SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

30 Aralık 2011 Cuma

KADERE İNANMAYAN KADER’İN KADERİ

Bu tür safsatalara karnım tok diyen ve çevresinde dönüp duran vesveselere kulaklarını tıkayan kader, kendi kaderim kendi elimde deyip hayatın azgın dalgalarıyla boğuşmaya devam etmek için her Allahın günü kendini kapıdan şehrin engin denizine bırakıveriyordu. İnsanların ne dedikleri ve ne yaptıkları umrunda değildi. İçinde bulunduğu devinimde istese de ilgilenemezdi bunlarla zaten. Herkes bişekilde kader denen senaryoya kendini mahkum etmiş ve teslimiyetçi bir hayat yaşarken, o da inadına daha çok çabalıyor ve hiçbir zaman kadere teslim olmayacağını, alnında yazılan diye bişey olmadığını, bunu yaşarken kendinin yazdığını söylüyordu. Bigün gerçekten bunu kanıtlayacağından adı gibi emindi. En azından buna tüm benliği ile inanıyordu. Dedikleri gibi bir yazgı olma ihtimali varsa bile bunu silebilecek, yeniden yazabilecek ve isterse yeniden değiştirebilecek güce sahip olduğunu düşünüyordu. Bu gücü de, insanların çaresizlikleri içinde hiç bişey yapmadıkları için isyan etmesinde buluyordu. İsyanında haklıydı. Gerçekten insanlar hiç bişey yapmıyorlar ve sadece dua edip öylece bekliyorlardı. Kimisi de biyere kadar zorlayıp, ne yapalım kaderimiz böyleymiş, deyip kendini avutuyordu. Bunları gördükçe, hayatın kendisine sunduğu olanakları sonuna kadar kullanarak, hatta zorlayarak biyerlere varmak düşüncesi iyice aldı başını gitti kaderde. Ne parasızlık, ne bilgisizlik, ne de dış görünüşü korkutabildi kaderi. Kafasına koymuştu bikere, bu makus talih zırvalığına bir son verecek ve gerçekten de tanrının insanlara zenginliklerini tesadüf eseri vermediğini gösterecekti. Bu hayatta her şeyin bir karşılığı vardır ve ilahi adalet her seferinde kendini gösterir. Bazı insanlar bunun farkına bile varmazken, bazıları bunu sadece iyi veya kötü şans olarak nitelendirirler.
Her ne ise, yılbaşından bikaç gün önce yolda karşısına çıkan bir piyangocu ile uzun uzadıya tartışma yaşar. Haliyle piyongocu kader kısmet ve şans gibi zırvalıklarla kaderi ikna edip satış yapma peşindedir ancak kaderi önceden tanımış olsa buna yeltenmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Ama her ne hikmetse bizim kader piyangocunun bu saçmalıklarına karşın yine de ona açıklama yapma zahmetinde bulunmuştu. Kaderin mantıklı açıklamaları piyangocuyu etkilemiş olacak ki piyangocu kadere bilet satmaktan vazgeçti. Bunun üzerine kolay gelsin dilekleriyle oradan ayrıldı kader. Piyangocu ise elinde kalan bileti daha sonra yaşlı bir adama satmıştı, hem de hiç çabalamadan.
Kader yalnız yaşıyordu. Ailesi onu henüz bebekken terk etmişti ve devlet elinde büyümüştü. Üniversite çağına gelince de okumak istemediği için devletin sorumluluğundan erken yaşta çıkmıştı. Orda burada geçici işlerde çalışan ve tek başına ayakta kalmayı becerebilen kader, insan üstü bir özgüvene sahipti. Hem de parasına, güzelliğine ya da bilgisine güvenenler gibi değildi. Çünkü onda hiçbiri yoktu. O sadece, iyi bir insan olduğu için tanrının kendisini koruduğuna inanıyordu. İçinden bir ses böyle olmaya devam ettiği sürece kendisinin daha da iyi bir hayata sahip olacağını söylüyordu. Her zaman, şeytan denen varlık, insanı zevk ve zaaflarına doğru yönlendirip kandırır ve kötü bir olay yaşamasına neden olur, derdi. Oysa tanrı, insanı acı ve kedere yönlendirip sabrını test eder, sonra onu mükafatlandırır, diye düşünürdü. Yani şeytan kötünün içindeki iyiyi, tanrı ise iyinin içindeki kötüyü gösterir insana, derdi hep kendine. Kadere inanmayışı ismine olan bir isyan da olabilirdi ama asıl sebep henüz iyinin içindeki iyiye ulaşamamış olmasıydı.
Birgün evine gelince bir zarf buldu kapısının önünde. Kendisini savcılığa çağıran bir tebligattı bu. Ayrıntı verilmemişti ama bir miras davası söz konusuydu. Oldukça şaşırmıştı, çünkü kimsesiz büyüyen bir kıza nasıl böyle bir tebligat gelebilirdi. Galiba bir yanlışlık olmalı diye düşündü ve apar topar savcılığın yolunu tuttu. Yolda uzun uzun düşündü, geçmişini düşündü. Çok küçük anlar ve bulanık görüntülerden başka bir şey anımsayamıyordu, seçemiyordu neyin ne olduğunu. Bir şeyler çıkaramadı ve savcının karşısında buldu kendini. Savcı soğuk yüzlü ancak sıcak davranmaya çalışan birinin izlerini taşıyordu. Bir yapmacıklık vardı tavırlarında. Artık insan sarrafı olmuş olan kader bunu hemen seziverdi. Temkinli yaklaştı ve bu işin aslı astarının ne olduğunu sordu. Savcı başladı anlatmaya..
Kader dinlerken hiç te şaşırmıyor görünüyordu, oysa savcının anlattıkları dudak uçuklatacak boyuttaydı. Savcıya karşı bir türlü güven oluşmamıştı içinde ve bir sahtekar olabileceği düşüncesi aklını karıştırıyordu ta ki duruşma gününe kadar. O gün hakim karşısına geçinceye kadar her şey bir düzmeceden ibaret gibi gelmişti ama mahkemedeki ciddiyet ilk kez tebligatta yazılanları haklı çıkarmıştı ona göre.
“Yaz kızım gereği düşünüldü; hak sahibinin ifadeleri ve elimizdeki belgeler doğrultusunda, incelediğimiz bu davanın bir miras davası olduğu aşikar bulunup, belgelerin ise vasiyet olgusuna uygun görülmesine.. kişinin tüm mal varlığının devir teslimine onay verilmesine..” işte bu andan sonra gözlerine bir karaltı çöken kader oracıkta bayılıverir.
Bir yıl sonra tekrar aynı yerde o biletçi ile karşılaşır. Biletçi yine, kader kısmet şans diye başlayıp biletini satmaya çalışır. Kader yine aldırış etmeden geçip gitmek üzereyken biletçi; “geçen sene de böyle bi kadın biletimi almamıştı ancak elimde kalan o bileti ondan sonra gelen bir bey amca almıştı ve büyük ikramiye ona çıktı..” deyince, kader durdu ve arkasını döndü. Biletçi konuşmaya devam etti; “bey amca o kadar enteresan bi adamdı ki, ona bu yaştan sonra büyük ikramiye çıkarsa ne yapacaksın o kadar parayı dediğimde, yıllar önce kaybettiğim vicdanımı geri alıcam demişti. Nasıl yani diye sordum, bi kızım vardı, yoksulluk illeti yüzünden ondan ayrılmak zorunda kaldım, babalık görevimi yerine getirememenin acısını yaşıyorum. Evlat özlemi nedir bilir misin? Ben çok acı çekiyorum, belki de masum bir sabinin ahını alıyorumdur.. tam bu sırada kader biletçiye iyice yaklaşır ve başka, başka bişey demedi mi? diye sorar.. biletçi devam eder; “dedi elbette.. kızımın nerde olduğunu buldum, onu gizlice takip ediyorum ancak birtürlü karşısına geçip ben senin babanım diyemiyorum. O cesareti bulamıyorum kendimde. Yüzüm yok biliyorum ama bu bilete şans vurursa belki o zaman kendimde bir cesaret bulurum ona karşı..”
Kaderin gözlerinden akan yaşlar çoktan yanaklarına kadar ulaşmıştı, ne diyeceğini bilemedi. Boğazı düğüm düğümdü.. biletçi ise neden ağladığını soracak oldu vaz geçti. Çünkü kader arkasını dönmüş, hıçkıra hıçkıra gitmişti bile. Artık kader, başına gelen durumu çözmüştü. Şimdi nasıl kadere inanmıyorum diyebilirdi, diyemezdi. Bu yaşananlara kaderden başka bir şey denemezdi..

Ulaş Tuzak

29 Aralık 2011 Perşembe

ikibinoniki - 2012 -




Artık geleneksel hale gelen yılbaşı yazıma başlamadan evvel şöyle bir göz attım ikibindokuz, ikibinon ve ikibinonbir başlıklı yazılarıma. İlk kez kendim için duygulandım, kendime acıdım inanırmısınız buna. Nasıl da akıp gitti gözümden, nasıl da süzüldü yanaklarımdan ve sakallarımın arasında nasıl da kayboldu o yaşanmış hikayeler.. Bir çizgi daha belirdi alnımda biraz daha yaşlanmış suratıma bakınca aynada. Bir ben okuyabiliyorum o her bir çizginin neler anlattığını..
Geçmişin izlerini taşıyan sadece yüzüm değildi haliyle. Yüreğimde de belli belirsiz izler durmaktaydı. Alın çizgisi gibi tıpkı, çizik çizikti onlar da. Hani dedim ya belli belirsiz diye, bir ağacın kabuğuna yazılan isim gibi yıllar geçtikçe üzerinde yeni kabuklar örtünüyor, saklamaya çalışıyordu izlerini. Bense her ziyaret edişimde o ağacı, elimdeki çakıyla üzerini tekrardan deşiyordum ve tekrar belirgin hale getiriyordum. İstemsizce bir duyguydu bu, bir takıntıydı sanırsam.
Bir takıntım daha var yıllara dair. Oldum olası tek sayılı yılları sevmemişimdir. Bir eksiklik duyarım hep tek sayılara karşı. Birebir eşleme yaptığımda birisi tek kalır diye üzülürdüm, istemezdim o yüzden. İlkokuldan beri süregelen bir takıntı. İşte şimdi 2011 yılının bitmesine seviniyorum, çünkü 2012 yılı çift bir sayı ve bana heyecan veriyor, sebepsizce sevinmeme neden oluyor..
Sebepsizce seviniyorum bu yeni yıla girmeye ramak kalmışken. Çakırkeyifliğin getirmiş olduğu salaş bir tebessüm hakim yüzümde. Sanki güzel bir haber getirecekmiş kuşlar da, mutlu olacakmışım gibi geliyor. Hissi kablel vuku mu bu yoksa. Tanrı bir melek yolladıysa bana, onun rüzgarını hissediyorum sanırım. Üşümelerim de, içimin titremesi de bu yüzden heralde..
Yeni bir sayfa; karalanmış, yıpranmış, yırtılmış eski bir sayfanın üzerine açılacak olan yepyeni gıcır gıcır bir sayfa, ikibinoniki. Söylemesi bile tekerleme gibi, ikibinoniki. Çeyrek asırlık hayatımın bir dönüm noktası olsun ikibinoniki. Sanki bir tılsımı, sanki büyülü bir havası var gibi değil mi? Totemlerin tutacağı, herkesin gönlündekini bulacağı bir yıl bu ikibinoniki..
Bu yıl siyaset meydanı oldukça kardeşçe ve dostça geçecek. Alınacak kararlar, halkın yüzünü güldürecek ve halkların birlik, beraberlik içinde kardeşçe yaşamasına neden olacak. Kürt, ermeni, sünni, alevi gibi ayrımlar suç sayılacak, ayrımcılık yapanlar en ağır cezalarla cezalandırılacak. Herkes sevginin asıl güç olduğunu kavrayacak ve sevgi politikası güden siyasetçiler halkın sevgilisi olacaklar.
Spor camiası ikibinoniki yılında, birbirinden zevkli mücadelelere sahne olacak. Tüm branşlarda hedeflenen başarılar yakalanıp, yurtdışında ve uluslararası arenada ülkemizi en iyi yerlerde, en üst derecelerde temsil edecekler. Özellikle futbolda sahtekarlık ve şike olayları yok olacak, Atatürk’ün istediği gibi zeki, çevik ve ahlaklı sporcular yetişecek, tertemiz, dürüst ve adaletli bir yönetim anlayışı hakim olacak. Aksi şekilde davrananlar, gözlerinin yaşlarına bakılmaksızın en ağır cezalara çarptırılacaklar.
Ve sanat.. benim en hassas olduğum bu konuda sanırım büyük bir gelişme olacak. Hükümet başta olmak üzere, basın ve halkın ilgisi sanata yönelecek. Herkes tiyatrolara, konserlere ve sergilere hücum edecek. Aileler, çocuklarını sanata yönlendiricekler ve sanatçılarımızın sayısında artış olacak. Uluslararası platformda tanınan ve başarılı olan sanatçılarımız ile ülkemizi kültürel ve sosyal açıdan dünyaya daha kaliteli bir şekilde tanıtabilicez. Bütün bu gelişmelere kayıtsız kalamayan İzmir Büyükşehir Belediyesi, nihayet İzmir Şehir Tiyatrosunu açacak ve izmirliler muratlarına kavuşacak..
Aşk mı? İkibinoniki yılında kimse aşktan korkmayacak. Herkes cesur olacak. Kadını erkeği göğsünü gere gere ‘ben şu kişiye aşığım ulan’ diyebilecek. Kimse aşkından dolayı yargılanamayacak ve kimse karşılıksız kalmayacak. Yalnızlık dedikleri gerçekten sadece allaha mahsus kalacak..
Hiç kimse ikibinoniki yılının bitmesini istemeyecek çünkü herkes çok mutlu çok mesut olacak. Kimse bu huzurun kaçmasını istemeyecek, sımsıkı yapışacaklar bu yıla. Öyle kenetleneceğiz ki ülkemiz halkı olarak, marduk bile korkacak. Bırakın dünyanın yörüngesine teğet geçmeyi, teleskopla bile görülemeyecek..
Sanırım sabah oluyor, arnavutköyde ayaz var ve üzerim de açık kalmış galiba..

