve daha fazla kişiyle tanışmaya başlıyor insan. Kafasındaki belirsiz ifadeleri açıklığa kavuşturdukça da başka bir belirsizliğe ve bilinmezliğe yöneliyor..
Ne zamana ve nereye kadar böyle sürecek bilinmez..

Ulaş Tuzak

20 Mayıs 2010 Perşembe

Seni Özledim

Özledim seni sevgilim çok özledim inan
Dayanmak acı veriyor ama bu acı tatlı geliyor
Acılardan tat almayı öğrendik çünkü
Bi de sana sarılmayı hayal etmek
Daha tatlı geliyor bana sanki..
Özlüyorum ve bu özlem hoşuma gidiyor
Seni düşlemek seninle olmak kadar tatlı imiş meğer
Seni her düşündüğümde beni düşündüğünü düşünmek
Ne kadar güzel bir duygu imiş yeni anladım bitanem..
Seni çok seviyorum hemde çok sevgilim
Sıkıntılarımı seninle bir bir terkediyorum
Ben acıları, sıkıntıları anlatırken şair olmuştum
Meğer şiirlerde güzellikler de anlatılırmış
Bunu da yeni anlıyorum sayende bitanem..
Seni özlüyorum, özlüyorum, özlüyorum
Seni yazıyorum mısralarıma bu gece
Sen de anlat bana beni çizgilerinle bitanem
Seni bekliyorum..

Ulaş Tuzak

15 Mayıs 2010 Cumartesi

İzmir Liseler Arası Tiyatro Festivali

17 Mayıs 2010 Pazartesi, 14:00 te açılışının yapılacağı ve
27 Mayıs 2010 Perşembe gününe kadar devam edecek olan İzmir Liseler arası Tiyatro Festivali
Eşrefpaşa Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi, Güzelyalı Kültür Merkezi ve Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi
'nde sergilenecek oyunlarla gerçekleşecek..

Euterpe Sanat ve Konak Gençlik Tiyatrosu'nun katkılarıyla Konak Belediyesi Kültür Müdürlüğü ve Kent Konseyi Gençlik Meclisi'nin ortaklaşa gerçekleştirdiği İzmir Liseler Arası Tiyatro Festivali 17-27 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek. 10 farklı okuldan 11 ayrı oyunun sahneleneceği festivalin tüm oyunları ücretsiz olacak.

Festival programı şöyle;

17 Mayıs saat 18.30 açılış şenliği

Oytun Karanacak Pop-Rock Grubu Konseri,Oyun Hamuru (Tiyatro sporu), sergiler ve konserler

17 Mayıs saat 14.00

Övgü Terzibaşıoğlu Anadolu Lisesi : "Acil Servis" ( Selahattin Akçiçek
Kültür Merkezi)

18 Mayıs saat 14.00

Eşrefpaşa Lisesi : "Pişti" ( Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi)

Cihat Kora Anadolu Lisesi: "Şaşkın Koca" ( Güzelyalı Kültür Merkezi)

21 Mayıs saat 14.00

Salih Dede Lisesi : "Düş-müş Oteli" ( Güzelyalı Kültür Merkezi)

24 Mayıs saat 12.00

Namık Kemal Lisesi : "7 Kocalı Hürmüz" ( Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi)

saat 13.00

Karşıyaka Lisesi : "Bir Şehnaz Oyun" ( Güzelyalı Kültür Merkezi)

saat 14.00

Karşıyaka Gazi Lisesi: "Kabare" (Türkan Saylan Kültür Merkezi)

25 Mayıs saat 14.00

Övgü Terzibaşıoğlu Anadolu Lisesi : "Deve Kuşu Kabare" ( Güzelyalı Kültür Merkezi)

saat 16.00

Bornova Anadolu Lİsesi : " Ah Endülüs Ah" (Türkan Saylan Kültür Merkezi)

26 Mayıs saat 14.00

Kız Lisesi : "Uzaklar" ( Güzelyalı Kültür Merkezi)

27 Mayıs saat 14.00

Karşıkaya Anadolu Lisesi : "Damda Deli Var" (Türkan Saylan Kültür Merkezi)

9 Mayıs 2010 Pazar

Çözüm kalpte değil, beyinde..

