SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

1 Ocak 2017 Pazar

İKİBİNONYEDİ

Az önce “ikibinonaltı” yazımı okudum. “ikibinonbeş”i hatırladım. O’nu okudum “ikibinondört” geldi aklıma.. öyle öyle “ikibinyedi”ye kadar gitmişim. Son on yılım bi film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Keşke gelecek on yılımın da fragmanını gözümün önünden geçirebilseydim. Ne mümkün?
Aslında tahmin etmek çok da zor olmasa gerek. Baksanıza ülke berbat halde.. Her yer kan gölüne döndü, patlamalar, taramalar, haince saldırılar hepimizin psikolojisini alt üst etti. İnsanlarımız paranoya içinde yaşamaya çalışıyorlar, herkes tedirgin, herkes endişe içinde. Siyasi egolar içinde bulunduğumuz anı kapkaranlık bir döneme çevirdi. Ekonomi fena halde çöktü, cebimizdeki paranın satın alma gücü öylesine düştü ki, fakirliğin bile altında çalışan kölelere dönüştük. Geleceğimiz hiç iç acıcı değil, 3 aylık ömrü kalmış kanser hastaları gibiyiz hepimiz. Beyinlerimiz stresten yeni bi ümit yolu üretemez hale geldi. Yine de hala gülüyoruz ağlanacak halimize. Bravo bize, her şeyle dalga geçebilen ve bir anda her şeyi unutan zeki bir nesil olduk. Övünelim kendimizle..
Ben bu hikayenin neresindeyim derseniz, bir çoğumuzun yaptığı gibi sadece oturup izleyebiliyorum tüm olan biteni elim kolum bağlı bi şekilde. Geçen yıl tam da bu zamanlar oturup düşünmeye başladığımda, “inşallah başımıza kötü bişey gelmez” dileğinde bulunmuştum. Çok şükür kötü bişey gelmedi lakin iyi bir şey de gelmedi. Sonra dedim ki kendi kendime, kötü yoksa iyi de yok bu dünyada.
Şöyle bir toparlayalım ikibinoaltıyı;
İkibinonbeş artıklarından rüyalar, yanılsamalar, çalışmak, çalışmak, çalışmak, kara mesailer, iş güç stres, tempo, satış hedefleri, baskılar bizi yıldıramaz, yıldırdı, isyanlar, mailleşmeler, hesaplaşmalar, tartışmalar, arbede hır gür çatışma, restleşmeler, bu arada yine çalışmak çalışmak çalışmak, ilk yıllık iznim; gezmeler tozmalar, hayatın güzellikleri yemeler içmeler, keyifler on numara, tam beş bin km iki hafta içinde, hazin son, çalışmak çalışmak çalışmak, yine stres yeni kaygılar, umutsuzluk, çaresizlik, kölelik, devrim! Kahrolsun kapitalizm, kahrolsun faşizm! Yaz geceleri, kapitalizmin gülen yüzü, içkiler müzikler mekanlar turistler, festivaller; DARBE! Her şey can sıkıcı tekrar, ülke gergin, askerler polisler, Fetöcülük kavramı, toplu temizlik, ailesel problemler, KALP KRİZİ! Babamın by pass ameliyatı, korkular, dargınların barışmaları, yeni bir aşk mı doğuyor? Doğamadı, düşük oldu, anne kurtuldu, sonbahar yine hüzün, derken bu kez tiyatro, yeniden sanatın doğuşu, dibeklihan, Herodot kültür merkezi, atölye çalışmaları, söyleşiler, Arif hoca, Ragıp hoca, Sinem Hoca, Kemal Hoca, Sezai Hoca.. ve bir sürü yeni genç arkadaş.. işte huzursuzluklar, geçici görevler, savunma!
Yılbaşını bekleyiş; herkes yine birbirine sormaya başladı napıyorsun yılbaşında? İlla ki bir şeyler yapmak zorundayız, bu da kapitalizmin insanları tüketim zorunluluğuna iten bir başka kara propagandası. Onu yapıcam bunu yapıcam şunu yapıcam derken kaldık mı bodrumda.

Yeni yıldan hiçbir beklentim yok, tıpkı geçen yıldan da olmadığı gibi. Yalnız, bu sene daha az düşünüp daha fazla çalışmam gereken bir yıl olucak gibi hissediyorum. Malumunuz geçen yıl hiçbir şey yazamadım, hiçbir şey okuyamadım da ondan. Nefes kesici bir yorgunluk bezginlik ve de tembellik içerisinde tam bir oblomovluk sendromuna yakalandım. İçimden hiçbir şey yapmak gelmedi içmek ve sevişmekten başka. Adlarını, simalarını bile hatırlamadığım sevgililerimden başka beni teskin edecek hiç bi aktivitem olmadı. Bundan sonraki zamanlarımda en azından biraz silkelenip kendime gelmek ve elimde tuttuğum klarnetimi daha çok çalmak istiyorum. Müzik yapmak beni gerçekten rehabilite ediyor, tiyatro terapisi de cabası. Bu kez tüm bencilliğimle sadece kendim için 2017’nin Rönesans (yeniden doğuş) misali SANAT dolu bir yıl olarak geçmesini diliyorum.

Seneye görüşmek üzere..

Halikarnas Şarapçısı