Ulaş Tuzak

26 Aralık 2011 Pazartesi

İhaleli Pişti

batağa saplandım seninle
bitürlü çıkamadım içinden,
bu el de bana kaldı ihale
bu el de battım yeniden..

son ele gelmeden evvel
hesabı kurtarmam lazım,
kalpler pişti olana kadar
oynayacak bir oyun lazım..

Ulaş Tuzak

17 Aralık 2011 Cumartesi

keşif yolculuğu

yaklaşamıyorum aşkın karasularına
dev dalgalar açığa götürüyor beni
fırtınalar çoktan koparttı yelkenlerimi
alabora olmam an meselesi
yada bir yol daha var girdaba yakalanmazsam eğer
etrafından dolaşıp diğer tarafından denemek
bu riski almaya değer mi ki acaba?
aşksız yaşamak ölmekmiş meğer
ada bu, aşk adası
okyanuslar arasında kalmış küçük biyer
burada saklı tropik bir meyve var
onu alıp ta yemek var aklımda
yiyip te doymak var aşka
aşkın girdabında kaybolmak sonra
bir karadelik yolculuğu gibi
ardında hiç bir iz bırakmamak
sadece kendin için, bencilce
ama tertemiz ve suçsuzca
bikerecik olsun tatmak var aşkı
tanrıyı bulmak var işin ucunda
ona çıkar bu karadeliğin yolu
sırra kadem basan bu aşk adasını
risk alıp keşfeden kaşifler
tanrı huzurunda mükafatlandırılır
sonsuza dek huzurla..

2 Aralık 2011 Cuma

bir istanbul sabahı..

bir sabah uyandığında herzamankinden farklı biyerde isen
için bi garip olur acayipleşirsin
kafanın içi boz bulanık ve karanlık
sabahın alacakaranlığı yansıyor içeri
yeditepenin yetmişyedi minaresinden gelen sesi
nasılda buz kestirip titretiyor içimi..
biran dalıp gidersin gözlerin kapanır
ardından telefonun alarmı gürültüyü koparır
ürpertici sesi susturup oflaya puflaya kalkmak
o kadar zor gelir ki bu kış sabahında
sıcak battaniyenin altından..
üç kuruşluk dünyada üçyüz gram ekmek için
sabahın köründen gecenin ıssızlığına karışan
minibüslerin otobüslerin taksilerin kornaları
gürleyerek akan bir şelalenin akıntısına kaptırmak için
atıverirsin kapıdan dışarı istanbula kendini..

26 Kasım 2011 Cumartesi

evliyalığım tuttu..

biz de derviş gibi yollar boyu yürürüz
aşk uğruna yıllar boyu yunus gibi sürünürüz
belki sakat kalırız belki de ölürüz
gözümüz kör olsa da gönlümüzle görürüz..

19 Kasım 2011 Cumartesi

pazar sabahı öncesi

gözlerime inen bir sis perdesi
ardındaki silüet te neyin nesi?
insanı kahreden yalnızlığın sesi
dün cumartesi idi, yarın pazartesi..

yıldırım düşüyor damarlarıma
şimşek çakıyor şakaklarıma
gök gürlüyor ta yüreğimden
yağmur yağıyor yanaklarıma..

be hey ulaş ulaşabildiğin yere
gerekirse savaş savaşabildiğince
barışabildiğin kadar insanla barış
sonra seviş sevişebildiğince..

tragedya

damarlarımda dolaşan şarap üzümden değil,
senin yüzünden bu gece..
öyle bir kafası var ki hüzünlendim yine bu gece..
gel gitlerin ortasında, uçurumun kenarındaydım..
nasıl bir düş kursam, neler bıraksam ki arkamda
hiç unutmasan ve ben sonsuzluğa atlasam bu gece..
damarlarımdaki acı verici akışı hissediyorum bu gece
yakıcı aşkını ve söndürmeye yetmeyen nefesimi
açmaya korktuğum gözlerimi de..
titreyen bacaklarım ince bir pikeye sarmalanmış
intaharın eşiğindeki ürkek yürek
ve korkudan beti benzi atmış, sararmış surat
hepsi daracık karyola üzerinde harmanlanmış bir imgesel
boğazımda düğümlenen bir nehir yatağı
göz pınarlarımda kuruyan damlalar
henüz gürültü kopartmamış bir ağıt
ve malum shakespeare tragedyası..

ulaştuzak

12 Kasım 2011 Cumartesi

bakış açısı..

aşk sorumsuzluğumda vardır benim
ilgisizliğimde..

sözlüğümde direk yazmaz aşk diye
bazen saçmalamak, bazen susmaktır
bazen hiç oralı bile olmamaktır
için içini yemekteyken..

aşk sorumsuzluğumda vardır benim
ilgisizliğimde..

gelip geçici bir hastalıktır bendeki
ama sanırım migrendeki gibi
gelgitler asla bitmezler
beyninin etini yemekteyken..

aşk sorumsuzluğumda vardır benim
ilgisizliğimde..

yorumsuzluğumdadır yorumlarım
sorumsuzluğumdaki sorumluluklarım gibi
düzensizliğin düzenini kurarım
ben birini sevmekteyken..

aşk sorumsuzluğumda vardır benim
ilgisizliğimde..

Ulaş Tuzak

2 Kasım 2011 Çarşamba

istanbul taksimi

ben bi mandolinin re minör sesiyim
tınılarımla inler duvarlar bu gece
her dokunuşunda parmaklar, gerilsem de
ne ciğerler yakarım içten içe..
bikaç gezenti yaparım
mi-fa-sol arasında
içli bi türkü olurum ardından
her demde yankılanır ezgiler
kadehlere eşlik ederken
yine açılır o eski defterler..
şirin mi şirin, güzel mi güzel
geçiverir gözlerimin önünden
ılık bi rüzgar, sanki bi imbat
esiverir saçlarının arasından..
si bemole çıkartırım oktavımı
bikaç fondip sonrasında
manalı bi haykırışla koyarım tavrımı
mızrap atışlarının arkasında..
bir es verdikten sonra yankılarım
sonra ağar ağar perdeleri açarım
la-sol-fa mi-re doğru
iyice hüzün saçarım..
muhayyer kürdi mi, sagah mıydı
neydi acaba makamım?
en iyisi dinleyelim şarkıyı o zaman anlayalım
bu taksime noktayı burda koyalım..

25 Ekim 2011 Salı

iç isyan

nasılsın dedi bi ses içimden, oysa hiç konuşmak istemiyordum ki ben. boğazım düğümlenmiş, hişt deseler süzülücek yanaklarımdan damlalar. ilişme be içimdeki ses, de get işin mi yok başka.. şimdi ne gerek vardı tam istirahat vakti gelmişken bedene.. içine ettin bu gecenin de. al işte şimdi uyu uyuyabilirsen..
acılı görüntüler film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden, göz kapaklarım açık haldeyken bile. ürperiyorum, sobanın yanında olmama rağmen titriyorum. ne yapabilirim dye düşünüyorum yada ben kötü durumda olsaydım ne yapabilirdi insanlar bana???
bu kocaman geniş ve rahat odada bile içim sıkılıyorken acaba daracık ıssız ve soğuk biyerde, betonların arasına sıkışmış kılımı kıpırdatamaz halde neler hisseder, neler düşünürdüm?? düşüncesi bile dehşet verici tanrım!!
hayattan her şikayet etmeye yeltendiğimde neden şükrettiğimi yüzlerce kez olduğu gibi yine yeniden görüyor ve isyankarlığıma isyan ediyorum.

22 Ekim 2011 Cumartesi

hatrı sayılır bikaç satır

biraz cesur olmam gerektiğini fısıldadı musalar az önce kulağıma
uyku sersemi gözlerimi açıp ta yenemezsem bu gönül tembelliğini
asla ulaşamayacağımı söyledi hayalini kurduğum anlara
o eşsiz büyüleyici endamıyla bana euterpe..
seviyorum seni demek istiyorsun, biliyorum
dedi bana yine bu gece..
alıp kollarına sarılmak istiyorsun,dedi
öpmek istiyorsun ama utanıyorsun..
için için titriyor, boncuk boncuk terliyorsun
yine de bu heyecan yetmiyor, dedi..
ille de romayı yeniden yakıcam diyorsun
ille de parise gidicem, kaçırıcam o çingeneyi
sen ne fantastik hayaller kuruyorsun??
ne an, ne zaman, ne de mekan bulabilirsin
bu gizemli perilerin sana özel davetinde
bir vahiy doğar içine ve yazmak istersin
ne kömür, ne mürekkep ne de kan bulabilirsin..
bir klavye yetişir imdadına
gerek yok ki kaleme kağıda
gelmiş geçiyor bile gönlümün
zaten bu altın çağı da..
olsun be, olsun da gümüşten olsun,
olsun da bakırdan olsun
yeter ki bikaç hatır yaşayabilelim aşkımızı
yeter ki bikaç satır yazabilelim..

18 Ekim 2011 Salı

aşk korkusu

durmadan biyerlere doğru uçuyorsun kelebeğim
bense kanatlarının çıkmasını bekleyen bir böceğim
sanırım en sonunda dayanamayıp seveceğim
biliyorum, biliyorum çok yakında öleceğim..

12 Ekim 2011 Çarşamba

veda busesi..

karabahtımın uçamayan talihsiz kuşlarına selam olsun bu yazım.. yıllar yılı cevrü cefa içerisinde bahtsız bedeviyi rol eyleyen kaderimin kederlere vesile olmasından dolayı oldukça üzgün ve de derin acı beslemekteydim içerimde. tanrıdan sabır diledim durdum her gece yatmadan evvel ve teselliyi buldum her acı çekişimde. kıvranışlarım, can çekişmelerim meğer beni aradığım çıkış kapısına götürmekteymiş habersizce, tanrının hikmeti işte.. meğer dualarımı duymakta ve yaşadıklarımı izlemekteymiş gerçekten. sabretmenin sadece dervişlere değil, sabretmeyi bilenlere de bir ödül olduğunu göstermekteymiş.. isyan etmek, vazgeçmek, umutsuzluk içerisine düşmek, tamamen inançsız insanların yaptığı ucuz bir kaçış planından başka bişey değilmiş. evet, inanmak istiyordum çünkü buna çok ihtiyacım vardı ve uzun uzun düşündüm inanmaya başladım çünkü ihtiyacım olanlara sahip oluyordum, en sonunda inandım çünkü bu kadar da tesadüf olamaz..
kiminin hayatı sevgilisidir, kiminin ise sevgilisi hayatı.. benim gibiler için tek kişiye bu kadar fazla anlam yüklemek biraz gerçek dışı görünür. o yüzden benim sevgilim hayatımdır. en çok kendimi severim, en önce kendimi düşünürüm. bu bencillik olarak algılanmasın sakın, herkesin kendi hayatı ilk önce gelmelidir, doğrusu bu. kimse kendi hayatını bir sevgili için feda etmesin sonra feda edilen hayat için diyetler istenmeye başlanıyor ve bu da hiç hoş durumlar yaratmıyor, görüyoruz.
ve işte gidiyorum enazından birkaç lakırdı ederekten. gidiyorum yedi yılımı verdiğim toz pembe izmirden. gidiyorum yüreğimin kabartıları ege denizini geçmeden. gidiyorum dost sandığım insanlar, gidiyorum buca, gidiyorum bornova, gidiyorum balçova, karşıyaka, göztepe, inciraltı hoşçakalın.. gidiyorum gündoğdu meydanı, kıbrıs şehitleri caddesi, gazi kadınlar sokağı hoşçakalın.. gidiyorum alsancak, eşrefpaşa, şirinyer.. gidiyorum ikiçeşmelik, basmane, üçyol. gidiyorum üçkuyular, küçükpark, bostanlı iskele. ey göztepe köprüsü, ey tarihi asansör, ey alsancak kilise elveda.. ey kordondaki çimler, ey körfezdeki gemiler, ey saat kulesi hepinize elveda..