Birgün kalple değilde beyinle seveceğime karar verdim acı çekmemek için.. Çünkü beynin kalbe hüküm edebileceğini düşündüm.. Kalbin saçma tavırlarını kontrol altına almak istedim.. Ama yanılmışım, yanlış düşünmüşüm.. Bi şekilde kalp acıyı kendine çekiyor ve bütün vücuda pompalamayı başarıyor yine.. Seven insan hep acı çekermiş meğer..Kalbinden de sevse beyninden de sevse fark etmezmiş.. Sen şuan kalp ağrısı çekiyorsun, ağrın geçtiğinde umrunda olmayacağım bunu çok iyi biliyorum.. Şuan duygusal tablondayım fakat mantıksal tablona çizdiğin resim ben değilim.. Ben ise beynimden silip atamayacağım hiçbizaman seni.. Çünkü ben mantık defterime seni yazdım, bütün aşkları bütün acıları unutup sende buldum huzuru..
Kalben huzurluydum seninle fakat şimdi düşüncelerim bıçaklıyor kalbimi, vicdanımın sızısı damarlarımı yakıyor.. Duygusal düşününce çok iyi anlıyorum durumu fakat beynim duygusal davranmamı engelliyor her seferinde.. Çünkü her defasında duygularıma yenik düşüp istemediğim şeyler yapmak istemiyorum.. O kadar çok atıp tuttuktan sonra, topluma meydan okuduktan sonra, şimdi bende aynı şeyleri yapamıyorum beklide..
Beyinle seven ayrılık diyemez ki, bunu düşünemez ki.. Ayrılmamak için her şeyi göze almışken üstelik.. Ama kalple seven, sızısı geçsin diye ayrılmayı göze alabiliyor maalesef..
Çözüm ayrılıkta değil.. Her seferinde yeniden deneyip başlamakta ve sonunda başarmakta olmalı.. İnanamazsak nasıl başlarız yeniden ve başaramayız ki böyle..

Ulaş Tuzak

Hayat Arkadaşı

Öyle bi haldeyim ki tarif etmek çok güç.. içinde bulunduğum durum ve ruh hali alıp götürüyor beni mağma katmanına yeryüzünün.. ellerim terlerken ayaklarım üşüyor ve bu paradoks beni bir hayli endişelendiriyor..
Sevdiğim beni anlamakta güçlük çekiyor yahut ben mevcut durumumu ifade etmekte yetersiz kalıyorum ve tekrardan sarılıyorum kelimelerin diyarına..
Sorunsuz ve sonsuz huzur bi insana bahşedilen en büyük dünya nimeti olsa gerek yada bu duygusal ideolojiyi bi kenara bırakıp sadece mantıksal parameterelerin olasılıklarıyla ilgilenmeli ve istatistiksel açıdan anlamlı olup olmadıklarını test etmeliyiz galiba.. bu testi yaparken de en çok dikkat edeceğimiz husus kalbimizin derin sularında alabora olmamaktır sanırım..
Hepimiz hayatta bi arkadaşa ihtiyaç duyar, bazen de ileri gidip bi arkadaştan daha çok şeyler bekleyebiliriz.. duygularımızı, düşüncelerimizi, dertlerimizi, sırlarımızı kısacası yalnızlığımızı paylaşıcak güvenilir bir dost arar dururuz heran yaşadığımız çevrede.. fakat bulabiliyor muyuz aradığımızı tartışılır.. bence aradığımız kişi sevgili değildir, aranan kişi hayat arkadaşı olmalı.. çünkü sevgili demek salt romantizm demektir ve mantıksal hiçbir önerme zihinde canlandırılamaz, bu duruma hayatı toz pembe görmek te diyebiliriz heralde.. gerçek dışı yaşanan bu süreçte birçok gerçek dışı problemler de türeyebilir çözümü olmayan.. işte bunlara paradoks diyoruz matematikte kısaca.. ama bence büyük bir yanılgı içerisindeyiz toplum olarak ve bu paradoksun çözümünü ayrılmakta görüyoruz.. oysa ayrılmak daha büyük bir başa bela.. yine bakabilirsek mantıklı olarak bu duruma, hayat arkadaşı olabilmenin ne kadar büyük olduğunu görebiliriz bir sevgiliden..
Hayat arkadaşı sevgili gibi bencil değildir, size verdiklerini bir anda geri almaz.. sizi sever sadece.. sizi sevmeyi sevmek gibi kendi sevgisini sevmez yada sizin onu sevebilme ihtimalini düşünmek gibi bi beklenti içine girmez.. yaptığı ve söylediği her şeye karşılık beklemez hayat arkadaşı.. kendisini kabul ettirme derdi yoktur, eşitlenmek istemez, alçakgönüllüdür.. sizin arkadaşlarınızı sizden daha çok sever ve sizi bile sizden daha iyi tanır.. siz onunla ilgilenmediğinizde size küsüp çeşitli tripler yapmaz.. çünkü bilir ki şuan ne olması gerekiyorsa o oluyordur.. kıskanmadığınızda sizi kendisini sevmemekle suçlamaz.. sonsuz güven duyar ve bu güveni hissettirir, sevgili gibi sana güveniyorum deyip te sürekli güvenmediğini göstermez hayat arkadaşı.. her zaman arkanızda değil, her zaman yanınızdadır hayat arkadaşı, ona ihtiyacınız olduğunda arkanızı dönmek zorunda kalmazsınız..
Olan biten yaşanan her şey iki ki kişi arasında kalır.. sorunlar bile o kişilerin sırlarıdır ve bu sırları kimseye anlatmaz hayat arkadaşı.. hayat arkadaşı olgundur, çocuklar gibi her problemine annesini yada babasını karıştırmaz.. kendi çözmeye çalışır her koşulda.. çözüm bulamazsa intahar etmez , aksine çözümsüzlüğün intaharına neden olur.. zor bulunur hayat arkadaşı, herkes bulamaz, herkes olamaz.. hayat arkadaşı öyle kolay kolay yetişmez, bikaç ay değil yıllar gerekir.. sabırlıdır hayat arkadaşı pes etmez hemen, sevgili gibi duygularına yenik düşüp isyan etmez, iftira etmez, kötü düşünmez hiç bizaman.. sorunları çözmede psikologlardan daha kabiliyetlidir hayat arkadaşı, olaylara bencilce yaklaşmaz ve çözümleri egosunu tatmin etmek için bulmaz.. tek derdi huzurdur onu da hayat arkadaşında bulur..
Hayat arkadaşı erdemlidir, yüce bir kişiliktir.. baktığında değil yanına yattığında, konuştuğunda anlarsın bu erdemi, bu yüceliği.. ne en yakın dosta benzer ne anaya ne babaya ne de tanrıya, hayaran bırakır kendine davranışlarıyla ve hiç bi zaman bu büyüyü bozmaz hayat arkadaşı..

