SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

26 Temmuz 2012 Perşembe

boşver

boşver gitsin yüreğim, zaten önceden de gitmişti
boşver, özgürce uçsun uçmayı öğrensin iyice
doruklara sevdalansın sonra düşsün, düşmeyi öğrensin
acı çeksin boşver, acıya katlanmayı da öğrensin
sonra bir gün pişman olup dönmeyi de öğrenir elbet..

15 Temmuz 2012 Pazar

Gözlerimin Etrafındaki Çizgiler

Bir güvercin kanat çırpar yaşlı çınarın üzerine doğru, rüzgar eser dallarının arasından hışırdatır yaprakları ve çınarın altında oturan insanlar karıştırırlar çaylarını. Kuru kamış dekorlu çardağın altında yavru kediler birbirlerinin kuyruklarını kapmaca oynamakta, kayıkta balık tutmaya çalışan çocuklar güneşin altında kavrulmakta ve kimisi sıcağa dayanamayıp suya atlamakta. Akşamcı’da iki lavuk öğle sıcağında rakı yudumlamakta buz gibi bira dururken, şezlongta güneşlenen hatunlar koftiden kitap okumakta. Gözlerinde güneş gözlüğü olan abeciler de onlara bakmakta sözde çaktırmadan. Balıkçı teknesi ağlarını topluyor o da akşama hazırlanmakta, kahvaltı zamanı geçti şuan öğle vakti bizim restoran sinek avlamakta. Sandalyelerin üzerinde tembel kediler uyurken küçük kız çocuğu onu eline alıp kucaklamakta. Bir yanda on yıldır tekne yarışlarını kimseye kaptırmayan vedat amca hadi sizi tekneyle gezdireyim deyip durmakta, diğer yanda apemeia’nın baş sorumlusu Emrah, aman yabancı turistler gelebilir diye telaş yapmakta. Arabasını sürükleyerek gelen darıcı, organik mısır bunlar diye bağırırken midyeci müşterisine bir porsiyon daha açmakta. Gümüşçü abla tezgahını dizmekte komşusu dövmeciyle sohbet ederken, biracı kasaları indirmekte. Buzcu çuval çuval buz getirdi, restorancılar el arabalarıyla buzları almaya gitmekte. Sonra kavun karpuzcu, kömürcü, manav gelmekte sırayla, paralarını tahsil edip gitmekte. Sonunda bizim mekana da bir müşteri teşrif etmekte ve bu saatte kahvaltı istemekte. Bunu duyan Emrah yine üzülmekte ama her halükarda adisyonu geçirmeye devam etmekte. Neyse benimde çayım bitmekte, kalkıp demli tek şekerli bir ilave yapayım kendime..