2 Ağustos 2011 Salı

yarım kalanlara..

ilişki, nemli toprağa atılmış bir tohuma benzer.. can suyunu aldıkça gerekli sıcağa erişir ve -big bang- misali patlamayı gerçekleştirir. patlamadan sonra bir madenci edasıyla toprağı delen minik filizcik tabiki biraz zorlanır. hemen görünürde bişey yok diye endişelenmemek gerekir, çünkü her tohum birbirinden farklıdır ve farklı sürelerde toprak üstüne çıkıp kendini gösterirler.. inatla ve sabırla sulamaya ve güneş göstermeye devam edilirse, toprağı delen bu filiz, gün yüzü görmeye başlar. ne kadar sulamaya ve güneş ışığı gösterilmeye dikkat edilirse, filiz o kadar hızlı boy atmaya başlar. bir zaman sonra dallarını budamaya ihtiyaç duyarsınız ki bu da daha sağlıklı büyümesini ve olgunlaşmasını sağlar ilişkinin. hem de düzgün bi şekilde uzama olasılığı artar..
birgün dal diye gövdesini kesmek gibi bir gaflette bulunursanız, bu herşeyin sonu değildir. kökünden koparmadığınız sürece yada tabiri caizse köklemediğiniz sürece kesilen gövdeden bir zaman sonra yeni dallar çıkmaya başladığını görürsünüz. bunun bilincinde olmak gerekir ki ayrılık herşeyi bitirmez, yani bir süre ara vermek yeni ve daha güzel dalların çıkmasına yol açabilir..
belki de bu süre içinde aşılma yoluna bile gidilebilir. başka bir meyve bu gövdeye aşılanıp yenebilir :)) tabii bu işin espirisi ama yine de derin bir felsefesi var bence..

ulaş tuzak

12 Temmuz 2011 Salı

Bir Gece Ansızın..

Temmuzun ortası, tam da sıcağın her şeyi kızıştırdığı ayın tam ortası. Gece yarısının da tam ortasında buluşma kararı almıştı içindeki uhdelerle. Mutfak balkonunun kapısıyla oturduğu odanın penceresi arasında oluşan hava akımında serinlemeye çalışarak, bir yandan düşünüyor bir yandan kaşınıyordu sivrisinek ve yakarcaların ısırdığı kol ve bacakları yüzünden. Sessizliğin sesinden ilham almaya başladı, az önce arkadaki parkta gıcırdayan salıncağın sesinin dinmesiyle. Boncuk boncuk terler beliriyor anlında ve boğazındaki kuruluğu gidermek için ara ara önündeki masanın üzerine az önce dolaptan çıkardığı cam şişedeki suyu kafasına dikiyordu. Her seferinde dudağından sızan damlaları sol bileğinin üstüyle imha ediyordu klavyenin üzerine düşmesin diye.
Henüz birkaç saat geçmişti dün alıp okumaya başladığı ve bugün bitirdiği kitabının üzerinden. Hikayelerin etkisi hala yüreğinden damarlarına pompalanıyor ve daha da sıcak basmasına neden oluyordu vücudunun. Kafasındaki kurmacalarla ve maceraperest hayallerle akıl oyunlarına kaptırıp kendini farkında bile olmadan tebessüm ediyordu. Yaprakların hafif hışırtısı ise onu irkiltiyor, bu tebessümünü yarıda kesiyordu. Su şişesine doğru eğilip bir yudum daha almak istediyse de şişenin dibini gördüğünde ancak ağzını ıslatabilmişti. Bu tatminsizlik kendisini mutfağa kadar götürme eğilimi oluşturdu içinde ancak bir türlü kanepenin üzerine yaydığı o gevşek cüssesini kaldıramıyordu. Bir an gücünü ve iradesini toplayarak ani bir kalkış yapıp mutfağa yöneldi.
Mutfaktaki açık kapıdan bir takım fısıldaşmalar geldiğini fark etti. Işığını yakmadı mutfağın ve orada fısıldaşmalara kulak kesildi ilgisiz bir ajan gibi. Birkaç konuşma sonrasında susuzluğunun verdiği rahatsızlığa daha fazla dayanamayarak antrenin ışığını açtı ve ışığın yansımasıyla fısıldaşmaların tonu ve konusu bir anda değişiverdi. Dolabı açıp suyu almaya yeltendiği an yine fısıldaşmalara takıldı meraklı kulakları. Bu kez karşıdaki yarım aralık pencereden gelen konuşmaların kendisine dokunduğunu sandı. Hemen dolabı açıp suyu aldı ve dolabı kapatarak ışığı söndürdü. Konuşmaların tonu tekrar değişti ve kolayca duyulabilecek fısıltılar haline geldi yeniden. Onun haberi olmadığını sanarak onun hakkında konuşmalarını onlardan haberiszce balkon kapısının tülünün arkasında, sandalyeye oturmuş büyük bir şaşkınlıkla dinliyordu. Kızların kendisi hakkında güzel düşünceleri karşısında zevke gelmiş, gönlü serinlemişti. Dolaptan alıp içtiği su bile bu kadar ferahlatamamıştı içini. Duyduğu bu hoş sözlere karşılık vermek istedi ancak buna cesaret edemedi. Belki de onları orada gizlice dinlediği için yersiz bir suçluluk duygusu içine girmişti. Her neyse dedi ve iç çekerek tekrardan odasına geçip kalktığı kanepenin üzerine yayıldı, kucağına laptopunu aldı ve yazmaya başladı..
Bir kaç satır zar zor yazabildi. Çünkü içindeki yazma isteği gitmiş yerini başka şeyler almıştı. Kıvranıyor, yayıldıkça yayılıyordu kanepenin üzerine. Elindeki bilgisayarı masanın üzerine bırakıp düşünmeye başlıyordu yine tatlı tatlı. Derken davetsiz misafir gibi çıkan hava akımı yüzünden mutfağın kapısı fena halde gürültülü bir şekilde çarparak kapandı. Bu da onu yerinden sıçratmaya ve aklının allak bullak karışmasına yetmişti. ‘Neler düşünüyorum ben yine yersizce’ diye kendine kızdı. ‘O kadar iradesiz miyim ben? Git yat bu saatte ne işin var burada’ diye söylendi durdu. Yayıldığı kanepenin üzerinden isteksizce kalkıp yatak odasına mahkum edasıyla yürüdü, sanki kollarından inzibatlar sürüklüyormuşçasına.
Çok yorgundu, bitkindi gözleri. Zorla açık tutuyordu onları. Ağzına bütün bir yumurta sokuyormuşçasına dudaklarını esneterek esnedi. Her mimik ve jestiyle tam da uykusu gelen bir adamı oynuyordu. Yatağının önüne geldiğinde bırakıverdi bazanın üzerine kendisini. Akabinde löööp diye bir ses, gecenin bütün sessizliğini gasp etmişti. O ise uyuklamaya ve sızmaya doğru yelken açmıştı. Hafif bir tebessümle uyur uyanık bir halde özlemini çektiği tatlı uykusuna dalmıştı..
Üzerinden pek fazla zaman geçmemişti. Uyuştuğu kolunu, vücudunun altından kaldırmaya çalışırken ettiği hareket gözlerini açmaya ve bu da onu uyandırmaya yetmişti. Sırılsıklamdı üzeri, terler alnından süzülüp gözlerinin içine girdi ve hafif bir yanma hissettiği gözünü ovuşturmaya başladı. Bir yandan da boğazının kuruluğu ve dilinin damağına yapıştığını fark ediyordu. Tekrar zoraki bir devinimle kalkıp miskin miskin yürümeye başladı mutfağa doğru. Mutfak kapısını açınca hava akımından olsa gerek tatlı bir esinti hissetti yüzünde. Gülümseyerek içten bir ‘oh’ çekti. Dolabın kapağını açtı su dolu şişeyi çıkarıp dolabı kapattı. Şişenin kapağını açacağı sırada gözü karşı pencereye ilişti. Fısıltılar kesilmiş, gece lambasının loş ışığı perdede gölge oyunu oluşturmaktaydı. Biran gözleri perdeye takılı kaldıktan sonra şişeyi kaldırıp başına dikti, lıkırtılar eşliğinde yarım litrelik pet şişedeki suyu bitiriverdi tek seferde. Birden canlanıverdi. Damarlarındaki kan akışı hızlandı. Biraz önceki miskin halinden eser kalmadı. Vücudunun gevşemiş bütün kasları sıkılaştı, sertleşti, dikleşti. Buna rağmen tekrar yatağına serilip uyumayı denedi, başaramadı. İkişer veya üçer defa sağa sola döndükten sonra sıkılarak yatağından oflaya puflaya kalktı. Kanındaki hareketlenme vücudunu ve düşüncelerini de harekete geçirmişti. Göreve hazır bir komando kadar çevik ve atletikti. Kendisini çok güçlü hissediyordu. Azgın bir boğa gibi arenada güreşebilirdi. E ne de olsa eski güreşçilerdendi.
Duvarda asılı madalyalarına bakarken o yıllara kaydı aklı kısa süreliğine. Ne salak saçma günlerdi diye geçirdi içinden. O yıllarda kendisini sanata veya edebiyata yönlendiren birisi olsaydı şimdi ne kadar da hayatından memnun, başarılı, saygın büyük bir sanatçı olabileceğini düşündü. Geç kalmış sayılmazdı pek ama doğru eğitimi alıp daha büyük ve kolay sıçramalar yapabilme fırsatını kaçırmıştı bir kere. Tam bu boynu büküklükle hayıflanma içerisine girmişti ki, hemen iç taraftaki duvarda tiyatro oyununun afişini gördü. Gazetedeki haberlerini, fotoğraflarını gördü. ‘Şükür tanrım’ dedi. ‘Pek te geç kalmamışım aslında’ diyerek içini rahatlattı. Geçti yine kanepenin üzerine yayıldı, ayaklarını uzattı, hemen sonra doğrulup oturdu. Ellerini açıp tanrıya dua etti. Tekrar ayaklarını uzatıp, tatlı hayallerine geri döndü tebessüm içerisinde. Kim bilir neler geçiyordu kafasından, neler düşünüyor, hangi hayal denizlerinde kulaçlar atıyordu bu kez..???
Sızıp kalmıştı öylesine güzellikler ülkesinin içine, yine yayılıp kaldığı kanepenin üzerinde. Her sabah ta bel, boyun ve sırt ağrısından şikayet eder durur hep bu yüzden. Ha bir de kahvaltı için şikayet eder durur, birisi hazırlayıp yatağıma getirsin diye..

Ulaş Tuzak
12.07.2011
02.40

7 Temmuz 2011 Perşembe

bana bi şiirler oluyor

Bana bi şiirler oluyor yine
Dikilip kalkıyorum ayağa
ağzı kupkuru olmuş
dudakları birbirine yapışmış bi şekilde..

bana bi şiirler oluyor
dünümü görüyorum düşümde
gözlerimde canlanıyor eskiler
bugüne daha çok var
henüz başındayız geçmişin..

bana bi şiirler oluyor
karalayasım var yine
doldurasım var boşlukları
canlandırmalıyım ölü beyinleri
hoplatmalıyım monoton kalpleri..

bana bi şiirler oluyor
çok fazla geldi üzerime
doldum taşmak üzereyim
bendimi çiğner aşarım
enginlere sığmam bu gece..

bana bi şiirler oluyor
ne gibi şeyler bilmiyorum
sözüm ona anımsar gibiyim
telaffuzu çok zor
anlaşılması basit..

bana bi şiirler oluyor dostlar
şarkı söylemek istiyorum
coşkumu kaybetmişim
hiçe karışıyor mırıldanmalarım
sessizlik ispiyonluyor
sesimin çirkinliğini..

bana bi şiirler oluyor gece gece
sivri sineklerin nöbeti
başladı kaşıntı illeti
uyuz ediyor milleti..

bana bi şiirler oluyor
bi derdim var belli
nerden bakarsan görünüyor
saklayamıyorum ki
hani iyice bi baştan okusan
anlarsın anlamadıysan
her şey apaçık ortada
evet dilinin ucunda..


bana bi şiirier oluyor
ve sen de biliyorsun bunu
hoşuna gidiyor inat etmek
sessizce seyretmek
ama söylemiyorsun
eğleniyorsun değil mi?


Bana bi şiirler oluyor
Çok yaklaştım sana
Bir nefes kadar hemde
Sende hissediyor musun?

Bana bi şiirler oluyor gerçekten
Sanırım sana dokunuyorum
Sözcüklerim vücudunda geziniyor
Damarlarındaki kandan farksız
Sırtından süzülen terden
Sana da bi şiirler başladı..

Bana bi şiirler oluyor
Yoksun yine görünürde
Üzülmüyorum ama sızlıyor içim
Bende rakı basıyorum içime
Sızısını geçirsin diye..

Ulaş Tuzak

26 Haziran 2011 Pazar

Mış Gibi..

Bilir misin bilmem, bildiğimi
Bilip te bilmezlikten geldiğini..
Bilemedin bir türlü sen
Bilmiyormuş gibi bilmeyi.

Seviyor musun gerçekten, yoksa
Sevip te sevmezlikten mi geliyorsun?
Sevemedin, oyun bile olsa
Sevmiyormuş gibi sevmeyi..

Ulaş Tuzak

15 Haziran 2011 Çarşamba

izin ver

İzin ver
Ansızın gelivereyim bu gece
İzin ver
Cüret edeyim tutmaya ellerini
İzin ver
Kollarımda götüreyim bulutların üstüne
İzin ver
Söyleyeyim bütün sevgi sözlerini
İzin ver
Beraber görelim rüyalarımızı
İzin ver
Ay tutulsun kıskançlığından
İzin ver
Martılar kıskansın bizi, onlara kuşbakışı baktığımızdan
İzin ver
Atalım kendimizi dalgaların akışına
İzin ver
Kurban olayım gözlerinin bakışına
İzin ver lütfen bu gece
İçip içip sarhoş olayım güzelliğinin aşkına..

