SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

21 Ekim 2010 Perşembe

ATATÜRK’ÜN DÖNÜŞÜ

Bir sabah uyandık ve televizyonu açtığımızda gördüğümüz manzara karşısında şoke olmuştuk.. Bütün basın-yayın medya ordusu anıtkabirde toplanmış ve atatürk’ün dirildiğini söylüyordu. Nasıl bir şeydi bu? Olabilir miydi böyle bir şey? Peki ama nerden çıkmıştı böyle bir haber, kim görmüştü Atatürk’ün dirildiğini..
Kanalları hızlı hızlı geçerken biran bir tanesinde durup olan bitene kilitlendim ve aslen ne olduğunu öğrenmeye çalıştım.. Bu bir kamera şakasımı idi yoksa bugün dünya şaka günü 1 nisan mıydı? Hayır bugün 1 nisan falan değildi.. aksine bugün atatürk’ün ölüm yıl dönümü olan 10 kasım’dı..
Tüm hazırlıklar yapılmış, o sabah tüm medya mensupları, politikacılar, generaller ve Ankaralı bir kısım halk anıtkabir’de toplanmışlardı. Fakat görevlilerden biri atatürk’ün mezarının açılmış olduğunu ve içinde bir de not bulduğunu söylemiş.. ne kadar da doğru?
söylentiye göre not’ta şunlar yazılıymış;

“Ey benim mazlum halkım, ben cumhuriyeti bu günleri göresiniz, bu çileleri çekesiniz diye kurmadım. Aksine özgürlük ve eşitlik içinde mutlu ve huzurlu bir toplumda yaşayıp çağdaş uygarlıklar seviyesine erişesiniz diye kurdum. Oysa şimdi bakıyorum ki her şey ben bıraktığımdan çok daha kötü bir hale gelmiş, ülke kaos içinde.. Tam da tahmin ettiğim gibi ve gençliğe hitabe’de belirttiğim gibi millet harap ve bitap durumda. İktidara sahip olanlar, şahsi menfaatlerini, müttefiklerin siyasi emelleriyle birleştirip ülke üzerinde oyunlar oynuyorlar. Hatta bu iktidar sahipleri gaflete, dalalete ve hıyanete devam ediyorlar. Ve yine Ergenekon, balyoz gibi operasyonlarla, bu aziz vatanın bütün tersanelerine girip bütün ordularımızı dağıtıyorlar.. Şimdi’de referandum yaparak tüm hakim ve savcıları yani yargıyı tamamen ele geçirmek istiyorlar. Böylece memleketi bil fiil işgal etmiş olacaklar.. Ve hiç ama hiç bir kimse iktidarın kararlarına karşı bir söz söyleyemeyecek, itiraz edemeyecek. Yani yanlış ta olsa iktidar istediği gibi at koşturabilecek ve bir nevi cumhuriyeti yıkıp, laikliği yıkıp din odaklı bir yönetim şekli ile imparatorluğunu kuracaktır. Adı da belli ‘ Türkiye İslam Devleti’..
İşte bu duruma karşı benim Türk Gençliğim de SBS’yle, LGS’yle, ÖSS’yle, ÜDS, DGS; KPSS’yle bir bataklığın içine sokulup imha edilmiş, üniversiteler boşaltılıp etkisiz hale getirilmiş. Hem rektörler, hem dekanlar hükümetin isteğiyle atanmış ve en güvendiğim üniversiteliler siyasetten korkutulmuş ve caydırılmış. Mezunlar iş güç derdinde, tuzu kuru olanlar da festivallerle, futbolla, fuhuşlarla ve daha bir sürü devlet politikasıyla denetlenmeyen olaylarla zamanını tüketmektedir.. Gençlik tükenmektedir..
Bu durum karşısında kemiklerimin sızlamasına daha fazla dayanamadım ve Tanrım yalvarışlarımı duydu sonunda ve beni bu azaptan kurtardı.. Madem ki Türk Gençliği cumhuriyeti korumakta bu kadar aciz kalmıştır, artık iş başa düşmüştür. Kabirimden uyanıp bütün bu olan bitene son vermek istiyorum. Şimdi beni merak edenlere söylüyorum yarın sabah Meclis’te olacağım. İktidarı da bıraktığım gibi geri devralacağım. Bana mani olmak isteyecek bu hükümeti devirmek için büyük Türk milletini meclise çağırıyorum. Ey Türk gençliği, birinci vazifeni yerine getirmen için sizi de çağırıyorum. Yarın hep beraber, yeni Türkiye Cumhuriyetini yine hep beraber kuracağız. Ne Mutlu Türküm Diyene!”