Ulaş Tuzak

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Fıstık Ezmesi

Fıstık ezmesi gibi yoktur
dünyada daha tatlı
Bir çay kaşığı daha
çalmak istersin kavanoza
Her seferinde bu son desende
yine tutamayıp kendini
Daldırırsın çay kaşığını kavanoza
bir kazma edasıyla..

ulaş tuzak

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Buca’ya Sevgilerimle..

Şirinyerde toplanır bizim çocuklar
Forbeste başlar bütün coşkular
İnlete inlete geliriz tüm sokakları
Dinlete dinlete ezberletiriz sloganları
Belediye önünde verilir ilk mola..
Bütün bucalılar el ele kol kola
Hep bir ağızdan bağırırız; şampiyon Buca!
Derken devam edilir yola
Heykel önünde ikinci bir mola..
Burada ataya saygıya durulur
Tüm sporseverlere örnek olunur
Sonra uğur mumcu caddesine girilir
Boydan boya kocaman bir bayrak çekilir
Yolu kapatıpta yürümek orda ne zevklidir
Hedef belli istikamet çevik bir..
Eğitim fakültesini geçince heyecan dorukta
Durakta kornalarla şöförler karşılamakta
Tüm halk coşkuyla bizim meydanda
Ellerde bayraklar filamalarla
Haykırıyoruz tüm ülkeye
ŞAMPİYON BUCA!

Ulaş Tuzak

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Bereket

Sen bir ateşsin ben bir buz
buhar oluruz uçarız göklere..
sen kelebeksin ben tırtıl
bahar oluruz her mevsime..
rüzgar olur eseriz
kaybolur sivrisinekler..
har vurup harman savururuz
güneşte çifte kavruluruz..
bazen bulut olur saklarız güneşi
üşürüz ayrı gecelerde..
ışık oluruz bazen alacakaranlıkta
tan yeri kızarır kıskançlığından..
gün gelir tohum oluruz
düşeriz toprağa elbet..
yağmur olur yağarız sonra
aşklara gelsin bereket..