Ulaş Tuzak

2 Haziran 2011 Perşembe

başlıksız..

hiç bir umudum yok
hiçbişeye anlam katmaya çalışmıyorum
mutsuzluk bişey ifade etmiyor
yada sevinç ve neşe
öfke de öyle
kızmıyorum hiçkimseye, kızamıyorum
belki de bana kızmasınlar diye
isyan etmek saçma geliyor artık
çünkü bütün haykırışlar boşuna
ve ilgilenmiyorum artık hayatla
sadece yaşamaya bakıyorum..
görüntülerin anlamı yok
sade ve netler
içimde uhde bırakmasınlar yeter
ısrarcı değilim
istemem yan cebime koy derim
gelene git gidene gel demem
diyemem..
anlamaya çalışmıyorum kimseyi
üşeniyorum ya da umrumda değil kimse gerçekten
bencilim, sadece ben varım benden içeride
herşey ve herkes sadece figüranlar
etrafımda fır dönüp duruyorlar
gerek yok bu kadar baş döndürmeye
hadi gidelim yemek yemeye..

ULAŞ TUZAK

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Q7 KAPTAN KARTAL ŞAMPİYON..!!




Takımda Ernst ve Sİmao dışındaki bütün 30 yaş üstü oyuncularla vedalaşılmalı ve takım kaptanı Quaresma yapılmalı.. Tıpkı Delgado'ya uygulanan taktik Quaresma'ya da uygulanmalı, böylece Quaresma'nın daha sorumlu daha disiplinli olması sağlanır, ayrıca takıma da daha fazla sahip çıkar ve daha dikkatli ve daha yararlı olur takım için..
Şu an yapılan transferlerile takım baya bi gençleşecek ve üstelik Tayfur hoca ile sanıyorum takım yeni bir iskelet yapıya kavuşacak.. şu an takım yeniden inşaa ediliyor, o yüzden bu yeni inşaa aşamasında İbrahim Toraman'a da yol verilmeli diyorum.. Bu yeni vizyon da kaptan kesinlikle Quaresma olmalı.. Bu fikrimi destekleyenler çok fazla olacaktır diye düşünüyorum, bence bunu bir kampanya haline getirelim ve bir şekilde güçlü bir sesle yönetime kadar bunu duyuralım istiyorum..
Quaresma ile beraber tam bir Q7 çetesi oluruz bence.. Bu takımın böyle bir coşkuya ihtiyacı var ve özellikle avrupa'da Beşiktaş'ın fanatiklerini ve Beşiktaş sempatizanlarını artırır diye düşünüyorum.. Düşünsenize, Q7 ve çetesi diye anıldığımızı avrupa''da bence hoş olur :))

ULAŞ TUZAK

20 Mayıs 2011 Cuma

Ruh&Beden İkilemi




Arzuladığım bedenler, özlem duyduğum ruhtan yoksun
Ve aşık olduğum ruhlar da, şehvetli bedenlerden..

Sevişmek; ya beden ya da ruhla olmaz
Birisi eksik kalırsa yürek tatmin olmaz..

Bedenler birbirine değmeden sevişemez
Birbirine çok değen ruhlar da geçinemez..

İnce bir çizgidedir ruh-beden ikilemi
Bir ip cambazı gibi yürüyeceksin arasında
Ne fazla yakın ne de fazla uzak durucak
Tereyağından kıl çeker gibi ayırıcaksın ikisini

Çok dikkatli olucaksın yani severken
Ne şişi yakıcaksın ateşinde, ne de kababı..


Ulaş Tuzak

16 Mayıs 2011 Pazartesi

ALKOL-LARINI SAR BOYNUMA..



Yeter be! bi insanın öksürüğü de sekiz gün sürer mi canım? içim dışıma çıktı artık yeter.. gözlerimden yaş geliyor öksürürken, uykumdan uyandırıyor meret şey.. pastil aldım, otlar kaynattım, ıhlamur demledim, limonlu portakallı (c vitaminli) içecekler tükettim, bol su içtim vs.. bana mısın demedi. olmadı doktora gittim; dedim böyle böyle, durum bundan ibaret.. o da aldı eline kalemi reçeteyi başladı karalamaya işte şu ilaç şöyle şöyle, bu ilaç böyle böyle, hadi git güle güle..

bi sprey, bi ağrı kesici, bi toz eritme ilaç, bi de antibiyotik yazmış kör olmayasıca doktor hanım.. insan bi sorar değil mi alkol alıp almadığımı. niye yazıyosun kardeşim öyle kafana göre? alkol alan var almayan var değil mi? her neyse bizimki yazmış bikere aldık mecburen eczaneden başladık kullanmya, hemen geçsin de kurtulayım diye şu hastalıktan ve öksürükten en önemlisi.. gelir gelmez eve içtim tüm ilaçları ve başladım beklemeye..

bir gün geçti öksürük devam, 2 gün geçti devam, üç gün geçti devam, 4 gün geçti.. baktım olucak gibi değil hem antibiyotik kullanıyoruz hem de içki içemiyoruz bu yüzden ama bitürlü öksürük geçmiyor arkadaş, ne kadar da inatçı bişeymiş bu böyle? herneyse dedim artık 1 haftayı geçti, benden günah gitti.. bu alkolsüzlük beni çok üzdü.. hem ilham gelmiyor hem de yazamıyorum, o yüzden canım da çok sıkılıyor aslında. bugün bu işe bi son verme zamanı geldi diye düşündüm ve ver elini alsancak dedim..

şansıma hava da güzeldi. kordon da inceden esiyordu ama farketmez, bütün izmirliler yine dökülmüşler çimlerin üzerine, bi götlük oturacak yeri zor bulduk desem yalan söylemiş olmam.. biraz deniz havasını çekince ciğerlerime, dedim oğlum daha ne duruyorsun, hadi yürü içmeye.. bizim ati de bu lafımı bekliyormuşçasına elindeki kola şişesini çöpe attı, ben de portakal suyunu yarım bırakıp kalktık gittik bir cafeye.. bi de öyle acıkmışız ki, orta boy pizzaların yanına 3'er şişe birayı indiregandiledik ve bu gecelik yolumuzu bulduk böylece.. bütün adisyonu yine bizler için üstlenen değerli arkadaşımız nurcan hanıma da çok teşekürlerimi sunuyorum.. iyi geceler, mutlu kafalar..

Unutmayın Alkolsüz Güç Güç Değildir..!

Ulaş Tuzak

6 Mayıs 2011 Cuma

Serseri Oğlundan Annesi'ne Mektup..




Annem,

Bugüne kadar o kadar çok şey yaşadım, o kadar çok şey düşündüm, o kadar çok yazdım ki, bir de baktım bunca şeyin arasında seni ne kadar çok ihmal etmişim..'yazıklar olsun' desen haklısın.. şu an utanıyorum, çok utanıyorum kendimden, senin gibi güzel bir insanı gereksizce üzdüğümden.. her ne kadar kızsan bağırsan, yaptığım işleri, hayat tarzımı beğenmesen de, yine kıyamıyor o yufka yüreğin bu serseri yavruna.. atsan atılmıyor, satsan satılmıyorum değil mi? ah, sanki bu yaptıklarını su istimal ediyormuşum gibi geliyor bana.. ama öyle değil annecim, sakın öyle düşünme, sadece senin beklentilerini karşılayamadığım için mahçup oluyorum karşında ve bu yüzden her fırsatta seni arayıp anlatamıyorum öyle havadan sudan.. çünkü benim havamı suyumu sevmiyorsun sen, istemiyorsun biliyorum ama ben böyle yaşamayı seviyorum..

Herşeye rağmen bana nasıl katlandığını, saçını süpürge ettiğini,, üzerime nasıl titrediğini çok iyi biliyorum annecim.. o kadar kötü günlerden buralara kadar getirebildin beni, ne yapsam emeğinin karşılığını ödeyemem.. aklıma geldikçe yaptıkların yutkunuyorum hala, boğazım düğümleniyor, ağlayacak gibi oluyorum.. başka kim yapabilir bunu bana kim? sen bir kahramansın anne, sen bir süper kahramansın hayatımda tıpkı babam gibi..

Senin gibi iyi niyetli, pamuk yürekli, onca şeye rağmen hala karşılıksız sevebilen birini nerden bulabilirm ki başka? Sana yaptıklarımın 10'da 1'ini bi kıza yapsam beni hemen terkediyor biliyor musun anne? kimse bana senin kadar katlanamıyor anne, kimse sabredemiyor, hiç kimse senin kadar sevmiyor anne..

Biliyor musun, aslında gerçek aşkın peşinde koşmak, onu aramak boşuna anne.. çünkü gerçek aşk sensin anne, gerçek aşk bitane olur yürekte.. ben senin gibi bir kadın bulamadım, halen sana aşığım seni çok seviyorum annem.. Anneler günün kutlu olsun..!

Ulaş Tuzak

5 Mayıs 2011 Perşembe

Halbuki..

her yer yemyeşil oldu
ağaçlar dal, dallar yaprak doldu..
bi güneş açtı, bi yağmur yağdı
bi kuşlar öttü, bi horoz öttü
mazinin üstünü zamanın örtüsü örttü..
gönül kah neşelendi, kah hüzünlendi
ocağa koyduğum çay sanırım demlendi
demli bir çay derdime iyi geldi..
yanına bi de üzümlü kek yapan olsa
ne iyi ederdi, nasıl güzel gelirdi..

havanın kokusu değişti
çiçeklerin ve yaprakların..
hayvanların sesi değişti
kedi,köpek ve kuşların..
gecelerin rengi değişti
bedenlerin ve ödedikleri bedellerin..
halbuki değişmeyen iki şey vardı
masum hayallerim ve senin gözlerin..

ulaş tuzak

2 Mayıs 2011 Pazartesi

masal gibi bişey..

saçmalık, sapanlık, karanlık, karamizah ve sersemlik
serseri saatler, yalan dolan mazeretler ve gevezelik
espiriler, gırla komedi, eğlence haz ve çakırkeyflik
nedir bu sendeki naz ve bendeki hayalbazlık
kandırmaca, aldatmaca, illüzyon ve sihirbazlık
beklenmeyen cesaret ve zamansız atılganlık
hayalkırıklığı, isyankarlık ve sahte kahramanlık
bulutlar kapkara, hava ağlamaklı ve hüzünlü şafak
çiğ düşmüş toprak, krağı çalmış patlıcan
yarım kalan içkiler, izmarit dolu bardak
cızırtılı melodiler ve kuşluk vakti manzarası
ağrılı bir baş, betonlaşmış bir vücut
duygu durum bozukluğu ve fırtına öncesi sessizlik
kalpteki hegamonya ve emperyalist egemenlik
kriz, afet, alarm, acil durum ve seferberlik
beklenmeyen durumlar, istenmeyen olaylar
yabancı maddeler, gaz bombaları ve molotoflar
her yer sis, geceler sessiz ve gözlerim neşesiz
batan güneşin son parıltıları ve marinaya çekilmiş yatlar
huzursuzluk, haksızlık, çekilmesi güç bir yalnızlık
oyunbozancılık, mızıkçılık ve mızmız bir çocuk
müzikal bir trajedide üç perdelik yanlışlık
telafisi zor değil, sade masum bir gülücük
bir öpücük, bir tılsım, bir büyü etkisinde
kurbağadan dönüşecek o prense..

ulaş tuzak

21 Şubat 2011 Pazartesi

1(bir) parça

Ulaşılmaz olmak nedir?
Leylekler gibi göç etmek mi?
Ayrılığa kanat çırparken
Şansa bırakmak mı herşeyi?

Tümden gelimli bir bütündür
Uzaklaşma değil, çaresi uzlaşmadır
Zaten eşit paylaşamazlar aralarında
Aşk iki kişiye sunulan 1(bir) parçadır
Kim fazla kullanırsa, diğerine az kalır..

15 Şubat 2011 Salı

yüksek yüksek egolar..

sürekli biyerlere ulaşmam gerektiğini düşünürdüm
ve yorucu sprintler atardım ufkumun etrafında,
nedensizce efor sarfederdim hep kendimi geçmek için,
çabalardım bi günüm sonraki günüme benzemesin diye..
bu yüzden başladı bütün takıntılarım..
oysa ne gerek var kim ulaşmış ki hedefine,
her aşılan tepenin ardından görünen yeni bir tepe gibi
karşına çıkan insan egolarıyla ?

Ulaş Tuzak

7 Şubat 2011 Pazartesi

KİTAB-I AŞK

KİTAB-I AŞK

ULAŞ TUZAK




-1-
-Girizgah-

Sahip olduğumuz bütün duyguların anası aşktır. Bütün duygular aşk sayesinde varlar ve aşktan türemişlerdir. Eğer aşk olmasaydı bizler makinadan farksız olurduk.
Kızıyorsak, olumsuzluğa, olumluya aşkımızdan.. ağlıyorsak keza, özlüyorsak zaten aşkımızdan, kıskanıyorsak ta aşkımızdan.. Acı çekiyorsak, heyecanlanıyorsak, korkuyorsak hep yaşama aşık olduğumuzdan..Hayata gülen gözlerle bazen umutla bakabiliyorsak hep aşk sayesinde. Hırslanıyorsak başarısızlıklar karşısında, bu da başarma aşkından geliyor demektir. Bir karar veriyorsak seçenekler karşımıza geldiğinde, tercihimizi biz hep aşktan yana kullanıyoruz, çünkü aşksız hiçbir duygunun önemi yok.
İzlediğimiz ya da en çok izlenen filmlere baktığımızda o filmlerin neden en çok izlendiği alenidir. Hepsi de aşkı anlatır, hepsinin özünde aşk vardır zaten. Bütün duygular aşktan doğmadır, aşksız olanlar kurgudan ibarettir. Aşk Tanrı’nın insana lütfudur. İnsan aşık olduğunda yaptığı şeyden keyf alır, aşk kafasıyla yaşadığında mutluluğun gerçek resmini görebilir ancak..