13 Temmuz 2012 Cuma

Derbent

Kıldan ince kılıçtan keskin bir yolda yürüyorum. Ahrette değilim, hala yaşıyorum halbuki.. Kanı alkolden süzülmüş saf bir sabaha uyanıyorum, duru denizin turkuaz koynuna bırakıyorum kendimi. Bikaç metre kulaçladıktan sonra sırtüstü kalıp derin düşüncelerime dip dalıyorum. Abimin durumu düşündürüyor önce beni, şu son iki gün içindeki yaşadığı huzursuzluk. İki aile arasında kalışının ilk zorluklarını yaşamaya başlıyor yavaştan. Bir yanda kendi anne babası, diğer yanda eşinin anne babası. Hangisinin yanına gitse diğer taraf kıskanıcak, kırılıcak yersiz yere üzülücekler ve üzücekler birbirlerini. Daha önce söylenen tüm sözler yerini duygusal travmalara ve tribal davranışlara bırakıyor, görüldüğü üzre. Biri aldı gitti kızımı bidaha bana göstermicek derdine düşer, diğeri oğlumuz hanım köylü oldu, kız oğlumu elimden aldı istediği yere çekip götürüyor der. İki kaynananın soğuk çekişmesinde hep arada çocuklar kalıyor. Allah yardımcıları olsun ne diyim başka, kendi etti kendi buldu.. O değil de balayından dönüşte izmirde kalan abime küsen annemle abimin arasını düzelteyim derken ikisininde arasında ben kaldım. İkisi de kendi kızgınlık ve sıkıntılarını bana anlatıyor, içlerini bana döküp rahatlıyor, beni farkında olmadan şişiriyorlar, geriyorlar, sıkıntıya boğuyorlar. Ben ne yapabilirim ki? Oysa annem telefonu açsa, birbirlerinin yüzüne konuşsalar daha kolay anlaşabilirler ve problemlerini çözebilirler. Bi anneme bi abime laf yetiştirmekten ben de sonunda iki arada bi derede kaldım. En sonunda ben de pes ettim, çünkü ısrarlı bir tavır alma söz konusu idi. Kendi hallerine bıraktım ve aradan çekildim maalesef.. Umutsuz bir sabaha güzel haberlerle uyanmak içimizi rahatlatmıştı. Abimin sms manifestosu işe yaramış, her ne ise sonunda annemin inadı, o yufka yüreğine yenik düşmüş ve bugün arayıp konuşmuşlar. Bikaç gün sonra geleceklerini söylemiş abim, rahatlatmış annemi. Bunun üzerine ben de tatilimi bitirip geleceğimi söyledim yanına ve iyice buzlarını erittik annemin. En azından şimdilik öyle görünüyor. Aynı tantanaların nüksetmeme olasılığı ise çok düşük bence. İnşallah ileride oluşabilecek bu gibi sıkıntıları en az kırgınlıkla atlatırlar. Sadece karşılıklı hoşgörü ve alttan alma olsun yeter. Kin güdülürse dönüşü olmayan bir yola girilir. En güzeli büyüğe düşen affetmek, küçüğe düşen de affedilince artık dikkat etmek aynı hatalara tekrar düşmemek. Bikaç gün sonra memlekete yolculuk var, bandırmaya. Sonra zaten askere gidicem, benim için bir yol ayrımı söz konusu. Bu ayrımda arkamda huzurlu bir aile tablosu bırakarak gidersem gözüm arkada kalmaz diye düşünüyorum..

12 Temmuz 2012 Perşembe

rakı balık akşamı

nerden düştün aklıma yine, neden düştün?
hep hüzün saçıyor etrafına güneş batarken
özlediğim bembeyaz tenin, gül kokulu yüzün
burnumda tütüyorsun sevgilim akşam olurken,
dün yine hayalinle seviştim bilesin..
burda herşey çok güzel, heryer cennet gibi
ama adem ne yapsın havvasız cenneti?
meyve vermeyen ağaç, yumurtlamayan tavuk
süt vermeyen inek ne işe yarar ki?
susuz gül nasıl kurur bilirsin
sevgilisiz ömür de çöl gibi olur değil mi?
ormandaki ağaçlar ve denizdeki balıklar
bi düşünsene çöl gibi yerde nasıl yaşarlar?
güneş battı, balık yan yattı
sevdan bu akşam rakıma buz kattı
saçlarımda bikaç tel daha beyazladı
içiyorum bu akşam sana ve bana
ikimize birden kaldırıyorum kadehimi
oysa sen benimle hiç içmedin ki
hiç vurmadık ki kadehlerimizi birbirine
olsun, ben senin yerine de içerim
senin yerine de sarhoş olur
senin yerine de severim kendimi..

ulaş tuzak

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Güneyde Bir Sabah

Güneyden bir pencere,
Bodrum’da başlar yeni hikayemiz..
Güvercinlerin arasında, orman manzarasında
Tertemiz deniz var sımsıcak bir temmuz ortasında
Güvercinlik’te deniz kıyısında
Ne de güzel olur kahvaltı yapmak gözleme ve çayla..
Ekmekle balıkları beslemek çok ta eğlenceli
Ördeklerin derin kolda senkronlu yüzüşünü izlemek
Yavru köpeklerin birbiriyle oynaşmaları,
Hepsi ayrı bi güzellik katıyor aynı manzaraya..
Tekneler,yatlar, sandallar beşik gibi sallanıyor
Altından yavru balıklar sürüyle kaçışıyor
Bir parça daha ekmek atınca hücum ediyorlar ona
Büyük balıklar da aynı şekilde yavruları kapmaya..
Yürüyorum apemeia restaurantın önünden pitosa doğru
Bizim yakamoz sokağın önünden geçiyorum
Herkes denize giriyor, cıvıl cıvıl ortalık
Ah şu cır cır böcekleri, kafamı tırmalamasa bi de
Her şey çok mükemmel olucak..