ulaş tuzak

28 Nisan 2010 Çarşamba

Şarapçı

Bakımsız bir parkta eski bir bankta
Çaresizce oturmuş bekliyordu şarapçı..
Kara kara düşünüyor ara ara iç çekiyordu
Acaba şuan içinden neler geçiyordu?
Ne bir sevgilisi ne de arkadaşı olmalıydı
Ama biyerlerden bir şişe şarap bulmalıydı
Gözleriyle etrafı inceden süzüyordu
Biyandan da içten içe üzülüyordu
Onu görenlere kendini acındırıyor
Para verenlerin arkasından sinsice gülüyordu
Bikaç dakika sonra yerinden kalktı
Karşıdaki büfeden şarabını aldı
Tekrar kendi yerine gelip
Çorabındaki çakıyı çıkardı
Şarabın tıpasını yontarak bir delik açtı
Bu delik yüzüne gülücükler saçtı
Bilmem bu şarapçının yaşı kaçtı?
Derken ceketinden bir gazete çıkardı
İçinden bi parça ekmek kopardı
Ekmekten bir lokma şaraptan bir yudum
Sanki onda biran kendimi buldum..

Ulaş Tuzak

25 Nisan 2010 Pazar

düşünce

düşünceler suya düşen bir damla gibi halka oluşturuyor
gittikçe büyüyor genişliyor beynimin içinde..
bir halkayı izlerken suya bir damla daha düşünce
halkaları takip etmekten çok yoruluyor beynim..

ulaş tuzak

Akrostiş

Sanki bembeyaz bir ipek
Ellerin yumuşacık pamuk
Lanetli bu yürek artık seninle
Ellerinde bir kuş kadar özgür
Nasıl geldik birdenbire
En düşünceli, en tutsak günlerde
Mahrumiyet bölgesinden hürriyete..

Ulaş Tuzak

11 Nisan 2010 Pazar

İlişkilerin Formülü

Sınavlarda ezberlenen formüller gibi
Ezbere yaşanan ilişkiler de
Çok çabuk unutulurlar..

Ezberi bozabiliyorsan
Ve kendi cümlelerinle
Anlatabiliyorsan aşkı,
İşte o zaman gerçekten
Bir ilişki yaşıyorsun..

Formülü sevgiline uygulamak kolaydır,
Ama asıl olay;
Sevgilinle bu formülü ispatlamaktır..

Ulaş Tuzak

9 Nisan 2010 Cuma

Sağlık,Mutluluk,Huzur..

Eğer herşeyi düşünebiliyorsan
Sağlıklısındır,
Sadece güzel şeyleri düşünüyorsan
Mutlusundur,
Eğer hiçbişey düşünmüyorsan
Huzurlusundur..

ULAŞ TUZAK

30 Mart 2010 Salı

Gidiyoruz Tiyatroya

Dizilerden daha güzel
Filimlerden daha gerçek
Çoluk çocuk ailecek
Gidiyoruz tiyatroya..

Tiyatroya tiyatroya
Hep beraber tiyatroya..

Hem kültürdür hem de sanat
Hadi akşam sekiz oldu saat
Bütün mahalle, cümbür cemaat
Gidiyoruz tiyatroya..

Tiyatroya tiyatroya
Hep beraber tiyatroya..

ulaşTuzak

22 Mart 2010 Pazartesi

Olmak ya da olmamak.. Bi bokluk var bu işte..

düşünüyorum öyleyse varım
demiş sizinki..
düşün düşün boktur işin
demiş bizimki..
var olunca bok oluyor işin
demek ki..
yok olup ta temizlemek gerek
her şeyi..

ulaşTUZAK

16 Mart 2010 Salı

Aşkımsı Şeyler.. 16 Mart 2010

Doğum günüm bugün yine
Huzurumda huzursuzluk var..

İçimizdeki hoşluk kaybolduysa
Bir boşluk vardır mutlaka..

Hepimiz zevk-ü sefaya gelmişiz hayata
Bişey zevk vermiyorsa ona elveda..

Tek kişilik bir yolculuktur aşk
Birisi elveda der, diğeri merhaba ..

Aşk ulaşılmazsa aşktır
Yakalanan aşk esaretten ibaret..

Aşka inanmıyorum ama
Aşksız da yapamıyorum aslında..

Koşmuyorum peşinden aşkın
Gelene de yok demiyorum..

Ben nasıl bir insan oldum
Sorma ben de bilmiyorum..