-Aşk ve Para-

Parayla saadet olabilir mi? Olur elbet, biyere kadar parayla her istediğinizi yapabilirsiniz. Yer, içer, gezer, eğlenirsiniz. İstediğinize istediğiniz kadar istediğiniz hediyeleri alabilir, mutlu edebilirsiniz onları. Hava atabilir, şov yapabilir, bazen abartıp görgüsüzlük bile yapabilirsiniz ve hep haklı gösterilirsiniz büyük çoğunluk tarafından. Çünkü para güçtür ve bu güce boyun eğen itaat eden çok yaltakçı vardır. Bunların amacı bir nebze olsa da nemalanmaktır ama nafile..
Her neyse söz konusu olan para her kapıyı açmakta oldukça hamarat bir nesnedir. Her türlü olanak hizmetinizdedir onunlaysanız. Ama ta ki aradığınız saf, temiz, gerçek bir aşk ise o zaman trilyonlarınız birer tuvalet kağıdından farksız olacaktır. Çünkü bahsettiğim hisleri elde etmek için maddi servetten çok daha fazlasına, maneviyata sahip olmanız ve bunu çok iyi kullanabilmeniz gerekmektedir..
Karşınızdakini, önce aşık olduğunuza değil, aşkın varlığına inandıracaksınız, sonra onun bu varlığa ihtiyacı olduğunu gösterecek ardından aşkınızı ilan edeceksiniz. Tabi bunu ne kadar anlatsam da belirli bir tekniği ya da kuralı yoktur. Fakat kişi her durumda yeteneğinin sınırlarını zorlamalıdır. Kaldı ki en son koz para olarak kullanılabilir.
Evet çoğu insan paranın gücü karşısında, hayranlığını gizleyemez ve karşı koyulmaz bir çekicilikle geçici aşk yaşayabilir. Bunlara hemen aldanmamak lazım. Boş verip denemeye kalkanların çok geçmeden pişman olacaklarına adım kadar emin olduğumu söylemek isterim.
Türk filmlerinde çoğumuz izlemişizdir. Zengin olduğu için en güzel kıza sahip olabileceğini düşünür baş karakterlerden biri. Diğer taraftan da o kızın pek te zengin olmayan orta direk bir sevgilisi vardır. Ailesi bu ilişkiyi onaylamamakta ve bu yüzden baskıyla zengin adamla evlenmesi zorlanmaktadır..
Bu filmin devamını anlatmama gerek yok sanırım, hepimiz biliyoruz zaten felaketleri. O yüzden Aşk ve Para olguları arasında her ne kadar pozitif bir ilişki varmış gibi görünse de aslında hiçbir ilgisi yoktur aşk’ın para ile..
Eğer ortada bir aşk varsa o paraya olan aşktır. Diğer etkene ise sadece hoşlanma denir. Aşık olduğu maddeye sahip olan kişiden genelde hoşlanılır. Ben buna amaçları için bişeye katlanma diyorum.
Düşünün, aşık olduğumuz bir kişinin ailesini tanıdığınızda onlardan sadece hoşlanırsınız ya da en yakın arkadaşından. Çünkü onları reddetmeniz demek, aşık olduğunuz kişinin size olan sadakatini riske atmanız olabilir. Bütün bu etkenleri beyin saniyeler içinde çözüme kavuşturabiliyor bize fark ettirmeden..

14.10.10 / 22:55




-2-
-Aşk ve Geceler-

Duyguların çoğunluğunun olduğu gibi aşkın da en yoğununun yaşandığı an gecelerdir. En derin acılar ya da en derin coşkular geceleri hissedilir sevgiliye karşı. Sevdiğimiz yanımızda ise coşku, yoksa acı çekilir hep. Yine yar yanımızda ise geceler hiç bitmesin, yoksa gelmesin isteriz..
Bir izolasyon malzemesi gibi duyguları hapseder gece. Bize de bu duygu kafesinde baskı yapar sabaha kadar. O yüzden geceyi geçirmeden evvel duygu kontrolü yapmalı ve çok dikkat etmeliyiz, hangi ruh hali ile gireceğimize yatağa..
Ah aşk, ey aşk, vay aşk, oh aşk.. sen ne değişik şekillerde tabir edilirsin geceleri. Kişiden kişiye, evden eve, şehirden şehre, ülkeden ülkeye değişirsin de hissettiklerin, yaşattıkların, yangının külün, sözlerin her yerde aynı kalır..
Bu gece de diğer geceler kadar ıssız ve anlamsız. Çünkü geceme anlam katan duygu aşksız. İçimi ısıtan aşk kaybolmuş bu gece. Buz gibi oluyorum, kanım çekilmiş gibi, dudaklarım ve ayaklarım morarıyor bu gece. Aşk yoksa bu gece zor geçecek yine..
Buhran buhran daralıyor içim, beynimin içinde birdir bir oynuyorlar. Anlaşılan yine uyku yok bu gece. Anlaşılan tek dostumuz yine karabasan bu gece..

16.10.10 / 00:27








-Aşksız Adam-

Bu sabah ta aşkı göremedim koynumda. Bir düşten bile ibaret değil artık, çok uzaklarda gibi, koşsan da nafile..
Aşk olmayınca hiç te keyfim olmuyor ki, ne yemekten ne içmekten keyif alabiliyorum. Aşk olmayınca meşk te olmuyor, işte en çok ta ona yanıyorum ben..
Aşık gözlerle bakmayı özledim hayata. Aşk gözlüğünü özledim. Baktığım her yerde pırıltılar, güzellikler, mutluluk esintileri görmek istiyorum. Yine içim içime sığmasın, tatlı talı, şekerli şekerli heyecan salgılasın vücuduma..
İstesem de olamıyorum aşık, yeteneklerimi mi kaybettim acaba? Yoksa aşkta aradığım hala mantık mı? Sanırım hala mantık süzgecimi kırabilecek bir güzellik görmedim. Öyle biri çıktığında karşıma, ben de bulutların üzerine çıkacağım ve oradan bakacağım hayata..
Yükselmek, uçmak, semada özgürce dolaşmak istiyorum. Bunun için ihtiyacım var sana ey aşk. Nerelerde isen estir de gel bul beni. Açtım kalbimin kapılarını ardına kadar, o eşsiz endamınla gir içeri.
Ey ölüyü dirilten, hastayı iyileştiren, çirkini güzel, kötüyü iyi, fakiri zengin yapan aşk.. ne olur yalvarırım beni de mahrum bırakma artık sensizlikten.

17.10.10 / 11.01









-3-
-Aşk Bir Sudur-

Farklı anlaşılsa da ilk başta, anlatınca anlamında derin bir felsefe yattığını sizler de keşfedeceksiniz. Aşk bir sudur evet, su gibidir de diyebiliriz. Çünkü su gibi ihtiyaç duyarız biz bu duyguya. Nasıl ki içtiğimizde suyu serinliyorsak, nasıl ki içimiz ferahlıyorsa, nasıl oh çekiyorsak ta içeriden, işte aşkı içince de aynı duyguyu yaşıyoruz ta içeriden..
Peki en önemli olan nedir biliyor musunuz? Saf ve temiz aşkı içmek. El değmemiş membaa su gibi tıpkı. Çeşmeden akan suyu artık içmiyorsak, sürekli sokakta akan insanların arasından da önümüze gelene aşık olmamız beklenemez heralde.
Aşkı pınarında aramalı ve orada bulup içmeliyiz. Neresi peki bu aşkın pınarı? Aşkın pınarı kayıtsız şartsız göynümüzün aktığı yerdir. Kişiden kişiye değişir tabi bu yer ama görüntü aynıdır..Aşk bir su gibidir, varlığı canlılık verir, yokluğu kuraklık. Hayatın baharı, yeşilliği, mis kokulu çiçekleridir aşk. Bulutlar üzerinde uçuşan kırlangıçları, çiçekler üzerinde kıpraşan kelebekleri görebilmektir aşk. Cennetten bir bahçedir aslında, görebilirsen..
Eğer yoksa hayat zindan olur, kış olur, karanlık olur. Çöllerde kaybolmuş bedeviden farksız olur insan aşksız. Aşk bir sudur, içmeyen yoktur..

17.10.10 / 23:52











-Sanat Aşkı-

Aslında aşkın kendisidir sanat, hem de ta kendisi. Hani sanatta aşk var diyenler görmüşüzdür, onlar aşktaki sanatı görüp söylemişler bunu aslında.
Aşk bir sanat eseridir tanrının insan genlerine bahşettiği. Ne aşksız bir sanat olabilir, ne de sanatsız aşk. İkisi de birbirinin tamamlayıcısıdır. Birbirini doğurup üreten ve ilerlemesini, büyümesini sağlayan etkenlerdir aslında..
Aşk sanatını iyi icra eden çok az sanatçı vardır. Diğerleri sadece iyi birer reprodüksiyoncudurlar. Aşkı gerçek yaşayanlar sadece anlatabilirler gerçekten..
Hakikat, sanatçı ruhta gizlidir bu ruhta aşkta. Aşk olmazsa sanat olmaz, sanatsız aşk ta olmaz. Tanrı aşkı bahşetmeseydi insana sanat ta doğmazdı zaten.
Aşk en eski sanattır bilinen ve aşkı ilk keşfeden sanatçı yine ilk insan Adem. Yemeseydi elmayı aşık olamazdı Havva’ya.. aşkı gördü, aşkı tattı, aşkı hissetti..
Belki şeytana uydu diye düşünenler var ama Tanrı istemeseydi bunu, uydurmazdı Adem’i..
Aşk insana verilen en temel duygudur, en gerekli unsur yaşaması için insanın. Aşk uğruna dağları delen Ferhat, büyük sanatçılardan biridir tıpkı Mecnun gibi.
Ey aşk, ne görkemli bir tutkusun ki vazgeçilemiyorsun. Her dönem yeni sanatçılar yetişiyor sayende..

19.10.10 / 01:02





-4-
-Aşk ve Gurur-

Gurur yapmak bir insana hiçbir şey kazandırmaz. Sadece kendi içsel egosunu büyütür ki bu da iyi bir şey değildir. Özellikle aşkta en çok karşılaşılan olgu olan gurur, deliler gibi sevdiğimiz kişileri kaybetmemize neden olabilir eğer çok fazla esir altına alırsa bizi.
Bu bilinçle baktığımızda bir aşkta gurur yapmaya gerek olmadığını çok kolay anlayabiliriz. Aslında gururu da doğuran duygunun aşk olduğunu yine kolayca görebiliyoruz.
En başta dediğim gibi, aşk olmasaydı gurur da olamazdı tıpkı diğer duygular gibi..
Gururumu ayaklar altına alırım aşıksam eğer. Nedir ki gurur aşkın yanında. Ben aşkıma kavuşamazsam neyleyim gururu. Ne işime yarar benim gurur. Ben her şeye rağmen usanmam, yılmam hele ki konu sen isen hiç çekinmem söylerim seni sevdiğimi, güzelliğine hayran kalıp, geceler boyu düşündüğümü seni.
Neymiş gurur senin güzelliğinin yanında. Sen ki aşkın ta kendisisin fakat bende gururu doğuramadın. Şükürler olsun ki yendim o egolarımı. Artık açık açık ilan-ı aşk edebiliyorum güzelliklere senin gibi.
Ben güzel olan her şeye aşığım ve şuan en güzel sen varsın aklımda, gurursuzum ve aşığım..

20.10.10 / 00:54










-Aşk ve Nefret-

İnsan aşık olunca nefret etmeyi de öğreniyor farkında olmadan. Bunu aşkında problem yaşadığı anlarda anlıyor. Çünkü aşk dünyanın en değerli olgusu olduğundan onu kaybetme korkusu böyle bir koruma iç güdüsü geliştiriyor. İnsanın savunma mekanizması da bunu iç güdü ile hareket ediyor. Aşkı kaybettiren kişiye karşı en az aşk kadar kuvvetli derecede nefret duygusu besleniyor. Bu inanılmaz bir çaresizlik açığa çıkıyor ki, dışavurum dediğimiz bu evrede insan kendini de kaybedebiliyor bazen..
Biz aslında ya aşkı giydirdiğimiz kişiyi severiz ya da sevdiğimiz kişiye aşık olmaya çalışırız. İkisi de boktan bir durumdur. Çünkü insan aşık olduğunda istese de normal davranamaz. Aşık olmadığında da çok yapmacık olur. Yani aşk ve sevgi aynı anda olursa gerçek aşk olur ve bu da beraberinde nefret damlalarını biriktirmeye başlar gerektiğinde kullanmak içini..
Öylesine tutkulu bağlarla bağlar ki bizi aşk, kopmasını düşünmek bile bizi çılgına çevirir. Onu kaybetme korkusu bizde nefreti yavaş yavaş açığa çıkarmaya başlar.
Kimse ama kimse göze alamaz elde ettiği bir şeyi kaybetmeyi. Aslında her kaybımızda bir nefret duyarız fakat en güçlüsü hep aşk durumunda görülür. Kan davasında bile kanlı kanlıya bu kadar derin bir nefret duyamaz..