Ulaş Tuzak

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Yine Bir Rüzgar Esti Kavaktan

Kuş cıvıltıları duymaya başladım, arka balkona açılan yarım açık kapının arasından sızan sesler hayatın canlılığının devam ettiğini simgeliyordu. Oysa ben cennet görünümlü bu cehennemde sensiz bir sabaha daha uyanmak istemiyordum. İnadına açmadım gözlerimi, duymazlıktan geldim bülbül ve kanaryaları. Başımı yastığın altına saklayıp devekuşu gibi uyumaya devam etmeye çalıştım. Bi süre daha rüyamda seninle kucaklaşabilme ihtimalinin tadını çıkardım. Güneş ışıkları süzüldükçe içeri odayı iyice ısıtarak daha fazla uyuyabilmeyi ortadan kaldırmış oldu. Bir yaz sabahı her yanım terden yapış yapış olmuş bişekilde gözlerim şişmiş, saç baş dağılmış halde sensizliğin gölgesinde bir silüet olarak istem dışı ağır ağır doğruldum yataktan. Yine sensizliğin manzarası ile karşılaşmak canımı yakıyor, yokluğun ruhumun huzursuzluğunu artırıyor ve mide bulantısına benzer bişeyler hissediyorum. Karnım acıyor ama bu durum iştahsızlığımın umrunda bile olmuyor. Gün geçtikçe zayıflıyorum sıcaktan ve iştahsızlıktan. Sensizlik gün be gün eritiyor beni. Yapıcak hiçbişeyim yok seni düşünmekten başka, aklıma senin dışında bişey gelmiyor. Saatin tiktakları gibi içimde ismini tekrarlayıp duruyorum. Bu arada yatağın üzerine oturup donup kalmış bişekilde roden’in düşünen adam heykelini oluşturmuş buluyorum kendimi. Keşke bir rüya olsa sensizlik, uyanınca geçse keşke diye sayıklıyorum dudaklarım kıpırdamadan. İyice sersemlemişim, alnımdan süzülen terin gözümün içine sızmasıyla kısa süreli bir yanma hissediyorum. Gözlerimi ovuşturarak kalkıyorum yatağımdan ve her teki bir yana fırlamış terliğimi aranıp buluyor, ayağıma geçiriyorum. Ayağımı sürüye sürüye lavabonun yolunu buluyorum ve el yordamıyla musluğu bulup çevirmeyi başarıyorum. Kafamı kaldırıp aynaya bakıyorum, gözlerim hala şiş, yarıkapalı ve mutsuzken başlıyorum musluktan akan suyu miskin suratıma çarpmaya. Tokat gibi geliyor ilk başta, sonra alışıyorum ve bisüre hoşuma gidiyor bu serinlik ama sensizliğin yangınını söndürmeye yetmiyor bu eylem de. Sonra sızlana sızlana üstümü giyinip terliklerimi ayağımdan çıkarmadan sokağa atıyorum kendimi. Kalabalığın arasına karışmak serinletici bir etki yaratıyor gönlüme, göğsüme olan baskıyı azaltıyor az da olsa. Unlu mamülcüden bi boyoz bi de patatesli poğça alıyorum ve mahalle kahvesine gidip ince belli bir çay söylüyorum kendime. Yiyip bitiriyorum önümdekileri zorda olsa ve bir nebze midemin acı suyunu dindiriyorum. Sonra önümdeki bikaç parça gazeteyi öylesine okumaya çalışıyorum. Hiç bişey anlamıyorum tabiki sadece anlamsızca bakınmak yerine bişeyler yapıyor görünmek için gözlerimi gezdiriyorum sayfaların üzerindeki resimlere ve haber başlıklarına. Aklımın hala sende olduğunu fark edip spor sayfalarına geçiyorum. Hızlı hızlı çevirip sayfaları diğer gazetelere geçiyorum ve bu