Anladım ki aşk bir poker
Bilen bilmeyeni bir bir s..er..

Her şeyi göstericek olan zaman
O yüzden böyle yaşamaya devam..

ulaşTUZAK

13 Mart 2010 Cumartesi

Hayata Tutunmak

tüm şairler kaleme
ressamlar tuvale
müzisyenler ezgiye
oyuncular perdeye
tutunmuşlar hep..

oysa yaşamak için yeter
tutunmak bir sevgiliye..

Ulaş Tuzak

9 Mart 2010 Salı

Ermiş

Başka diyarlardan göçüp gelmişim
Yepyeni taze bir hayat seçmişim kendime
Duygularımı akort edip bu akustik sahnede
Sergilemişim yine yeni bir beste..

Eserimin tesirleri açıyor kapalı kalpleri
Derinleşerek ilerliyor..

Ne mutlu sonunda güzel günler gelmiş
Mevsim de güzel bahar havaları esmiş
Zor günlerde çekilen acılara meğer değermiş
Sevgilim de güzel gönlüm de ermiş..

Ulaş Tuzak

28 Şubat 2010 Pazar

Kendimi Bulamıyorum

Kendimi kaybettiğimde
Seni bulmuştum
Fakat;
Kendimi bulduğumda
Seni kaybettim..

Ben kendimi
Bulduğum yerde kaybettim
Fakat;
Kaybettiğim yerde arıyorum
Bulamıyorum..

Ulaş Tuzak

Aşk'a Sabır Gerek

Merhaba yalnızlık
Uzun bi aradan sonra terar görüşmek
Hiç te güzel değilmiş..
Tam da yeni bir insan olmak üzereyken
Yepyeni bambaşka biri
Hiçbişeyden korkusu olmayan biri gibi..

Aslında neden böyle hissediyorum bilmiyorum
Fakat bunu kendime sorduğumda
Şu kanıya varıyorum;
Artık başka biri olmak zorunda değilim..
Belkide bu düşüncelerim
Beni yara almaktan kurtarıyor..
Keşke her şey seninle olduğu gibi
Huzurlu olarak kalabilseydi..
Ama olmadı..
Huzur, ancak belirli bir yaştan sonra yakalanabiliyor
Ve ben bu yaşa erişmek için henüz çok gencim..

Çok fazla hayallerim ve ümitlerim var
Aşk denilen olgu belki de bu..
Peşinden koştuğunuz ve asla yorulmadığınız
Uğruna mücadele etmekten yılmadığınız şeydir..
Fakat olmayacağına kanaat getirip te pes ettiğiniz de
Siz koşullu olarak aşkı istiyorsunuz demektir..
Aşk hiçbir zaman sizin koşullarınızı kabul etmeyecektir..
Ya siz aşkın dayatılarını kabul edeceksiniz
Ya da aşkınıza ulaşmak için uzun süre bekleyeceksiniz..
Beklemeye tahammülü olmayanlara
Bisiklete binmelerini salık veririm
Yada yüzme sporuyla ilgilenmelerini..
Aşk size göre bişey değil çünkü..

Aşkı aramakta ısrar edenlere
Üç şeye ihtacı olduklarını hatırlatmak istiyorum;
Sabır, sabır ve yine sabır..

Ulaş Tuzak

16 Şubat 2010 Salı

KÖPEK, KADIN, ERKEK


Köpek, Kadın, Erkek, bir rastlantı sonucu karşılaşan, yalnızlıklarını, başkalarıyla da yaptıkları gibi, bir gecelik de olsa yenebilmek için birlikte olan, bu buluşmaları giderek sıklaşan, birlikte olma süreleri uzayan, en sonunda da tuttukları bir evde oturmaya başlayan 40 yaşlarında pek alımlı olmayan bir kadın ile aynı yaşlarda sıradan bir erkek arasında yaşanan cinsel, ruhsal sorunları inişleri ve çıkışlarıyla irdeliyor. Bunu da, belirleyici bir adları olmayan, dolayısıyla benzer koşullarda yalnızlıklarını yenmeye çalışan tüm kadınları ve erkekleri simgeleyen Kadın ile Erkek'le veriyor. Onların yanı sıra da, hatta onlardan da çok, ironik bir biçimde, Köpek'in ağzından. Kadın ile Erkek'in daha ilk gün sokakta bulup bir gecelik yanlarına aldıkları, ancak onlara 'yamanan' bu Köpek'i yazar hem sevimli bir anlatıcı olarak kullanmış hem de yaman bir gözlemci. Köpek, bir bakıma da, Adem ile Havva'dan beri Kadın ve Erkek arasında yaşanan, kimi zaman, hatta çoğu zaman trajik boyutlara ulaşan ilişkiler yumağından doğan sorunları tragedyalarda bir bilge kimliğiyle belirleyen, açımlayan, çözümlenebilir gibilerse yorumlayan 'antik koro'nun, bir korobaşının görevini üstlenmiş.