Şu anda alt kattaki kabire basın mensuplarının girişine izin verilmiyor ve birbirinden farklı spekülasyonlar türetilmeye devam ediliyor. Bu notun iktidar karşıtı biri tarafından provake amaçlı yazıldığı yönünde iddalar gittikçe çoğalıyor. Fakat az da olsa bazı basın mensupları böyle bir olayın gerçek olabileceği yönündeki senaryoları haber yapıyorlar. Tabi bizde ekran başında ah keşke diye iç çekmekten başka bir şey diyemiyoruz. Gönlümüz dirilmiş olmasından yana da olsa aklımız bunun gerçek olmadığı ve tamamen eylem amaçlı bir gösteri olduğu yönünde düşünüyor. Bazı muhabirler, halkın arasına karışmış ve önüne gelene bu durumu değerlendirmelerini istiyor. Çoğu da bunun gerçek dışı olduğunu savunuyor zaten ama birkaç duygusal insanımız belki doğrudur demekten ve gerçekleştikten sonraki düşüncelerinden bahsetmeden edemiyor. Kimisi ağlıyor, kimisi hala olayın şaşkınlığını üstünden atamamış. Fakat biryandan da gergin bekleyiş devam ediyor. Olay yeri inceleme ekipleri içeride araştırmalarına devam ederken, dışarıda bu sözde doğaüssü olayın perde arkası merak ediliyor.
Kanalları gezerken bir ara farkettim ki, sadece yerli basın bulunmuyor anıtkabirde. Yabancı basında da bir ilgi uyandırmış bu haber ve onlar da sonucu fazlasıyla merak ediyorlar gibi görünüyor. Televizyonu açık bırakıp kahvaltı hazırlamak için mutfağa gitmiştim.. çayın demlenmesini beklerken bir yandan da yiyecekleri hazırlıyordum. Öyle fazla yiyecekte yok ya hani bikaç dilim peynir, sayılabilir kadar zeytin, domates ve salatalık dilimleri o kadar..
Biraz sonra televizyondan seslerin yükseldiğini farkettim. Bütün basın mensupları biryere koşuyor ve heycanlı bir şekilde soru yağdırıyorlardı. Hemen içeri gelip televizyona kilitlendim tekrar. Böyle olağan dışı haberler karşısında sanki eğlenceli bir film izliyormuş gibi heyecan duyarım. Anıtkabirin merdivenlerinin en üst basamağına, içeriden bir uzamanla beraber Ankara emniyet müdürü gelmiş açıklama yapmak için. Fakat anormal bir durum olduğu daha ilk bakışta emniyet müdürünün yüzünden okunuyordu. Bu durum basın mensuplarının da dikkatini çekmiş olsa gerek, soru üstüne soru yağdırıyorlardı müdüre;
-efendim son durum nedir?
-sayın emniyet müdürüm, olayda şüpheli bir durum bulabildiniz mi?
-bu provakasyonu yapanlar nezaman yakalanıcak?
..

Emniyet müdürü açıklamalarına başladı;
Şuanda yaptığımız ilk incelemelerde şüpheli bir şahısa rastlamadık. Fakat görevlilerden aldığımız duyumlara göre, olay sabaha karşı nöbet değişimi sırasında bir anlık boşlukta gerçekleşmiştir. Görevlilerden biri görev devri sırasında çantasını malum yerde unutmuş ve döndüğünde bulamamış. Nöbete yeni gelen arkadaşına sorduğunda ters bişeyler gittiğini anlamışlar ve kabirin açılmış olduğunu ve içinde çantanın olduğunu, çantanın içinden giysilerin alınmış ve notun bırakılmış olduğunu görmüşler.. Akabinde teşkilatımıza haber verdiler ve ekbimizle olay yerine iştikal etmiş bulunuyoruz. Çalışmalarımız halen devam etmekte fakat siz basın mensuplarını ve halkı daha fazla bekletmemek adına şunları söyleyebilirim ki, aksi halde bir durum bulamadığımız sürece notun geçerliliğini kabul etmek zorunda kalıcak olanlar ve yarın sabah meclis önünde yaşanacak hareketlilik için önlem alıcaz..