21.10.10 / 01:05









-5-



-Aşk ve İhanet-

Aşk nerden baksan aslında bir ihanettir desem sakın garipsemeyin. Çünkü aşık olan ihanet eder yalnızlığa. Kendi kendine geçen ucube günlere, acılara, sancılara ve karabasan gecelere ihanettir aşk. Bir de özgürlüğe ihanettir aşk, esir olmayı alenen kabul etmektir. Ama yine de kurtuluşa erişmenin umududur aşk.
Eski dostlara, arkadaşlıklarına da ihanet eder aşk, yüz çevirir, sırt döner unutur gider. Yeni gözdesi sevgilisidir, başka hiçbir şey görmez, istemez.
Tutku ile sıkı sıkı sarılınca romantik romantik duygulara teslim olunur ve yine ihanet edilir realist hayata. Romantizm pembe gözlük takar gözümüze, yanılırız ve kandırırız kendimizi, bu da kendimize ihanettir bir anlamda..
Aşk güzeldir, iyidir, hoştur amma velakin ihanetin ta kendisidir. İyice bakınca göreceksiniz ki aşk bizi kandırıyor, dalga geçiyor bizimle. Kendi özümüzden taviz verdikçe karakterimize ihanet ediyoruz.
Biz insanoğlu, aciz ve çaresiz aşk karşısında. Bütün yaşantımız boyunca hep onu düşleriz, onu isteriz hep peşinden koşarız elde etmek için aşkı. Fakat dediğim gibi fark edemiyoruz belki de biliyoruz, bilmemezlikten geliyoruz ihanetin ta kendisini..

26.10.10 / 00:29







-Aşk Olsun-

Yani şimdi durup dururken nerden çıktı bu da diyebilirsiniz. Ama bir büyük üstüne de bir tekila çaktınız mı o zaman anlayabilirsiniz beni ancak. Doğrusu çok güzel değil ama idare eder işte. Biraz daha artırırsak dozajı belki de tam kıvamına gelicek ama yine de bu da iş görecek nitelikte. Yazmaya katkısı oluyor ya ve gerçekten de bunu hissetirebiliyorsa okuyana, başarıya ulaşmış demektir.
Aşk olsun şimdi, bunlar söylenir mi böyle? Tek başına kafa güzel yazılır da, söylenir mi okuyana, ayıp ayıp.. Aman canım ne ayıbı, siz de okurken vurun kadehlerin, bardakların dibine işte. İlham olsun benim sözcüklerim sizlere.
Aşk olsun, gönlümüze dem olsun bu güzellikler. Hep dalgalansın, coştursun içimizi. Kafamız dönmeden göremiyoruz güzellikleri ve hoşnut edemiyoruz hayatımızı. Aslında hayat o kadar güzel ki görmesini bilene. Biz bakıp ta göremeyenlerdeniz genelde. Fakat bir görmeye başladık mı işte o zaman tadından yenmiyor zevklerin, sefaların..
Aşk olsun bir de gerçek aşk bulsun gönlümüzü. Aşk doldursun bütün boş yerlerimizi. Boşlukta psikolojimizi kaybetmişken, manik atakta depresyondayken, aşk, bizim ruhumuzun derinliklerinden gün yüzüne çıkarsın. Artık huzur gelsin hayatımıza yeni bir aşkla. Aşk olsun artık!

28.10.10 / 00:03







-6-
-Aşkın Ömrü-

Kimilerine göre aşk gelip geçicidir, kimilerine göre aşk kısa sürer, kimileri aşk hiç bitmez derken, bir kısım da aşk diye bir şey yok konusunda hem fikirdirler.
Önce aşkın varlığı konusunda bir şüphe duymaya gerek yok, bunu belirtmek istiyorum. Çünkü aşk kendisini her an her yerde göstermeye devam ediyor, göremeyenler ise kusuru kendisinde aramayı denesinler.
Aşkı tatma şansını yakalayan insanlar, genellikle o ilk zamanlardaki zevki hiç unutamazlar. O heyecanlı an beynin en belirgin yerlerinden birine kazınır ve sürekli hatırlanır. İşte bu sebepten dolayı olsa gerek ki, o anı yaşayamadığımız her anda, o hatıramızdaki coşkuyu canlandırıp ‘ne güzeldi aşk, keşke hiç bitmeseydi’ deriz. Oysa aşk değildir biten. Biten içimizdeki coşkudur, bunu fark etmek gerek her şeyden önce..
Aşk, insanda kendisini coşku ve karşı koyulmaz bir haz ile belli eder. Ta ki coşku azalıp yok olana ve içsel devinim bitene kadar. Kalbimizi tatlı tatlı attıran ve yaşadığımız her an ve nefes aldığımız her saniyeden keyif almamızı sağlayan, bize verdiği coşkuyla ayağımızı yerden kesip kanatlanıp uçtuğumuzu sandıran duyguya aşk diyoruz. Bu güzellik hiç bitmesin istiyoruz. Fakat her şeyin bir sebebi olduğu gibi, bu duygunun da bir salgılanması için bir coşku değişkeni, bir etkenin olması gerekiyor. Kimi zaman bir sevgili, kimi zaman bir doğa, kimi zaman da sadece bir düşünce neden olabiliyor bu değişkene.
Onu hatırlayıp, onunla beraber yaşadığımızı sandığımız ve halen keyfini sürdüğümüz sürece aşığızdır. Aşkın ömrünü sadece ve sadece biz biliriz, biz belirleriz ve biz karar veririz onu öldürüp öldürmemeye..
Ne kadar istersek, o kadar yaşar kalbimizde aşk. Tabi bir de kıymetini bilmemiz gerekiyor. O kadar değerlidir ki, kaybetmeyi göze alıp hatalar yaparsak, belki bir daha onu elde edemeyeceğimizi bilmemiz gerekiyor.
İnsanların ömrünü Tanrımız bilir. İnsan da kalbindeki aşkın ömrünü bilir. İster bir anlık, ister kendi ömrü kadar, isterse de ömründen bile fazla sürebilir, tıpkı efsaneleşen aşklar gibi. Tabi ki arzu edilen hep o efsaneleşen ölümsüz aşklardır. Ancak o aşka erişmek hep Tanrı’nın lütfu olmuştur. Çünkü o aşk için fedakarlık gerekiyor, sabır gerekiyor. Tanrı en çok sabrı ödüllendiriyor.
Ne kadar sabrederse insan, Aşk’ın ömrünü de o kadar uzatır. Ne kadar kıymetini bilirse Tanrı’nın kendisine verdiği bu en değerli nimetin, o derece olasılığını artırır. Çünkü Tanrı her şeyi bilen, gören ve çokça bahşedendir..

29.10.10 /00:33

-Aşksız Tuzsuz-


Tadı tuzu yok hayatın aşksız olunca. Yaşanmıyor, keyfi çıkmıyor gönlünde çırpınan bir kelebek olmayınca. Hayat gizemli aşklarla dolu ama arayıp bulmak emek istiyor. Maceraperest biri arar bulur ancak ama ona da yazık değil mi? bu kadar işin gücün arasında nasıl zaman ayırsın o da? Emek dediğin nedir ki aşk uğruna harcanan.. Yeter ki aşk olsun, gönlümü dolduran, en azından dursun bir köşede gönlümün..
Şimdi o kadar aşksız tuzsuz geçiyor ki günler, ilham verecek sevgili yok göynümde. Hep aynı düşler, hep aynı hikaye, yetti artık sıkıldım rüyalardan. Fakat Tanrım diyor sabır et, sabırla gelecek istediklerin, sabırla vericem nimetlerimi sana..
Hem sabır et, hem dua et, hem de şükret ve ibadet et ki gelsin sana Tanrı’nın hikmeti.
Merhamet Ey Tanrım! Sabretmek dervişlere, ermişlere, yüce kişilere düşer, ben de ermiş mi oldum yoksa? Çünkü ne dervişim ne de yüce bir kişi.. Gerçi sen daha iyi bilirsin her şeyi..
Şükürler olsun ki yine de yaşıyoruz bugün de. Aşksız tuzsuz da olsa karnımız tok sırtımız pek yatıyoruz yatağımızda. Karnımız tok gönlümüz aç.. Sabrediyoruz, sabırda hayır var..

02.11.10 / 00:41


-7-
-Aşk Kuponu-

Tutturamadım bir türlü aşk kuponunu. Hep tek maçtan yatıyorum tıpkı iddaa daki gibi. Mutlaka ters giden sürpriz bir şeyler oluyor. Tahmin edemiyorum, hayat sürprizlerle dolu. Evet bence hayat kesinlikle sürprizlerle dolu. Ey aşk, sen ne sürpriz seven bir olgusun. Hayattaki en büyük sürpriz kupon sensin aşk! Seni tutturmak milyonda bir şans..
Bir sevgiliye değil, bir varlığa, bir olguya sadece bir düşünceye, bir rüyaya bile aşık olsan yeter senin yaşamana. En büyük umuttur aşk, en büyük yaşam sermayesi..
Ey aşk, sen Tanrı’nın bir lütfusun insana, yaşama güç veren, çile çekerken uğuşturan ilaçsın.
Sana ihtiyaç duyar tüm insanlık, sen varsan anlamlı, sen yokken anlamsız her şey. Bir bakış açısısın sen aşk, senin açından bakınca güzel her şey, diğer heryerden çok bayağı.
Ey aşk, uzun zamandır yoksun göremiyorum seni, çok özledim inan çok fazla ihtiyacım var bu ara sana. Sensiz en azından yazamıyorum bile, keyif alamıyorum yazdıklarımdan. Bir makinadan, robottan farkım kalmadı. Bana yeniden insan olduğumu hatırlat lütfen. Ey aşk, bu gün de bitti, sensiz geçti bugün de. Çok keyifsiz, mutsuz ve yorgunum yine. Yaşam enerjim sendini sensin ve hep sen olacaksın. Ne olur dön bana, bu son kuponum da son umudumu yatırıyorum, son riski alıyorum sana, tutmazsan her şey biter, tutarsan yeni bir hayat başlatırsın bende..

03.11.10 / 23.30








-Aşk-ı Memnu-

Öyle bir esti gürledi, yıktı geçti Ansızın habersizce ve de delice. Sanrılar sardı akabinde iyice ve nedensizce. Birini, o birini çok sevdiğini sandığı anda o birinin başkasını sevdiğini gördü ve üzüldü. Sözlerin kifayetsiz kaldığı andı yine o an. Soramazdı, gururu el veremezdi bu duruma. Bir o kadar da onurlu bir kişiliğe sahipti. Ne kadarda aptaldı oysa, bir bilseydi ne büyük bir hata yapıyordu. Gözlerine puslu bir şafak vaktini indirdi Tanrı ve boz bulanık görmeye başladı devranı o andan itibaren.
Gurur ve onur, aşkın en büyük iki düşmanı. Aşıksan ve de uğruna her şeyi göze alırım diyorsan, ihaneti, nefreti, kıskançlığı ve ayrılığı da hesaba katmalı, hepsine katlanmalısın. Yok ben yapamam diyorsan hiç bulaşmamalısın.
İnsanı acizliği ile yarattı Tanrı, ve bunu bilerek böyle yaptı. Çünkü insanın bu acizliği karşısında nasıl davranacağını görmek istedi. Belki biliyordu ama yine de test etmek istedi yarattığını. İnsan hiçbir dert karşısında bu kadar aciz düşmüyor aşk’tan başka. Ölenleri toprağa gömüyorlar ama aşkı kalbine.. Toprak ölüleri çürütüyor lakin kalp aşkları daha da büyütüyor..
Eğer yeniden aşık olmayı düşünüyorsan, bir kez daha bak kendine ve son kez iyi düşün yoksa geri dönüşü olmayan bir çizik daha kazınıcak kalp kapakçıklarına..

05.11.10 / gece







-8-

-Elim Sende Aşk-

Önüm, arkam, sağım, solum, sobe.. Nerede acaba? Fazla uzağa gitmişi olamaz elbette. Buralarda biyerde olmalı. İyice bakarsam görebilirim..
Sanırsam aramaktan yoruldum veya bıkkınlık, bir usanmışlık var üzerimde. Bir silkelensem kendime gelicem ve dirilicem, dirilticem içimdeki coşkuyu yeniden.
İyice bakınca görücem kesinlikle, bunun tek açıklaması bu. Sadece bakmayı bilmek. Doğru yer ve zamanlama da çok önemli. Ama ne olursa olsun bakmayı bilmek en önemlisi. Eğer bakmayı öğrenirsem yahut başarabilirsem doğru bakmayı, görebilicem. Biraz dikkat, biraz konsantrasyon..
Buralarda biyerde, fazla uzağa gitmiş olamaz.. Hissediyorum yakınlardan kokusunu. Aşk dokundurup kaçıyor kalbime ve titreyişlerinden anlıyorum çok yakınımda.
Elim sende oynuyor benimle biliyorum. Ama bu oyun fazla sürmez çünkü ben sevişmek istiyorum.
Yürek yüreği nefesinde hissetmeden ferahlamaz. Onun yangınını ancak diğer, arzuladığı yürek söndürebilir. Gözler yürek gözüyle baktığında hem dah cesaretli hem daha güvenli hem de kesin bir şekilde görür, karar verir ve onaylar.

