SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

24 Ekim 2013 Perşembe

aşk-ü teala

her gizemli erkeğin arkasında
gizemli bi kadın vardır;
sedasız bir ilişki, güvenli bir hayat
saklambaç oyunu; eşsiz bir zevk
nasıl bir eğlence ki görülmeye değer
meğer ki gizli, görülemez..
heves büyük, gerçek aşk-ü teala
sadakatte zulüm yok, neşe var
ey tropikal toprak, hep gül bana
bir gül ver bana..
kutsal mabedimin dilberi
niagara şelalesi gibi akar
serinletir al aziziyah'ta yaşayan
benliğimi..
ellerimi açar açmaz
avuç avuç dualar gönderirim
kimselerin bilmediği yüce varlığa..
kim demiş ki O'nu gördüm diye
kim görmüş benim kadar gerçek
benim kadar yakın,
hissedebilir mi ki gerçekten?
O, bazen bi kadında aşk
bazen bi dalda çiçek
bazen denizde balık, şişede şarap
bir bakmışsın sudaki serinlik olmuş
kuru ekmekteki bereket olmuş,
bazen küçük bi çocuğun tebessümüne
bazen de sevgilinin dudağına konmuş
gönlünü uçuran kanat olmuş bazen
gecede mehtap, gündüzde serap olmuş
O her hale giren, her halden anlayan
ve her halde sevgide vücut bulan
kendini hissettiren gizemli varlık!
ne kadar gizlesem de içimde durupduran;
beni duyuyor olmandan ne mesudum..
ah, her seferinde eşsiz nimetler sunan
kimselerin tadına varamadığı doyumu da,
cenneti ala mı yoksa her neyse ora?
herkesten önce tattım mı, acaba..
durulmuyor gönlüm, bulanık hep
kaynayan pınar gibi oluk oluk
seviyor, sevmezse olmuyor çünkü
hala akıyor güldür güldür
içime içime,
gönlümün debisi büyük velev ki
kaldırır o gür akan suyu..

Halikarnas Şarapçısı

16 Ekim 2013 Çarşamba

bayramın adı kurbanın tadı

asırlardır bir cehalet-i müpdela hasıl olmuş memleket-i dergaha
her kim sakladıysa, ifşa edilmiyor hakikatler; lal olmuş diller,
sanki yemin etmişler de sırra ermiş hüsn-ü beyler
kimdir bu saffet içinde dolanıp lütfu gaflet içinde arayan eller?
hadi şimdi de bir "böyle gelmiş böyle gider"cilik peydalandı ataletle
insanımız yeis ve sıkıntıyı böyle muayyen bir cevapla geçiştiriyor
ah ne yazık ki onlara, kendilerini nasıl da tecelli ediyorlar..

etki gücümün sınırlarını zorlayan bir dil yerleşti üslubuma, son zamanlarda tüm kitaplarını elimden geçirdiğim Sabahattin Ali üstadımın bana eseri; eski türkçe'yi kazandırmak oldu. tabi ki gönlüm isterdi daha böyle bir dille devam edeyim düşüncelerimi dökmeye lakin yeni nesil okuyucuların anlamakta güçlük çekebileceğini düşünerek, günümüz türkçesiyle devam ediyorum gözümün önünden akan zamanı ifşa etmeye.. ;)

bugün; Tanrı'ya adanılan adakların ruhlarını Tanrı'ya gönderme ayininin ikinci günü.. ilk defa bu bayram et yemedim; alınan canlardan uzakta bihaber, kendi iç dünyamda tevekküldeydim.. sevgilimle halvet olmaktı benim için ayinlerin en kutsalı, bayramların en mübareği, kutlamaların en coşkulusu.. şükürler olsun ki O'na, herkesle zıtlaştığım ve düşüncelerimin, duygularımın, inatlı kararlılığımın dikine gittiğim için haklı çıkarmıştı beni, haklı gurura ermiş, muvaffak olmuştum. güvenimi boşa çıkarmadı; O'na olan inancım da böylece sonsuz uzayın her geçen gün daha da derinleştiği gibi iyice derinleşti, içimde açtığı yeni kara deliğin içinde kaybolup gittim ben de..

sabaha müthiş bir izzetle uyandım; batından sesler geliyordu, rahatlıyordu, gevşiyordu.. büyülü bir fener aydınlatıyordu denizimi; üzeri durgun ve ak, dibi berraktı. taze oksijeni çekiyordum ciğerlerime, beynime giden temiz kan, ruhumu uyuşturuyordu. herkes yağmurun bense ıhlamurun kokusunu duyuyordum, farklıydık diğer tüm insanlarla nedense, algılarım ne yöne bakıyordu bilmiyorum ama kıbleye bakmadığından gayet emindim.

son zamanlarda, etrafımda dönen ılımlı havanın inkişafını izlemekle yetiniyorum; tatlı bir nehir akıyor içime, durgunlaşıyor ve yosun tutmaya başlıyor orada; ilk canlılık su ve toprağın buluşmasıyla gerçekleşiyor, ardından karaya yayılan bu mucizevi kudret yeni canlılar ortaya çıkarıyor; bi nevi dna kombinasyonu aslında..

velhasıl kelam;
içmek güzeldir, bayramı seyranı bahane edip ritüelleri gerçekleştirmek de güzel, muhafazakar güruhu pohpohlayıp etinden sütünden istifade etmek de pek güzeldir, el öpmekle dudak kararmaz nasılsa, okumakla da alim olunmaz ama, ne ekersen onu belki biçersin, yürü be koçum anca gidersin, sen benim gibisini nah! seversin, bir berber bir berbere gel beraber bu akşam bize gidelim içelim demiş, kırk yıllık kani olur mu yani?, içmek güzeldir hele de kırmızı etle; "hey hancı, bana et ve şarap getir.."