kısa anlık hışırtılar ve saçma sapan transfer haberleriyle kafamı dağıtmaya çalışıyorum ama bi türlü kurtulamıyorum sana olan saplantılı düşüncelerimden. Kalkıyorum ordan da, nereye gideceğimi bilmeden yürümeye başlıyorum.. İçimde bi his var beni arayacağına dair ama kısa süre sonra o his yerini içimdeki yangının islerine bırakıyor. Simsiyah izler kalıyor geriye, tıpkı sıcaktan erimiş, vıcık vıcık olmuş asvalttan çıkan buğulu kızgın duman gibi.. Yürümeye devam ediyorum hedefsizce, bi amacım yok seni görmeyi arzulamaktan başka, bu makus talihimi değiştiricek birileri çıksın karşıma diye hababam yürüyorum. Güneş yavaştan yükseliyor tepe noktasına doğru ve ensem pişmeye başlıyor. Kollarım da keza öyle, amele yanığı oluyorum sanırım. İşte plansız yaşamanın kaçınılmaz sonucu, yanarken de severken de amelelik etmekten kaçamıyorum bitürlü.. Akılsız başın günahını ayaklar çekermiş ya tabanlarım ağrımaya başlayınca nereye gidiyorum ben diye sormaya başladım kendime isterik olarak ama buna verebileceğim henüz bir cevabım yoktu. Cevap bulamadıkça da yürümeye devam ediyordum, yolları arşınlıyorum sanki.. Yollar gide gide biter ama dönüp dolaşıp aynı yolun başına çıkarsan o yol hiç bitmez. Kısır bir döngünün içinde kaybolup gitmenin ne demek olduğunu ancak bir saplantı uğruna yıllarını harcayanlar bilir. Tilki gibi dönüp dolaşıp kürkçü dükkanında alırlar soluğu hep. O zaman da bizim zülküf aga sorar; ulan biz bu boku niye yedik madem? diye.. Hakikaten ben bu boku niye yedim? Bu şuna benziyor; madem yine acıkıcaz niye yemek yiyoruz?. Felsefeler bitmez ki, boşluğun insan üzerindeki en büyük kazancı felsefe biliminin hala kullanılması ve geliştirilmesi, topluma yeni filozofların katılması ama bir türlü şu soruya cevap bulunamaması; tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan? Şu an geldiğim yer bizim evin yakınları. Dedim ya dönüp dolaşıp aynı yere çıkıyorum. Kısır bir döngüye saplanmışım, bizim mahalle ve senin yüreğin arasında mekik dokuyorum hergün. Eve gelip duş alıyorum, sonra uzanıp seni düşünmeye devam ediyorum. Dalıp gittiğim bir ara mesaj geliyor telefonuma, heyecanlanıyorum, acaba diyorum, totem yapıyorum telefonu elime almadan önce. Mesaja bakana kadar totem tutsun diye garip şekillere sokuyorum kendimi, şekilden şekle girip duruyorum. Tanrım diyorum; n’olur, lütfen, son kez.. Acaba çok mu sıra var ki Tanrı huzurunda, uzun süre geçen dileklerime bir cevap gelmiyor? Ama biliyorum, mutlaka cevap alıcam bigün, bigün mutlaka haberleşicez kendisiyle.. Telefonu başucuma koyup dalıyorum tekrar yarı hayal, yarı uyku moduna. Bisüre sonra telefon çalıyor, yine heyecanlanıyorum. Alelacele kılıfından çıkarıp ekrana bakıyorum ama kayıtsız bir numara görüyorum, kim bu acaba diye düşünüyorum. Rakam kombinasyonu tanıdık gelmiyor gözüme açmaya karar veriyorum. Sesimi düzeltmek için öksürüp yutkunuyorum. Tam numarayı açmaya hazırlanıcam arama