6.11.10 / 10.28







-Aşk Sanatı-

Eğer bir yerde yaratım süreci varsa ve o süreç sonunda bir şeyler üretiliyorsa ve bu üretim tüketen tarafından hissediliyorsa işte orada sanat vardır. Sanat, hislere hitap eden yaratma sürecidir. Eğer bir yaratma sürecinde duygu yoksa ona sanat süreci diyemeyiz. Nihayetinde üretilen ise sanat eseri olamaz. Sanat eserleri sadece sanat süreçlerinde ortaya çıkar. Duygulara hitap eder, mantığa pek yer yoktur sanatta..
Tanrı insanlara sanat olgusunu duyguları yaratarak göstermiş. Aslında bizim ruh diye tabir ettiğimiz varlığımız duygularımızdır. Öyle ise ruhumuzun ana yapısı da aşk’tır. Çünkü bütün sanat eserleri aşk ile yaratılmıştır. Bütün duyguların anası aşk ile..
Öyle ise aşk’ın kendisi de bie sanattır diyebiliriz. Hatta sanatın kaynağı demek yanlış olmaz. Bununla birlikte aşkın verdiği coşku ve yaratma sürecindeki gücünün de farkına varılmalı, bu gücü kullanabilmeyi öğrenmeli..
Eğer bir ilişki yaratmayı istiyorsak işte en bariz örneği burada görünüyor aşkın. Aşk istiyoruz değil mi? Aşık olmak? Onun için bir sürü ince hesaplar yapıyor, ince eleyip sık dokuyor, karar vermekte zorlanıyoruz. En zor yaratılan olgu da aşkla yaratılan gerçek, sanatsal bir ilişkidir. Herkesin isteyip te bulamadığı budur aslında..

7.11.10 / 10.37











-9-

-Aşk Tanrı’nın Eseri-

Ey Tanrım!
Bu yer, bu gök, bu denizler, bulutlar, yağmurlar, kuşlar, yapraklar, rüzgar ve güneş ve hava.. Hepsi senin eserin. Bitkiler, hayvanlar, maddeler ve atomlar hepsinin mimarı sensin Tanrım!
Her şey çok mükemmel ama işte o eksik olan bir şey de insanın kendi içindeki şeyle tamamlanıyor. O da aşk. Sadece aşık olan gönüllerin gözleriyle görünür o güzellikler, sadece o zaman anlam kazanır bütün bu nimetler.. Eşsiz bir mühendislik tasarımı ve ölümsüz bir sanat eseri gibi dünya. Fakat benzinsiz bir son model araba gibidir aşk yoksa.
Tanrı kendinden bir şeyler üfledi insan ırkının ruhuna, işte aşktı bu, sadece aşk. Sade bir aşk.
Yüce Tanrım!
Bir nefes aşk çeksem içime, yüreğim pırpırlansa yeniden uçsam bulutlar üzerinde, dolaşsam semayı kuşlar gibi. Kuşbakışı izlesem yeniden hayatı, gözlemlesem. Sonra tekrar başlasam yazmaya. Daha gerçekçi ve daha çok yazsam. Daha basit ve daha uzun okunsam. En iyisi aşkı bulsam yeter bana..
Çok sızlandım, sızlanıyorum halen. Bu acılar, kıvranışlar, kalemime de yansıyor, ne kadar da belli. Yaratmak aşktan gelir, aşk varsa içinde küçük bir Tanrısın sen de..
İnsanların arasında Tanrı’nın bir lütfusun sen. Ama O büyük Tanrı! Sen bana yardım elini uzat, tıpkı mikelanja uzattığın gibi..

7.11.10 / 23.32







-Aşk Rüzgarı-

Gündem durgun, hava rüzgarlı, yüzüm neşeli olsa da gönlüm efkarlı.. Geceler sessiz ve bir o kadar da esrarlı. Üşüyor içim, tirtir titriyorum, korkuyorum da bir yandan. Çaktırmıyorum, kimseye renk vermeden. Hayata devam etmek gerek yine de. Durmadan ve yılmak yok hiçbir zaman. Ah, keşke bir şey bulsam seni anlatan da okusam dursam sabahlara kadar ve öğrensem seni iyice, yanlış yapmasam artık. Durgun suları dalgalandıran fırtına gibi gönlüme yelken açtıracak rüzgarlar tıpkı ağaçların dallarını salladıkları gibi sallasalar beni de..
Savurdukları yapraklar gibi, sıkıntıları mı da dağıtsalar dört bir yana. Alıp götürseler benden çok çok uzaklara. Güneyden lodos eser ılık ılık, kuzeyden poyraz, denizden tatlı tatlı imbat eser kordondan.. Okyanusata alize rüzgarları vardır, çöllerde samyeli, kum fırtınaları falan.. keşişleme, yıldız vs.. bütün hatırladıklarım.. Gökyüzünden yıldızların arasından kopup gelen fırtına, tıpkı hortum gibi döne döne. Tam yüreğimin içine esse beni dalgalandırsa yeniden. İşte bu aşk rüzgarı beni hayata döndürse..

9.11.10 / 00.38










-10-
-İnsaf-ı Aşk-

Bugün insafa gelsen de aşk, alıp götürsen beni diyarına, uçursan bulutlara rüzgarınla.. sonra yağmur gibi yağdırsan beni de yeni aşk tohumlarının büyümesine vesile olsam..
Ne olur bu gece gel bul beni aşk, çok ihtiyacım var sana. Coşmaya, uçmaya, kafa olmaya.. özlem duyuyorum çok fazla sana. Bir mucize kadar zor değil oysa, fakat bir mucizenin kudretine ihtiyaç var. Tanrısal bir güç yardım etmeli şimdi, ızdırabım son bulması için bu gece. Sabah uyandığımda bu kez gönül yaylarım gevşemiş, mutluluktan ağzım kulaklarıma çekilmiş, gözlerim parıl parıl parıldamakta iken aynada, içimden şükür duaları ediyorum Tanrı’ma..
Bu sabah gerçekten en güzel sabah. Bu gece en son kötü gece olacak. Yıldızlar öyle bir sıra alacak ki bütün uydular, bütün gezegenler etrafında aynı anda görünecekler. Güneş bütün gün boyunca yalnızca beni parlatıcak bir melek gibi. Gören aşık olucak. Ben de onu görünce günüm mutlu sonlanıcak..

11.11.10 / 00:56



-Yalnızlık Aşksızlıktır-

Yalnızlık nedir ki bilen var mı? Yanında biri olmaması mı yoksa gönlünde biri olmaması mı?
Yanında ki boşluk mu daha çarpıcı, gönlündeki boşluk mu? Hangisi daha büyük, hiç kıyasladın mı?
Konuşma ihtiyacı mı daha önce giderilmeli yoksa sevme ihtiyacı mı? İnsan kendi kendine konuşabilir ama sevebilir mi kendi kendine hiç? Yanımda biri olsa neye yarar ki sevemedikten sonra. Sevebilir miyim ki her yanımda olanı? Dokunabilir miyim, öpebilir miyim yanaklarını..? Şimdi tekrar soruyorum; yalnızlık hangisi?
Eğer sevişebiliyorsan doya doya, işte o zaman yalnız değilsin. Yanındakilerin değil, gönlündekilerin gücüdür aşk. O seni kurtuluşa erdirebilir ancak. Sen gönlündekilerin çokluğu ile büyürsün yanındakiler baki değiller asla..
Yalnızlık, aşksızlıktır, aşk insanı yalnızlıktan kurtarır. Aşıksan, tutkuyla bağlıysan yani, eğer bişeye, o kadar kalabalıksın ki yalnızlıklar içinde, sen göremezsin aşkın kör gözleriyle..

12.11.10 / 13:28

-Rüyalarda Aşk Başka-

Bayram arefesinin arefesi, izmir’de bir kasım gecesi. Gecenin içinden gelen bir kadın sesi, hani nerede fincan ve cezvesi? Güzel olur kadının gece kahvesi.hoş sohbetin bahanesidir kahve, kırk yıl hatırı var dememişler boşa. Her güzel olya habercidir, bunu ancak içen bilir..
İçmesi ayrı bir hoş, dinlemesi başka, kadın faldakileri bir bir anlatmaya başlarsa. Gözleri mi daha güzel, sözleri mi derken bitiverir hikaye, kaçıp gider kadın teşekür bile edemeden daha. Ee bu da kadının işvesi..
Sabah oluverir güneşin ilk ışıklarıyla
Gözlerimi açınca anlıyorum hep, ağlamak istiyorum nedense. Bir garip olaylar örgüsü. Tam güzel, sıcacık bir gülüş olsa, hemen düşlerin sonu geliverir. Kaldı ki bütün sonlar tatlı gelir. Yitirmişliğin kıymetini sonradan bilenler, kaybetmeden tadını çıkarmak isterler. En nihayetinde tatlı olan her şey gibi çabucacık bitiverir bu hikaye de. O güzel gözlerdeki tatlı bakışlar, sıcacık gülümseme, neden sadece rüyalarımda hep?

14.11.10 / 00:47





-11-
-Sabr-ı Aşk-

Kesinlikle karar verdim bu gece ne istediğime. Gerçekten görebiliyorum asıl aradığımı. Şimdi daha yakınım isteklerime, çünkü biliyorum ve hissediyorum.
Gecenin en derin saatlerine doğru hislerimde derinleşiyor, kanımdaki akışkanlık yerini alışkanlıklara bırakıyor. Dosdoğru yatağa girsem başımda dönüp duruyor bir film şeridi gibi görüntüler. Henüz yaşanmamış olası hikayeler.Bir şeyleri değiştirmeye gücüm yeter mi bilmiyorum ancak en azından denemeye cesaretim var, bu da deneme yanılma olayına götürüyor beni..
İnsanlar neler düşünüyor, en yakınımdakiler.. Ah bir bilseydim, bilebilseydim en gerçek düşüncelerini.. Nasıl ve neden davranıyorlar böyle? Keşke tahmin edebilseydim sıfır hata ile, bende şaşırtırdım onları tıpkı beni şaşırttıkları gibi..
Eksik olan bir şey var ruhumda bu gece de; tutku, ihtiras, şehvet; kısacası aşk.. Tenimde dokunuşlar, koynumda nefes ve kasıklarımda ateşi hissetmek, aşkı doyasıya yaşamak gerek bu gece. Lakin meşk edecek ruhi beden henüz uğramadı buralara. Elbet gelecek, bekleriz, Tanrı’nın bahşettiği yüce sabır ile..

22.11.10 / 01.52














Ulaş Tuzak

2010





-12-

17 Ocak 2011 Pazartesi

Siyah-Beyaz

Boş bi sayfa ile başlıyor geceler
Gece siyah, sayfa beyaz..
Karaladıkça bişeyler, kararıyor sayfa
Biyandan hava aydınlanıyor..
Bi bakmışsın ki;
Sayfa siyah olmuş, gece beyaz..

Ulaş Tuzak

Tren Yolculuğu ..




Tren kalkmadan 1 saat öncesinde almıştım biletimi ve bu zamanı yiyecek bişeyler almak için değerlendirdim.. alışverişimi bitirip geldiğimde ise hala yarım saatimin kaldığını görünce bu zamanı yerimde oturarak geçirme kararına vardım ve alsancak garının tarihi mimarisi içerisinde peronuna yanaşmış olan trenimde 3. vagon 21 numaralı koltuğuma gelip oturdum ve bitirme projesi için yazmam gereken raporun kaynakçasına göz atmaya başladım..

Bir yandan ders çalışıyor, ara ara bişeyler atıştırırken biyandan da pencereden ovalara, tarlalara ve tepelere bakarak hatıralarımı canlandırıyor, düşler kuruyordum.. Derken kaynakçamın son sayfasını çevirmiş olduğumu fark ettiğim, zaten sıkılmıştım, bittiği iyi olmuştu..

Manisa civarlarında bir duvar yazısı gördüğümde bilgisayarımı açtım ve yazmaya başladım.. algıda seçicilikten olsa gerek, hızla giden trenden 1-2 saniyelik geçiş anında duvara gözüm takıldığında, yaldızlı boya ile yazılmış olan şu yazıyı okudum ;
“herkes oyuncu olmuş, sokaklar sahne; bi sevdiğim vardı o da olmuş kahpe..”

Sigara içen 3 kız çocuğu gördüm Akhisar garında, içim acıdı.. yaşları en fazla 15, nasılda özenti şekilde tüttürüyorlardı birbirlerine, arada bir de kendilerine bakan var mı diye çevreyi kolaçan ediyorlar, özgüven gösterisi şeklinde üflüyorlardı dumanı.. derken bi tanesi sigarasını atıp çantasından rujunu çıkardı, sürmeye başladı ve tren hareket etti..

Arazinin tam ortasında minicik bir ev, ya da kulube.. önünde paslanmış bir yel değirmeni, etrafında zeytin ağaçları ve üzüm bağları.. kim kalıyor acaba o evin içinde?

Bi çocuk musallat oldu başıma bilgisayarı açtığımdan beri, adı Tanser mi Tansel mi öyle bişey, tam anlayamadım.. anlamını sordum biliyor musun diye, evet dedi ama söylemedi.. Dizine oturabilir miyim dedi, hayır yanıma otur dedim istemedi.. yan taraftaki küçük çocuğun oyuncaklarıyla oynamaya başladı.. oyuncaklar da hayvan maketleri; fil,gergedan,aslan,kaplan,kurt falan var, çok güzeller.. benimde küçükken aynılarından vardı..