HALİKARNAS ŞARAPÇISI

11 Ekim 2013 Cuma

birinin yolunu beklemek

beklemek zor..
öylesine beklemek çok zor,
ne kadar bekleyeceğini bilmemek daha da zor,
ama en zoru birini beklemek;
seni umut içine koyup,
zamanın demir parmaklıkları ardına bırakan birini
rutubetli, hem de buz gibi ve karanlık
yankılı taş duvarların arasında sessizce beklemek,
ateşlenmek ve soğuk soğuk terlemek te var işin ucunda
hasta olmak, sağır olmak, kör olmak ta var
"gözlerimi tükürdüm ağzımdan boncuk gibi"
beklemek zor..

6 Ekim 2013 Pazar

an revan / 3

Hastaydım geçen hafta.. kolay kolay hasta olan biri değilim ama öyle bir hasta olurum ki en az bir hafta sürer semeresi..
Hastaydım ama mutsuz değildim ve mutsuz değilken yazmak benim için zor meşgale olmuştur her seferinde. Yazmak bir alışkanlıktır ama dertliyken, sıkıntılıyken, acı çekerken, içinde sıkışmış olanı dışa vurmak için yazarsın ve bu bir klişe değildir, mutlak surette bir ihtiyaçtır..
Ağaç, kuş, kedi köpek nereye kadar? Deniz, güneş, bulut nereye? Çirkinlikleri görmeyenlere güzeli anlatmak ne çare? Kötüyü bilmeyen nasıl anlasın iyinin değerini?
Tam da böyle bir avuntunun eşiğinde, tutmayacağını bile bile evde çarşı hesapları yapmaya çalışırken ve ufukta yolculuk görünürken bak sen şu kaderin cilvesine; nasıl da paralel evrende hesaplar yapılıp daha mesajını bile iletmeden sana ne güzel haberler yollayıveriyor hemen, seviyorum ben bu “melekleri” yahu..
Gelicem dedi ve geldi, hiçbir şey onu engelleyemezdi. Doludizgin arzuları, koca bir kalp dolusu sevgisi ve bir hastayı dimdik ayağa kaldıracak kadar şefkati ile geldi. Hoş geldi, iyi ki de geldi, ne güzeldi, ne Charlie’nin meleği ne de Beki İkala’nın meleği onun kadar güzel değildi, o benim biriciğimdi ve en güzelimdi..
Bu sefer başka bir mekanda, başak bir evde, başka bir fantezi dünyasına girmiştik. Biz ne çok yer değiştiren sevgililerdik böyle.. Dünya bizim etrafımızda değil, sanki biz dünyanın etrafında dönüyorduk. Her yer bize ayrılmış, zaten ezelden beri hep bizimmiş havasında yaşıyorduk, bolluk bereket içine düşmüştük adeta. Ekmek elden su gölden hesabı, yiyecek içecek yatacak gibi insani rutin sorumluluklarla uğraşmıyor, sadece birbirimize odaklanıyor, olabildiğince birbirimizden keyif almaya, beraber olduğumuz her saniyeden faydalanmaya, potansiyel enerjilerimizi karşılıklı olarak birbirimize fırlatarak emprovize tepkilerimizden tat almaya çalışıyorduk..
Nitekim, tadına doyum olmaz bir hafta sonunun hiç istenmeyen bitiş sahnesine gelip çatmıştık. Olanca sarılmalarımız, usançsız sevişmelerimiz, şimdi içimizi etin tırnaktan ayrılması gibi acıtıyordu. Ne gereği vardı durduk yere birbirimize ara vermeye? Gece yarısının sabah ayazına bağlandığı vakitte hele de ayrılmak için 15 dakikalık yolu yürümeye ne gerek vardı? Bu istençsiz çaba da neyin nesiydi? Şuursuzluk diz boyu ama mecburiyet elini mahkum ediyordu insanın..
Belki de yeni özlemle daha da büyüyecek olan şehvetimiz, bir dahaki sefere daha büyük bir alevle saracaktı bedenlerimizi. Bu sayede yüreğimizdeki sevgi küpü kırılacak, vücudumuzun her yerine yayılabilecekti sevgimiz ve bundan sonra sadece kalbimizle değil tüm organlarımızla sevmeye başlayacaktık birbirimizi, tıpkı guruldayan karnın yemek yerine sevgi istediği gibi..

Halikarnas Şarapçısı
Ekim ‘13

1 Ekim 2013 Salı

yağarsa ekime kadar, yağmazsa..

bugün ekim'in 1'i
kapkaranlık bir sabah
kara bulutların ardında kamufle olan güneş
yol boyunca fırtına
lodos poyraz çarpışması
ve kazanan karayel..

marina da güneşlikler kaldırıldı
öğleden sonra bir sağanak ki sorma
çiseleyeduran sulu sepken
birden nasıl da bastırdı
mahsur kaldık köftecide..

en son ne zamandı?
haziran'ın 6'sı mı acaba
öyle bişey,
tam dört aydır ilk defa
suya kavuştu toprak
kokuya hasret bizler
hava öyle bir temiz
yerler de keza
ne toz toprak, ne uçuşan polenler
ilaç gibi iyot var burnumun ucunda..

her şey koyu tonlarda
renkler matlaştı,
bana ilham veren ışık
başka şehire yaklaştı
yüreğim temiz, vicdanım rahat
aşkımızın buluşacağı yer
şimdi daha anlamlaştı..

Halikarnas Şarapçısı
güvercinlik