-efendim sizce böyle bir durum gerçek olabilir mi?
-müdürüm halk merak ediyor, bir mucize mi gerçekleşti acaba?
-notu atatürk’ün mü yazdığını mı düşünüyorsunuz?

Çalışmalarımız devam etmektedir, teşekür ediyorum..

Emniyet müdürü teşekür ederek oradan ayrılır ve vali konuşmaya çıkar;
Karşılaştığımız bu durum aydınlatılana kadar tören iptal edilmiş olup, yarın ki yaşanacak durum karşısında şimdiden sizleri uyarmak istiyorum. Böyle bir şeye inanıp ta…
diye konuşması devam ederken ben de kilitlendiğim ekrandan kendime gelerek mutfağa geri döndüm. Çay demlenmişti, kahvaltı yapabilirdim şimdi ama bütün bu olanlar, bu gördüklerim, duyduklarım kafamı tamamiyle kurcalamaya yetmişti. Biran olsun düşünmekten kendimi alamıyordum, neydi bu olay, kim yapmıştı? Ya da gerçekten Atatürk dirilmiş ve yarın sabah karşımıza çıkıp söylediği gibi iktidarı ele mi alıcaktı? Bunun biran için gerçekleşme ihtimalini bile düşününce kalbim yerinden fırlayacakmış gibi oluyor.
Biraz bişeyler tırtıklayıp bıraktım kahvaltıyı ve çayımı alıp televizyon başına döndüm tekrar. Bu sefer herkes olayın nasıl olduğunu değil de yarın sabahı merak ediyor ve acaba demekten kendilerini alamıyorlardı.. Bütün basın yarınki senaryolar üzerinde konuşuyordu. Biraz önce olayın provake bir eylem olduğunu söyleyen medya şimdi işi magazine dökmüş, yarın sabah atatürkle karşılaşınca ne hissedeceksiniz diye röportaja başlamışlar halkla.. Tabi ki bu durum karşısında bir çok insanımız duygularına hakim olamamış ve göz yaşlarına boğulmuş ağlıyorlardı. Kimisi demeç verme sırasına girmiş, bazıları da şimdiden coşmuş atatürkü karşılamak için bütün herkesin ankaraya gelmesi gerektiğini söylüyordu. Kimisi hazırlıklara bile başlamış Atatürk posterleriyle demeç veriyor ‘yarın diyor, yarın elimdeki bütün bayrakları meclisin önünde dağıtıcam..’ Bazı kanallarda ise işi iyice ciddiye almışlar ve herkesi ankaraya çağrıyorlardı. Olabilecekler karşısında biran bende kendimi kaptırdım ve acaba dedim acaba olabilir mi? Gerçekten gelebilir mi? Ama sonra kendime gelip ne saçma dedim.. Daha fazla sinirim bozulmasın diye de televizyonu kapadım ve arkadaşımı aradım..