Orada bir köy var uzakta, tepenin yamacında.. ama o köy bizim köyümüz değil, gitsek te, kalsak ta bizim köyümüz değil orası.. küçükken ilkokulda nasıl da kandırmış bizi şair..

Koyu yeşil zeytin ağaçları, turuncu meşeler ve bej rengi kavaklar muazzam bir manzara oluşturuyor.. doğa gerçekten her mevsim güzel.. Bir de sanayileşme bozmasa bu Tanrı üretimi tabiatın eşsiz güzelliğini.. uzun uzun bacalardan anladım, termik santralin siyaha boyadığı şehir, Soma’ya gelmişiz.. Kırkağaç’ı yine fark etmedim, hep sağ tarafa bakmışım yine sağ tarafa oturdum diye.. Bi de solcu geçiniriz, ne işim var sağda..

Neyse ki, soldaki yolcular az önce Soma’da inmişler.. önümdeki kız da elinde kitabıyla onların yerine geçmiş, panik isimli kitabını okuyor.. kızın kafasından kalan boşlukta Soma’nın üzerindeki puslu havayı görebiliyorum sadece.. yazık, insanlar o kadar güzelim yeşilliklerin arasında, bol oksijen yerine kara dumanı çekiyorlar ciğerlerine..

Birden İzmir geldi aklıma, Tınaztepe’den baktığımda da aynı görüntüyü görürdüm.. şehrin üstündeki toz bulutu her seferinde, insanlar nasıl sağlıklı yaşıyorlar böyle kirli havada diye düşündürürdü beni.. doğrusu pek sağlıklı oldukları söylenemez ya..

Az önceki kız, tekrar önümdeki yerine geçerek sol taraftaki pencereyi de benim görüş alanıma bıraktı.. Şimdi her iki taraftan da görebiliyorum doğayı..

O kadar güzel bir an ki şuan, kulağımda sanat müziği ve sol taraftaki pencereden güneşin batış anından biraz önceki hali.. gökyüzü turkuaz ve turuncunun çeşitli tonlarıyla dans ediyor adeta koyu yeşil zeytin ağaçlarının üzerinde..

Başımı tekrar çevirdiğimde, karnı acıkmış bir şahinin av turlarını atarken görüyorum.. Çok kısa süre sonra o da gözden kayboluyor..

Bir ev daha tepenin ortasında, tek başına.. ama dumanı tütüyor, içinde birisi olmalı.. kim acaba, nasıl biri yada birileri?

Dağların üzerinde oluşan ufuk çizgisinde renk bordoya dönüşüyor ve hava gitgide kararıyorken, bu kısa doğa betimlemelerimi sona erdimek zorunda kalıyorum..

Ah ne kötü böyle güzel yerler varken ve doğa böylesine genişken, insanların şehirlerde beton yığınları arasına sıkışıp kalması.. Sanırım gerçek özgürlük köyde yaşamak.. her şeyden uzak, mutluluğa yakın..

Söylemeyi unuttum, Soma’dan çıkarken abim aramıştı.. O da istanbul’dan feribota binicekmiş 6 buçukta.. Bi aksilik olmazsa, aynı anda varıcaz Bandırma’ya.. Gar ve İskele yan yana zaten, ilk gelen beklesin, eve beraber gidelim dedik..

Savaştepe’ye gelmişiz, istasyon bomboş.. Elinde işaret eden bir bekçi var sadece.. O da üşümüş, titremesinden belli..

Şu tren tuvaletlerine de bi türlü çare bulamadılar.. insan üstüne yapıcak sallanırken.. Görevlinin kapı kilidini de bozuk parayla açması cabası..

Hava karardı ya, köylerin olduğu yerler süs ışıkları gibi parlamasından belli oluyor.. Köy yoksa eğer gerçekten ürpertici bi hal alıyor dışarısı. Bazen upuzun bir tünele girmişim gibi hissediyorum..

Vagonda pek fazla yolcu da kalmamış şöyle bir dikkat edince.. Tek tük oturuyorlar.. Önümdeki kız da sıkıldı heralde, kalktı dolaşmaya başladı.. Bi bilse kendisi hakkında yazı yazdığımı, kim bilir ne düşünür..

Sanırım tünele girdik, dış ses değişiverdi birden, yankılanmaya başladı.. Tren yolculuğu yapanlar bilir, bilmeyenler için söylüyorum; tünel, tren yolculuklarında çocukların akılda tuttukları yerlerdendir.. çocukken heyecanlanırdım tünele girince, hep tünelleri sayardım, bir sonrakini sabırsızlıkla beklerdim, pek eğlenceli gelirdi tünelden geçmek o zamanlar..

Yol yapım çalışmalarında çalışan işçilerin vay haline.. bi görseniz ne perişan haldeler.. kendilerine küçük bi klübe yapmışlar orada kalıyorlar.. üstelik hava kararmasına rağmen hala bişeylerle uğraşıyorlar.. bu soğuk havada o küçücük klübenin özlemini çektikleri yüzlerinden kolayca fark ediliyor..

Vagon soğudu, kalorifer yine arıza yaptı sanırım.. Bir devlet demiryolları klasiği.. Yazın klima arızası, kışın kalörifer.. Artık hiç şaşırmıyorum.. Söylenmeye de gerek yok, bu paraya bu kadar hizmet diyorlar..

Tren düdük çalmaya başlayınca kafamı kaldırıp bakıyorum dışarı, ışık hüzmeleri gözüme çarpmaya başlıyor.. Bir sürü yığılmış kereste görüyorum.. Sanki yıllardır aynı keresteler orada duruyorlar, çünkü sırası ve şekli hiç bozulmamış gibi geliyor ne zaman buradan geçsem.. Evet Balıkesir burası, 10 numara şehir..

Önümdeki şu kız, Balıkesir’de iniyormuş.. Az önce valizini indirmesine yardım ettim.. 4 saat sonra tek iletişimimiz bu oldu. Teşekür etti ve yine kendisi hakkında yazılanlardan habersiz, valizini sürükleyerek gidiverdi..

Balıkesir Gar.. İzmir’den gelen trenlerin Eskişehir-Ankara ve Bandırma yönüne olmak üzere ikiye ayrıldığı yer.. Bikaç kere ankara’ya giderken, buradan binmiştik trene, gece expresi.. Hatrıma geldi biran..

Bomboş koltuklar birdenbire kapışılıverdi.. Akın etti yeni yolcular resmen. Vagon neredeyse tamamen doldu.. Biraz önceki sessizlik yerini kısa süreli uğultuya bıraktı.. Bekçi işaret yaptı, makinist düdük çaldı ve tren hareket etti.. dışarıda yolcu edenler ve içerideki yakınları birbirlerine el sallama ritüelini tamamladıktan sonra herkes yerine yerleşti ve gürültü kesildi diyordum ki ”evet, balıkesir’den yeni binenler..” sesi vagonun arka tarafından yükselmeye başladı.. Biletçi yine kontrole gelmişti..

Bir litrelik limonata ve yarım litrelik suyu bitirmiş olmanın verdiği haceti gidermek için yine o komediyi çekmek zorunda kaldım az önce..

Muhayyer kürdi makamında bir yolculuk her insana gerekiyor bazen.. hemzemin geçitten geçerken çalan çanların tınısı, kanunun sesine ne kadar da benziyormuş..

Düşündüm de, twitter insanın yaşadığı anları parça parça anlatmasına neden oluyor.. yaşadığın şeyi cümle içerisinde kullan der gibi tıpkı... Bi süre sonra cümle parçalarını birleştirdiğinizde anlamsız bir tablo çıkıyor karşınıza.. Oysa güzel bir tablo ancak bütünüyle çalışılınca ortaya çıkar.. parça parça çalışırsanız eğer, her seferinde renklerin tonunu tutturamazsınız..

Bu yazı da sanki twitlerin birleştirilmişi gibi bir hal aldı.. ama ben renklerin tonunu tutturmayı başarmışım sanırım.. konu bütünlüğü hala korunmakta çünkü ben hala trendeyim..

“Susurluk yolcuları hazırlansın..” diye bağırarak ön kapıdan vagona dalıverince görevli, irkildim.. Meğer Susurluk’a gelmişiz..ne güzel, köpüklü bi ayran içilirdi şimdi yörsanda ama gel gör ki tren beklemez.. otobüsler gibi mola vermiyor bu soğuk demir makina.. ona rağmen otobüslerden daha çok duygu hissettiriyor nedense.. belki de uzun sürmesi ve ilginizi dağıtacak başka şeyin olmaması buna sebeptir.. Gerçekten o kadar sıkıcı bir yolculuk ki, çocukken nasıl seviyormuşum anlayamıyorum bi türlü o psikolojimi..

Geçenlerde Yavuz Bingöl anlatıyordu televizyonda, devlet memuru babası yüzünden, küçükken hep ordan oraya taşınırlarmış.. o anıları hep tren yollarında geçmiş.. sanırım ona da kara tren türküsünü yazdıran o anıları olmuştur..

Bilgisayarımın şarjı bitmek üzere, 5 dakikası kalmış, uyarı verdi.. yine de iyi dayandı vala bravo.. bir de sol tarafıma susurlukta boşaldıktan sonra, arka taraftan kalkan başka bir kız oturdu.. nedir bu kızların alıp veremediği benim sol tarafımdaki yan koltukla anlamadım.. laptopa gömülmüş yazı yazıp duran bir adam çok mu dikkat çekiyor ne..

Bu kısmı evde tamamlıyorum.. bandırma’ya indiğimde beni karşılayan anne ve babamı görünce çok mutlu olmuştum.. benden bi 15 dakika sonra da abim gelmişti.. öyle mutlu olmuştum ki o an, çekirdek aile sıcaklığının özlemini gidermenin ne büyük bir keyif olduğunu bir kez daha anlamıştım..

Şu yan tarafıma oturan ikinci kız, iskelenin önünde abimi beklerken yanımızdan geçti tek başına göz ucuyla bizi süzerek..

Ulaş Tuzak

14 Ocak 2011 Cuma

Ağlayamamak

Bir bulut gibiyim bu gece yağmak üzereyim..
Her yer toz duman fırtına, yağıp durulmak istiyorum
Sağanak gibi ağlamak, mavi gök yüzü gibi açılmak sonra..
Akan her damla ile tohumlar filizlensin
Pembe hayaller yeşillensin..
Ama yağamıyorum bir türlü
Kurumuş pınarlarım, ağlayamıyorum..
Boğazıma bir şeyler düğümleniyor
Tıkanıp kalıyorum öylece
Ne konuşabiliyorum
Ne de uyuyabiliyorum sakince..
Bir yağabilsem, dinecek fırtına
Bir dökülse damlalar
Boşaltacak içimi
Ama olmuyor işte
Erkekler ağlamaz demişler
Halt etmişler
Baksana ağlanacak halimize..

Ulaş Tuzak

8 Ocak 2011 Cumartesi

Tatminsiz Egolar

Ey Sanatçı;
İçerinde belirsiz bir yerde oluşmuş tanı koyulamayan hastalık olarak patlak verir ilk olarak..
Sonra yavaş yavaş büyür kanser edasıyla ve kocaman oluncaya kadar fark edilmez..
Ya aldırman gerekir ya da kandırman onu aksi halde ömründen ömür gittiğini görürsün..
Kandırmanın yolu oldurmaktır yani gerçekleştirmek istenen şeyi, peki ya mümkün değilse?
İşte o zaman iç savaş başlar taa kan pompasının ortasından ve kanalize olmaya başlar borulardan uykulara.. Duygu durum bozuklukları kendisini göstermeye başlar hafiften ve manik sendromlar gün ışığına çıkıverir gözlerdeki ferden..
Doyumsuzluğa yüz tutmuştur bu egolar, ne kadar rahatlatmak istesen de kendini yalnızca şu anı kurtarabilirsin, akabindeki an için maalesef henüz bilinebilen bir durum söz konusu değil. Büyük olasılıkla hal ve tavırlardaki agresiflik yeniden ateşlenmeye başlıcak, ellerdeki titreme artıp göğse kadar ulaşan bir sızı nefes almayı zorlaştırana dek sürecek bu dar alandaki kısa paslaşmalar..
Ne kadar dayanabilir bir insan iradesi ve sabrı bu psikopatça saldırılara karşı? Her yeni gün bambaşka bir arzu bambaşka bir sızıyı da beraberinde getirirken. Tüm kasları kasıntıya çeviren düşünceler mayın gibi döşeniveriyor dentridlerrden aksomlara impulslar yardımıyla..
Hiç yorulmuyorlar, dur durak nedir bilmiyorlar, geçen her zaman beni daha da korkutuyorlar.. Ne şekilde olursa olsu hep daha fazlasını istiyorlar ve ben artık yetişemiyorum bu amansız komutlara..
Bi oyundu başlarda bu egolar ama artık can sıkıntısından başka bir şey değil.. Onlar olmadan daha huzurludur insan, çünkü ruhu acıktıran bu egolar olmayınca hep tok hissedersin kendini ve mutlu olursun.. Ne kadar egon varsa o kadar mutsuzsun arkadaş.. Ya vazgeç şimdi ya da sonsuza kadar onları tatmin etmek için uğraş..

Ulaş Tuzak