SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

9 Temmuz 2018 Pazartesi

Ş'eksper / Bölüm-2

Termometre 30 dereceyi gösteriyordu. Komşu bahçede yumurtlamaya çalışan zavallı tavuğun çatlamış sesiyle gıdaklaması, kavurucu öğle sıcağına katlanmayı bir kat daha zorlaştırıyordu. Bu eziyetin bir anlamı olmalıydı bu bünyede, onu bulmak için bir duble rakı ve bir dal sigaraya ihtiyacım vardı. Nitekim sevgilimle geçen gün içtiğimiz şişeden çıkan bir duble rakı ve kuzenin bitmiş paketinde unuttuğu son dal sigara işimi görmeye yetmişti. Vira bismillah dedim ve bütün bu baskıcı sıkıntıları bir kenara itip bi kuble Joe Satriani eşliğinde, soft rockçı edasıyla kafa sallamaya başladım.
Eee.. ne olacaktı bu ülkenin.. hoopp!! Orda dur birader, aman ha! Sakın! Girme bu konulara, hemen bi duble rakının gazına gelip.. gelme! Orda kal..
Eee, o zaman nasıl gidiyo işler bakalım? Hmm.. iş güç aynı be ya standart falan filan fıstık mıstık.. Tamam anladım, bu muhabbet de sarmadı galiba.. neyse..
Reimstein’a ne dersin peki?
Allaahh derim..! yok yok tövbe tövbe tuhh.. öyle demek istemedim, yani şeyy, ııııı, eee, oooo.. offf!
Rakı bizi bozuyor artık sanırsam, viskiye çıkardığımız çıtayı düşürmemek lazım bence. Yok yok ondan değil de, kendi kendine içince biraz böyle saçma oluyor bence.. saçmalayabiliyorsun.. aslında, hala saçmalayabiliyor olmak güzel bişey, bu hayatta daha hiç saçmalamayı denemeyenler bile var. Saçmalamaktan korkanlar, saçmalayınca yerin dibine girenler, öleceğini falan sananlar var.. ne harika bi duygudur ki saçmalamak, üstelik rahatça, kimseyi umursamadan kocaman saçmalayabilmek.. kendinle dalga geçip eğlenebilmek çok manyakça, çılgınca ruhların erişebileceği bir mertebe galiba. Bu düşünce bile insanın kendi egosunu okşamaya, kendini özel hissetmeye yetiyor be, daha neye ihtiyaç varsa işte..
Bir sevgili.. efendim?
Seni kucaklayan kocaman yürekli bir sevgili, işte ordaysa, ne şanslıyım demek ki, 4 hatta 5 yapraklı yoncaya sahip olmak gibi.. kımıldanıyor tembel bedenimden ruhum, gıdıklıyor ince düşüncelerimi, çıkmak istiyor bu kapalı havzadan, kendini göstermek istiyor, renklerini göğe yaymak ve havada dans etmek istiyor, alkış istiyor.. coşmak, koşmak, kendini bir kez daha başarmak istiyor marjinal duygularım. Bir tek ben masalını, bir tek biz halinde sergilemek istiyor, kendi sahnesinde değil bu kez tüm sahnelere turneye çıkmak istiyor. Ve çıktı işte, buyurun bakalım herkese iyi seyirler..
Ya rayyah..
Havada bi esinti çıktı, perdeler kıpırdıyor, servi ağaçları hışırdıyor balkonumda. Ohh bee.. nefesim ferahladı, yüreğim refahlandı. Şimdi daha dinç bi şekilde konuşabiliriz sizlerle. Don’t worry, be happy ;)
Whatsapp..
Mesaj geldi, bi telefonuma bakmam lazım. Neyse ki konuşarak yazma özelliği getirmişler, çok işime yaradı bu özellik benim. O kadar zor ki şimdiki telefonlarda dokunarak bişeyler yazabilmek, beni gıcık ediyor adeta delirtiyor. O yüzden bundan böyle konuşarak yazıyorum, hem bir yandan işime bakabiliyor, ellerimi başka mecralarda kullanabiliyorum, bir yandan da telefondaki iletişimime devam edebiliyorum, ben de çok rahatım artık.
Free style..
Evet, burada da hatırı sayılır oranda küfür gibi şeyler mevcut. O yüzden bunu da es geçebiliriz sanır. Ee, ne kaldı elimizde günün sonunda? Elle tutulabilir bir şey siz değerli okuyucuların takdirine arz edilmiştir efendim..
İyi günler, iyi öğleden sonraları, iyi akşamlar ve iyi geceler..