Akşama doğru arkadaşımla buluşmak için dışarı çıktım. Bir de ne göreyim? Herkes evine türk bayrağı ve Atatürk posteri asmış. Sanki 1923 teki gibi heryer bayraklarla donatılmış. Kimileri eşini, kimileri arkadaşını, kimisi de yolda karşılaştığı herhangi birisini bulmuş, otogar minibüsü ve otobüsü duraklarına akın etmişlerdi. Biran otogardaki hareketliliği hayal ettim.. Şimdi yüzbinlerce insan ankaraya gidiyordur.. Gerçektende manzara öyle.. Halk bir umut atasının yeniden dirildiğini düşünüyor ve ona koşuyor.
Arkadaşımla buluştuktan sonra bu konu hakkında uzun uzun konuştuk. İnanırmısınız, arkadaşım da o kadar inanmış ki atatürkün dirildiğine beni bile ankaraya gitmek için ikna etmeye çalışıyordu. Bir ara kulağım arkamdaki televizyon sesine takıldı. Arkamı dönüp baktığımda, emniyet müdürü yeniden basına demeç vermek için kameralar karşısına geçmişti;
‘saatler süren araştırmalarımız sonucunda rastladığımız bulgular karşısında bizlerde büyük şaşkınlık içerisindeyiz.’ Bu sözler karşısında tüylerim diken diken olmuştu. Bulunduğum ortamda sanki biran zaman durdu ve herkes televizyona kilitlendi. Kimse kıpırdamıyor, konuşmuyor, neredeyse nefes bile almadan emniyet müdürünün açıklamalarını dinliyordu. ‘yaptığımız incelemelerde büyük önderimizin kemik kalıntılarına ulaşamadık. Bununla beraber güvenlik kameramıza takılan çok kısa bir görüntü de tespit ettik. Bu görüntü tam net olmasa da, aydınlatma ve yakınlaştırma çalışmalarından sonra ulu önderimize benzer birinin kaybolan görevli kıyafetleriyle arka taraftan çıkıp anıtkabirden uzaklaştığı kanısına varıyoruz. Şimdi ise notu değerlendirmekten başka çaremiz kalmadı, hep beraber yarını beklicez ve görücez..’

Gerçekten duyduklarım karşısında kanım donmuştu. Bir süre kendime gelemedim ve öylece kaldım. Biraz sonra arkadaşımın ankaraya gitme teklifini kabul ettim ve şaşkınlığımı üzerimden atamamış halde 2 saat sonra otogarda buluşmak üzere arkadaşımla ayrıldık ve eve geldim. Kendime gelmek için ılık bir duş aldıktan sonra hazırlandım ve çıktım.
Otogara geldiğimde bir şok daha yaşamamak elde değildi. Çünkü otogar ana baba gününe dönmüş ve bütün firmalar bütün arabalarıyla ankaraya gitme kararı almışlar. Boş yer bulmak imkansız, çoğu kişi ayakta bile gitmeye razı, sıkış tepiş binmişler otobüslere.. Birbiri ardına otobüsler kalkmakta ve bir yenisi gelip yolcuları doldurmakta.. Arkadaşımı bulamıyorum bunca kalabalığın arasında ve en nihayetinde bir aracın içinden kafasını çıkararak bana bağırdığını duydum..El işaretiyle çabuk buraya gel diyordu. Koşarak gittim ve kapının önündeki merdivenlerden anca yer bulmuş ve oraya ben yerleştikten sonra kapı kapandı ve otobüs ankaraya hareket etti..
Herkes otobüste, heyecanlı ve coşkulu bişekilde atatürkü konuşuyordu. Kimi geçmişi hakkında, kimi geleceği hakkında.. Kimisi de ağlıyordu duygularını kontrol edemeyip.. Ortam öylesine garip ti ki, sanki yurtta seferberlik olmuş biz de mülteci kamplarına taşınıyorduk.. Ama her nedense kulaklarımda hala emniyet müdürünün söylediği sözler tekrar ediyordu. Atatürk bizi kurtarmaya mı gelmişti gerçekten??
Bu düşünceler dönüp dururken kafamda ben de bir ara sızıp kalmışım. Uyandığımda ise Ankara yakınlarında biyere gelmişiz, neresi olduğunu bilmiyorum fakat 06 plakalı araçların yoğunluğundan bunu anlamış olmam gerek. Yollar o kadar kalabalık ki, otoyol sanki şehir içi trafiği gibi hareket ediyor. Öyle olacak ki, ankaraya bütün yurttan aynı şekilde akın var. Herkes büyük özlem çektiği atasına yıllar sonra kavuşmanın çaresiz umudu içerisinde. Gözlerindeki o umutlu bakışlar her şeyi anlatıyor aslında. Sefillik ve perişanlıktan kurtulmanın tek yolu atamızın bize geri dönmesi. Tanrının onu bize geri göndermesi..