sonlanıyor. Belki tekrar arar diye bir süre başında öylece bekliyorum ama aramıyor. Bu kez ben çaldırıp kapatıyorum, yine bekliyorum yine aramıyor, boş veriyorum, önemliyse tekrar arasın deyip gamsızlığa vuruyorum kendimi ve kaldığım yerden seni düşünmeye devam ediyorum, göz kapaklarım kapanıyor, yatağa yayılıyorum, sızıp kalıyorum.. Gözlerimi açtığımda garip bi aptallık, sersemlik hali yaşıyorum. Ben nerdeyim, kimim diyen hafızasını kaybetmiş kişiler gibi bakınıyorum etrafa. Oda kararmış, demek akşam olmuş, ilk vardığım kanı bu. Doğrulup sabah yaptığım gibi yatağın üzerine oturup kalıyorum. Sanki dejavu yaşıyorum, aynı gün içerisinde ikinci kez baştan başlıyorum sensizliğe. Kısır döngü içinde başka bir döngü oluşuyor sanırım. Bu korkunç bişey, kabus olsa gerek. Tanrım yardım et, aklıma mukayyet ol, çıldırmamak elde değil. Ne yapmalıyım, nasıl çıkmalıyım bu çıkmaz sokaktan? Yardım elinden vazgeçtim, yok mu bi kazma ya da kürek sapı uzatan, heeyyy.. batıyorum, boğuluyorum.. Son bir gayretle tekrar dikiliyorum, lavaboya gidip su çarpıyorum yüzüme. Aklım başıma geldi gibi oluyor, sakinleşiyorum. Kendimle dalga geçiyorum, düştüğüm haller yüzünden. Bağıra bağıra şarkı söylemeye başlıyorum aniden ve tekrar giyinmeye başlıyorum. Kapıyı açıp çıktığımda susmuyorum, sadece biraz daha alçak sesle devam ediyorum söylemeye. Şarkının sonunu getirdiğimde sokaktayım tekrar, içimde patlamaya hazır bir bombanın potansiyel enerjisini hissediyorum. Otobüs durağına gelip ilk gelen otobüse binme kararı veriyorum. Tesadüf bu ya, sizin o tarafa giden otobüs denk geliyor, yine seni hatırlıyorum, verdiğim karardan cayıp başka bir durağa yürümeye başlıyorum. İçimdeki enerji biraz azalıyor ama tamamen kaybetmek istemiyorum, bişeyler yapmalıyım derken gözüm şehirlerarası otobüs firmalarının yazıhanelerine takılıyor. ‘Hadi kop git’, diyor bir ses içimden. ‘Terket bu sana yaramaz, yar olmaz şehri’.. Hak veriyorum içimdeki sese, seni terk ettiğim gibi sensizliği de terk ediyorum şimdi. İçeri girip biletimi kestiriyorum güneyde biyere. Servisin gelmesine yarım saat var daha, eve dönüp neyim var neyim yok sırt çantama tıkıştırıyorum, benim için kalem ve kağıttan başka işe yaramayan laptopumu da alıp geliyorum. Servis geliyor biraz sonra binip gidiyorum otogara doğru. Yeni hayaller kurmaya başlıyorum, yeni bi heyecan kaplıyor içimi. Yazma isteğimi tetikliyor düşündüklerim, yazıya dökmek istiyorum oluşan bu kompozisyonu. Sırt çantamı bagaja verdikten sonra laptopumu yanıma alıyorum. Koltuğuma geçip başlıyorum yine parmaklarımla klavyeyi okşamaya. Otobüsün hareketiyle beraber bende başlıyorum inceden yazmaya. Senkron takıntımın ürünü yine bu davranışım. Çok sesli bir orkestranın parçasıymışım gibi hissediyorum. Konser vermeye başlıyoruz. El sallayanları bizi alkışlayan seyirciler olarak görüyorum, mutlu oluyorum. Sonunu bilmediğim bir maceraya daha yol alıyorum..