Tanık olduğu ürkekliklerde, korkularda, iletişimsizlikte, güvensizlikte, özgürlük arayışlarında, kırılmışlıklarda, düş kırıklıklarında, hırçınlıklarda, karşısındakine işkenceye kadar varan egemenlik duygusunun kökeninde yaşanmışlıklar olduğu hissine kapılıyor seyirci. Yazar Berg, 60'lı yılların ortalarında, o zamanki adıyla Demokratik Almanya'da, siyasal koşullandırmaların, Soğuk Savaş ortamının ruhsal yapılar, dolayısıyla da toplumsal ve bireysel ilişkiler üzerinde silinmez olumsuz etkiler bıraktığı dönemde doğmuş, yetişmiş, aydın bir aile çevresinden gelen; gençliğinde kuklacılığa merak sarmış, daha sonra Batı'ya geçmiş, Hamburg limanında temizlik işçiliğinden kamyon sürücülüğüne kadar pek çok işe girip çıkmış biri. Kadın-erkek ilişkilerini zaman zaman alaycı bir anlatımla, zaman zamansa acımasız boyutlarıyla veren bu oyun, onun gerçekçi gözlemlerinin, belki de yaşanmış gerçeklerinin ürünü...



KONAK GENÇLİK TİYATROSU

Eşrefpaşa Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi'nde:
20 Şubat - 13 Mart - 3 Nisan - 28 Mayıs
saat: 20.00

Güzelyalı Kültür Merkezi'nde:
20 Mart - 17 Nisan - 8 Mayıs
saat: 20.00

28 Ocak 2010 Perşembe

Herbişeyim

Kelebeğim,
Sonbaharda yaprakları dökülen
Bir ağaç iken ben
Sen konuverdin üzerime
Birden bahar havası esti
Çiçeklerim açtı yeniden..

Meleğim,
Sen benim ruhumu sersemleştirip
Yüreğimi serserileştiriyorsun
Bu yüce gücün bir büyü olsa gerek
Beni hayallerden gerçekleştiriyorsun..

Bitanem,
Güzel gözlerine mi baksam hep
Yoksa bedenimi kollarına mı bıraksam
Hiçbişey düşünemiyorum sen yanımdayken
Sadece sevginin sınırsız şevkatini hissetmek
Ve de uyumak istiyorum geceler boyu
sana sarılarak..

Bebeğim,
Sende öyle bişey var ki herkesten farklı
Öyle bişey ki çözemedim bu işe ermedi aklım
O kadar sıcak ki dudakların
O kadar masum ve tatlı yanakların
Hem ısırmak istiyorum, hem acıtmamak
Öperek doymak istiyorum sana
Ve bir daha acıkmamak..

Sevgilim,
Benim vazgeçilmezimsin sen
Sensiz ben çok eksiğim
Çok gereksizim belki de
Bunu bilmeni istiyorum ki
Seni her şeyden çok
Ama çoooook seviyorum..

Ulaş Tuzak

12 Ocak 2010 Salı

KONAK GENÇLİK TİYATROSU

Konak Gençlik Tiyatrosu, 14 Şubat 2009 tarihinde Konak Belediyesi Kent Konseyi Gençlik Meclisi ve Euterpe Sanat işbirliği ile kurulmuştur. Amaçları İzmir'deki gençleri ücretsiz bir şekilde sanatla buluşturmak ve gençler arasında hayata entellektüel bir pencere açmaktır. Bu doğrultuda ilk olarak Büyükşehir Belediyesi katkılarıyla 1. İzmir Liselerarası Tiyatro Festivalini gerçekleştiren Konak Gençlik Tiyatrosu şimdide Konak Belediyesi ile 2. Liselerarası Tiyatro Festivalini gerçekleştirerek, kente geleneksel bir gençlik festivali kazandırmayı hedefliyor.
Bununla beraber yeni kursiyerleri ile oyun çalışmalarına devam eden Konak Gençlik Tiyatrosu, Profesyonel anlmada da bir oyun hazırlığı içerisinde. Bünyesinde akademik yazar ve yönetmenleri barındıran bu kurum, ayrıca Konak Belediyesinin çocuk oyunları projesinide gerçekleştirme yolunda büyük adımlar atıyor.