Henüz gün doğmamıştı ve biz zor da olsa ankaraya vardık. O kadar kalabalıktı ki otobüsten inip yürümek mümkün değildi. Caddeler sokaklar bayram yerini andırıyordu sanki. Kornalar çalınıyor, herkes bir ağızdan ‘Atatürk Ölmedi Geri Geldi’ naraları atıyorlardı. Meclise giden yol adeta tıkanmış, bir insan seli şekline dönmüştü.. Biz de otobüsten indik ve her ne kadar o sele karışmamak için yan yolları tercih etsekte her yoldan kalabalığın arasında buluverdik kendimizi. Uğultu giderek yükseliyor ve insanlar giderek çoğalıyordu.. Önümü göremiyordum. Sadece ilerliyorduk..
Güneş ilk ışıklarını gösterinceye dek yürüdük ve sonunda birden duruverdik. Herkes birbirine soruyordu neden gitmediğimizi.. Bikaç dakika sonra yolların tamamen dolduğu ve daha fazla ilerlenemeyeceği haberi geldi. Oysa daha meclise vardı henüz görünmüyordu bile.. İşin kötüsü olduğumuz yerden başka yere gitmekte imkansızdı.. Bu kalabalığın arasından ancak helikopterle çıkmak mümkün olabilirdi.. Merak ediyorum helikopterden nasıl görünüyordu acaba Ankara.. Tam da bunun üstüne uçuşan helikopterleri farkettim ve yukarıdan bişeyler atıyorlardı.. sanırım bildiri olsa gerek.. Biraz sonra tahminim doğru çıktı ve bildirilerden bir tanesi elime geçti. İlginçti, çünkü şunlar yazıyordu; ‘lütfen dağılın, yapılan haberler asılsızdır.-başbakanlık- Başbakanlığın şimdiye kadar neden sessiz kaldığını da zaten anlamamıştım ama yaptığı bu caydırma eyleminde başarılı olabileceğini söyleyemicem. Çünkü bu saatten sonra Atatürk dirilip meclise gelmemiş bile olsa bu insanlar meclisi ve yönetimi ele geçirebilecek güce sahiptir. Milyonları bulan vatandaşlar ankarayı adeta istila etmiş durumdalar ve siyasiler büyük korku duymaktalar.. Keşke şuanda televizyondan olan biteni açıkça öğrenebilsem diye düşünüyordum ki yeniden ilerlemeye başladık. Fakat bu kez çok tehlikeli bir ilerleyişti. Kimileri ezilme tehlikesi geçiriyor, kimileri de önündekini geçip daha ileri gitmeye çalışıyordu. Biraz sonra meclis caddesine girmeyi başaran şanslı kişiler arasına katıldık. Arkadaşımdan rica edip beni kaldırmasını söyledip. Bişekilde zorlana zorlana beni kaldırdı ve o anki gördüğüm manzara bile beni yeniden şoke etmeye yetmişti.. Sanki Malazgirt meydan savaşındaydık. Bu kadar insanı bir arada hayal bile etmemiştim daha önce.. Çünkü bunu hayal edebilmek bile çok zor. Hayal gücünün sınırlarını zorlamak gerek heralde.. Çok seçemiyorum ama meclis binasını görebiliyorum. Önünde polis barikatı var ama halk o barikatı aşmak için birbirini iteliyor. Adeta bir izdaham yaşanıyor. Kolluk güçleri yetersiz kalıyor, tahminimce biraz sonra halk meclis binasına girebilecek. Fakat aklımdaki asıl soru şu, acaba Atatürk içeridemi? Benim gibi buradaki milyonları bulan kalabalıkta aynı sorunun cevabını tüm kalbiyle merak ediyordur. Arkadaşım yoruldu ve beni indirdi. Etrafımdaki insanların bir kısmı da benim gibi arkadaşının üstüne çıkıp olan biteni uzaktan izlemeye başladı. Biraz sonra ben arkadaşımı kaldırdım ve bana insanların meclis binasına girmeye başladığını söyledi. Olan olmuştu, dediğim gibi çıktı, halk polis barikatını aştı ve meclise girdi. Artık bundan sonrası daha büyük önem taşıyordu. İçeri girenler, içeride neyle karşılaşıcaklardı?? Keşke daha erken gelip meclise girenler arasında yer alabilseydik.. Merakımdan çatlıyorum desem yeridir. Haber ne olursa olsun yeterki ne olduğunu öğreneyim diyorum kendi kendime.. Gergin bekleyiş devam ediyordu ve birazdan ön taraftaki halk iyice galeyana gelip bağırmaya başladılar.. ‘Devrim,Devrim,Devrim..’ Polis milyonları kışkırtmakta yetersiz kaldığı için Başbakanlık ve cumhurbakanlığından ardı ardına kalkan helikopterler, sanırım başbakan ve cumhurbaşkanını başka biryere kaçırıyordu.. Bakanlar ve milletvekilleri acaba şuan neredeler ve ne yapıyorlar diye düşünüyordum.. Biraz sonra kulaktan kulağa yayılan bir haber geldi ön taraftan; Atatürk içerdeymiş, Atatürk içerdeymiş..
Elim ayağım buz kesti tekrar, heyecanımdan ölücem neredeyse.. Biran önce oraya gitmek ve atatürkü görmek için can atıyorum tekrar.. Artık hiç şüphem yok, her ne kadar söylentide olsa ben kararımı vermiştim, atatürkün gerçekten dirildiğine ve orada olduğuna inanıyordum.. önümdeki insanları itelemeye ve ilerlemeye çalıştım ani bir refleks ile fakat başaramadım. Biraz sonra yeniden arkadaşımdan beni kaldırmasını istedim ve bu kez daha odaklı bakıyordum ileriye. Bu kez içeriden dışarıya doğru bir hareketlenme vardı ve meclis binasından insanlar ‘Büyük Önder’ diye naralar atarak çıkıyordu.. ‘Büyük Önder, Büyük Önder..’ Bende kendimi tutamayıp aynı şekilde bağırmaya başladım..Heyecanla içeriden çıkanları takip etmeye çalışıyordum. Acaba, acaba çıkacak mıydı içeriden büyük önderimiz..??
Tabiî ki benim kadar herkes meraklar içerisinde içeriden atatürkün çıkmasını bekliyordu. İnsanlar birbiri üzerine geçmişti adeta aralardan hava bile sızmıyordu. Bu sayede sıkış tepiş, itiş kakış ile birlikte meclis binasına birkaç metre daha yaklaşmış bulunuyorduk. Aynı zamanda gözlerimiz hala içeriden çıkanlarda.. Son olarak flaşlar patlamaya, naralar daha gür ve daha sıklaşmaya başladı.’Büyük Önder, Ulu Önder..’ Çıktı çıkıyor derken tanımadığım bir adam elinde mikrofonla halka seslenmeye başladı;
Sevgili vatandaşlar, sevgili yurttaşlar, lütfen sakin olalım, lütfen biraz açılalım lütfen.. birazdan tüm merak ettiklerinizi açıklayacağız.. dedi ve halkın coşkusunu dindirmeye bişekilde izdihamı bastırmaya çalışıyordu. Yüz ifadesini seçemiyordum ama ne açıklayacaktı merak ediyordum. Beklenilen olmamıştı, Atatürk çıkmamıştı meclisten. Halkın büyük çoğunluğu hayal kırıklığına uğramıştı ve bir kesim dağılmaya bile başlamıştı. Naralar durup ortam biraz sakinleşince bir ses duyuldu; “efendiler!!!” bu oydu, onun sesiydi, ta kendisi hemde.. dağılan kesim biranda geri gelmeye ve içinde bulunduğumuz grupta ön taraflara doğru hücum etmeye başladı..
Biranda görüntü alabilmek için birbiriyle yarışan habercilerin arkasında olduğumu farkettim. Nasıl da gelmiştik buraya kadar. Meğer arkadaşım beni sürekli öne doğru çekip götürüyormuş ta bu arbede içerisinde fark edememişim.. Bu çok iyi olmuştu çünkü kameraların üzerinden zıplayarak meclis binasının kapısına doğru baktığımda o iki mavi gözün parıltısını görüverdim. O ana kadar yaşadığım şokların enaz 10 mislisini yaşadım desem yeridir. Düşüp bayılmışım o şokun etkisiyle..