6 Temmuz 2012 Cuma

Abimin Düğünü

Hala enteresan duygular içerisindeyim, adam gözümün önünde evlendi gitti, inanmakta zorlanıyorum gerçekten hayal değil yahu gerçek, gerçek.. Bu kadar kolaymış meğer evlenmek.. Bastı gitti nikahı balayına, ben de gidicem kim bilir hangi piyade alayına? Askerden sonra biliyorum sıra bana gelecek ama bakalım karşıma hangi kısmet çıkacak? Evlenmek, acayip bir şey.. Soru işaretleri ile dolu bir kavram.. Sonrası ne getirecek? Alınan hevesler, tüketilen nefesler, gaipten sesler ve hayatın şarkısına konulacak belli başlı esler.. Çoluk çocuğa karışmanın heyecanı ve onlara gelecek kurmanın acı-tatlı telaşı.. Ağır bir yükün kaçınılmaz sorumluluğu.. Bilemiyorum, hala kararsızım bu konuda.. Abimin düğününde bile bu kadar şaşkınsam, olası bir düğünümde ne halde olurum acaba..
Duygu nöbetindeyim, karmakarışık seanslar geçiriyorum ama artık bünyem alışık, fazla acıtmıyor canımı kendikendime kalışım. Bu arada yeni güzellikler keşfetmeye başlamışım. Karmakarışık duygulardan damıtılan düşüncelerim bana aşkın yeni tariflerini yaptırmakta geç kalmıyor bile. Kanımıza karışan ‘medeni yağ’ olarak, çağımıza uygun biçimde yeniden tanımlıyorum aşkı. Sevişme dürtüsü ve üreme iç güdüsünü medeni bir şekilde evlilik olayı ile toplum gözü önünde ifa etmeyi tetikleyen bir maddedir medeni yağ olarak tanımladığım aşk hormonu. Peki evlenmek istemeyenlerin kanındaki madde ne? Şu an aklıma gelen tek şey adını bilmediğim zararlı bir madde olduğu. Kanın doğal yapısını bozan bişey olmalı ki bu kişilere kanı bozuk diyoruz toplum olarak. Şeytansı bir katkı maddesi muhakkak..
Neyse biz yine abimin düğününe geri dönelim. Biraz halay çekmeye devam edelim, geçmişimizle alay edelim. Bikaç sene öncesine kadarki düşüncelerim, zamanın ve olayların sanatkar elleriyle nasıl da hamur gibi yoğrulup yeni şekiller alıyor diye düşünüyorum .. Her şey bi yana; akrabaların, dostların, arkadaşların, komşuların, uzun zaman görmediğin kimselerin bir araya toplanmasına vesile olan bir hadisedir düğün. Böylece insan ilişkilerini de güçlendiren, gevşeyen bağları sıkılaştıran bir aktivite olarak değerlendirebiliriz bunu. Herkes senin için orada, bir düşünsene hepsi işini gücünü bırakıp gelmiş ve mutluluğuna mutluluk katıyorlar. Senin sayende çıkıp göbek atıyor, kurtlarını döküyorlar. Sonra da seni hayata en güzel dileklerle, en içten temennilerle uğurluyorlar. Gelenek-görenek, örf-adet bir yana, her şeyden önemlisi insanların senin için yarattığı sinerjidir. Sana güç veren, kendine olan özgüvenini tazeleyen, egonu tatmin eden coşkun bir enerji seli.. Bu enerjiyi hiçe saymak mümkün değil. Bizzat gördüm, hissettim ve yaşadım. Kalabalığın külfetinden çok enerjisini tattım. O yüzden bütün düşüncelerim değişti ve o bohem maneviyatın sıkıcı esaretinden kurtuldum..
Gelelim asıl önemli olan neticeye; durum şudur ki artık hayatta tek başına değilsin ve bu, sorumluluğun dışında insanın biyerlere tutunma, birilerine bağlanma ihtiyacını karşılıyor. Nasıl ki insanlar yaşlanınca yalnız kalıyor ve hayata tutunma çabalarını Tanrı’ya bağlanarak karşılıyorlar, kendilerini ibadete veriyorlar; işte insanoğlu bu hisleri gençlikte bir sevgiliye, bir dosta, bir hayat arkadaşına bağlıyor. Abimin düğünü bende köklü değişiklikler ve düşünce akımları yarattı, şu an tamamen farklı bir pencereden bakıyorum, bambaşka boyutlarda resmediyorum hayatımı. Plansız yaşam, düzensiz hayat, carpe diem geride kaldı. Artık farklı olmaya çalışmanın bir farkı kalmadı, kendimi sıradan yaşantının akıntısına bırakmaya ve insanlar neler yapıyorsa onlara ayak uydurmaya karar verdim. Belki de aradığımız mutluluk bu insanların yarattığı sinerjide saklı..
Ulaş Tuzak