Ulaş Tuzak

2 Ocak 2010 Cumartesi

İKİBİNON

Ve iki bin on..
Binlerce değil, sadece iki küçük bin yıllık ve bir on yılcık bilinen tarihin canlı şahitleriyiz hepimiz.. Neler yaşamadık ki bu iki küçük bincik yılda neler.. Kurulan yıkılan devletler, keşifler, icatlar, atlanan çağlar, çıkan savaşlar..
Herkes dünyanın sonunun geldiği senaryolarını yazadursun, gözden kaçan bir şey var ki, o da yakında çıkacak 3. dünya savaşı..
Çin önderliğinde kurulan Güney Asya Birliği (Asean); Çin, Malezya,Tayland,Singapur ve Endonezya beşgeninde güçlü bir sermaye ve dünya dengelerini büyük ölçüde etkileyecek güçlü bir ekonomi yaratmakta..
Başta Amerika olmak üzere, Avrupa Birliği ve Rusya’da bu konuda oldukça endişeli görünüyorlar.. Ancak her ne kadar konunun dışında gibi görünsek, aslında biz de ateşin tam ortasında bulunuyoruz.. Çıkacak bir 3. dünya savaşı durumunda hangi safta yer alacağımız bizim için ölüm kalım kadar önemli bir karar olacak. Bu yüzden şimdiden siyasilerimizin dış politikalarını ve iç dengelerini ona göre ayarlamaları gerekir..

İç dengeler demişken, her geçen yıl artan işsizliğe bu yılda eczanecilerimiz eklenicek.. Artık bütün eczacılar iş yerlerini bakkala çeviricek ve bakkalcılık sektöründe büyük bi rekabet havası yaşanacak gibi duruyor..
Milli eğitim bu yılda herzamanki gibi etkisiz elemanlar yetiştirecek ve özel eğitim sistemine ticari fayda sağlayacak ve ordanda yutan elemanlar ortaya çıkacak.. Milletin elindeki üç kuruşu türlü hilekarlıklarla tilki misali ağzından alacaklar..

Sporda yine Beşiktaş Galatasaray ve Fenerbahçe konuşulacak.. Dikkat edin futbol bile diyemiyorum o kadar spesifik ve kısır bir boyuta indirgedik sporu. İnsanları kutuplaştırdık bu sayede.. Bu yılda böyle devam edecek..

Ve Sanat.. Türkiye’de olmayan bir şeyden bahsetmek biraz abese iştikal edicek ama yinede azda olsa bikaç cümle edemeden geçemicem.. Türkiye’nin en büyük sermayesi Kültür ve Sanatıdır.. Fakat en az önem verilen dal da yine Sanatıdır.. Bu yılda değişen hiçbirşey olmayacak, sözde Avrupa Kültür Başkenti İstanbul yine olup bitenin ardından lafta kalacak..

İKİBİNON bize; bir Rusya, Fransa Edebiyatı; bir İtalya Modası, Güzel Sanatları; bir Almanya Felsefe ve Psikolojisi; bir İskandinav Sosyolojisi, Japonya –Çin-Kore Teknolojisi vermese bile enazından akıl fikir versin diyorum..

uMutlu yıllara Türkiye..

Ulaş Tuzak

1 Ocak 2010 Cuma

Annem ve Sevgilim

2010 ile bir ilk yaşadım
Dünyanın en güzel şeyi imiş bu
Annemi ve sevgilimi yan yana görmek..
Üstelik ikiside aynı şeyleri düşünüyor
Aynı duyguları paylaşıyorlar benim için..
İnanılmaz mutluyum, inanılmaz sevinçli
Kelimelerle daha fazla anlatılmaz ki
Eniyisi gidin sizde alıp ta sevgilinizi
Gösterin annenize söyleyin sevginizi
Anlarsınız o zaman ne demek istediğimi..
O kadar şüphe duymaya pek gerek yokmuş
Ama ilkler nedense hep böyle olurmuş..

Ulaş Tuzak