Gözümü açtığımda bir bankta uzanmış halde yatıyordum. her şeyin bir rüya olabileceğini düşüne duruyordum ki arkadaşım hepsinin gerçek olduğunu birkez daha yüzüme yüzüme haykırdı. Sevinçten çıldırmış olmalıydı. Heryer düğün bayram yerinden daha fazla bir dünya karnavalına ev sahipliği yapıyormuş havasına bürünmüştü. Büyük önderimiz konuşmasını yaptığı esnada arkadaşım beni birkaç kişinin yardımıyla ezilmekten kurtarmış. Peki büyük önder Atatürk ne demiş biliyormusunuz;
“İşte şimdi bıraktığım yerden görevi devralıyorum ama maalesef ki bıraktığım gibi bulamadım devletimizi.. her şey karmakarışık ve bunu düzeltmem için çok çalışmamız lazım. Ey büyük türk milleti, bizler ki az zamanda çok ve büyük işler başarmışız, içinde bulunduğumuz bu krizi de az zamanda çok çalışarak atlatıcağımızı düşünüyorum. İyi ki inandınız, iyiki geldiniz, bu ülkeyi ben değil sizler kurtardınız, şimdi çok çalışarak ve sadece kendinize saygı duyarak bu durumdan daha iyi yerlere gelmemizi sağlayacak olan da sizlersiniz. Ben bir güvenceyim sadece sizler için, bana güvendiğiniz ve unutmadığınız için sonsuz şükranlarımı sunuyorum sizlere. Şimdi dinlenmek için köşke gidiyorum, herkes memleketine gönül rahatlığıyla dönebilir artık, yeni Türkiye cumhuriyetimiz hayırlı uğurlu olsun, türk milletine kutlu olsun..”
İşte böyle dönmüştü bizlere büyük önderimiz. Biz de gönül rahatlığıyla memleketlerimize dağılmıştık, yine marşlarla, türkülerle coşa coşa..
O kadar yorulmuşuz ki tüm yolculuk boyunca kimseden çıt çıkmadı herkes uyuyordu tabi bende uyuyordum ama ara ara horlamalarla uyanıp kolaçan ediyordum etrafı, sonra tekrar uyuyordum. Yolculuk sonunda arkadaşımla ayrıldık ve ben de eve geldim tekrar.. ne kadar uyusanda yol yorgunluğu bir başka oluyor. Bu yüzden de eve girince doğruca yatağa serilip öylece uyuyuvermişim..
O gece mışıl mışıl uykumu almışım. Camdan sızıp ta gözüme vuran güneş ışıklarıyla beraber esneye poflaya uyandım. Ama yüzümde bir tebessüm vardı, atamız, atatürkümüz ne güzeldi öyle.. Hemen yataktan fırlayıp televizyonu açtım, bakalım medyada atatürkle ilgili ne haberler var, atamız yeni güne nasıl başlamış, neler yapıyor diye..
Fakat, o da nesi?? Anlamıyorum, bir türlü anlayamıyorum.. bir yanda recep bey, diğer yanda bay kemal evet hayır yarışması oynuyorlar.. olamaz, nasıl yani.. şimdi o bütün yaşananlar, bütün olup bitenler.. hayır hayır olmaz, bunların hepsi sadece bir rüyadan ibaret olmaz..
Gözlerim dolmaya ve ağlamaya başladım.. olamaz olamaz diye dövünüyordum kendi kendime.. bilinçaltımın bana oynadığı alçakça bir oyunmuş demek.. ne denli arzu etmişim ne denli özlemişim atamı meğer.. ilk başta inanmamıştım oysa, ama gittikçe derinleşmeye başlayınca olaylar bende kaptırmış ve inandırmıştım kendimi atamın bizi kurtarmaya geldiğine.. şuan çok derin sancılar içerisinde yüreğim.. ateşler içerisinde yanıyor, kavruluyor.. sanki atam bu sabah ölmüş gibi taze bir acı hissediyorum. Ağıt yakıyorum kendi içimde ve kimse bilmiyor, kimse durumun farkında değil asıl bu beni deli ediyor..

Ulaş Tuzak
Bir sabah uyandığımda..