5 Temmuz 2018 Perşembe

Ş’eksper / Bölüm-1


Ülkede yine amansız bir kriz boy göstermeye başlamış, değneğin sapını tutanlar, keskin uçlarını proletarya üzerinde ince kalın değdirmeye devam ediyordu. Yazın tam da ortasıydı. Beyinleri eriten, kanları kaynatan, tenleri kurutan bir sıcak, temmuz ayının sempatikliğiyle bilinçleri kavuruyordu. Bu sıralarda adam, işsizliğin getirdiği boşluk yüzünden mağrurluğunu kırmış ve uzun bir aranın ardından kapitalizmin tozlar altında bıraktığı edebiyat sayfalarına geri dönüyordu. Her türlü sıkıntıyı fırsata çevirmek farkındalığı; bir kez daha benliğini dürtmüş, onu bilgisayarının başına itmiş ve piyanonun tuşlarına basar gibi, ona düşüncelerini besteletmeye başlamıştı. Kulağında yabancı, pek uzak diyarlardan gelen naif bir esinti çalıyordu. Bir türlü dile getiremediği melodileri, nidalarla mırıldanıyordu masasında. Sıkılıyordu, bunalıyordu pekala, lakin önünde duran zamanın en kısa anlarını gözündeki şualarla bekliyor, onları kedinin hareketli bir objeye odaklanması gibi sinsice takip ediyordu. Olacaktı, o uzun zamandır beklediği fırtına mutlaka kopacaktı, buna çok emindi çünkü başarmaya çok yaklaşmıştı, iliklerine kadar hissediyordu bunu. Kulaklarına fısıldanan kehanetin gerçekleşmesi an meselesiydi.
Bir buçuk yıl önce çıktığı bu uçsuz bucaksız, ufkun düz bir çizgi halinde göründüğü engin okyanusta şimdi kıta sahanlıkları arasında irili ufaklı adacıkların koylarında geziniyordu. En büyük sıkıntısı, teknesini hangi ıssız koya demirleyeceğine karar vermeye çalışmaktı. Sığ suların muhteşem berraklığı ve mavinin en ışıltılı tonları onu hayata en sıkı piyan bağlarıyla bağlamaya yetiyordu. Yaşamak güzeldi, hoştu. Her şeye rağmen bir kez daha yaşamaya değerdi, velev ki güzellikleri görebilen gözleri olsun insanın. Her şeyi güzel gösteren lenslerini gözlerine taktı adam ve retinasına odakladığı ilk koya doğru netleşmeye başladı.
Muhasebesini kurduğu home-ofisine geldi. Buzdolabını açtı, meyve suyu kavanozuna doldurduğu buz gibi suyu kafasına dikti. Ağız boşluğundan taşan sular yanaklarından süzülerek önce göbeğine sonra da ayak parmaklarına damladı. Vücudunun içi dışı bir anda serinlemiş oldu. Aklına bir şarkı geldi, her zamanki gibi tereddüt bile etmeden mırıldanmaya başladı; “bu ne biçim hikaye böyle, hasta mısın nesin bana söyle.. gel gidelim güneylere, yenilenip dinlenmeye.. deliyim ben aslında senin gibi sevmekle deli..”