SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

5 Haziran 2020 Cuma

Korona Günleri


Artık yeni yazı yazma vaktinin geldiğini düşünüyorum. Yaklaşık iki buçuk aydır baya bi şeyler birikti hayata dair. En son doğum günümden sonraki gün dizi setinden sonra İstanbul’dan blabla uygulamasından tanıştığım 3 kişi ile beraber Bodrum istikametine doğru yola çıktım. Mecidiyeköy’den çıkıp Capitol’ün önünde hepsini aldım. Çok güzel bir yolculuk yaptık. İki arkadaşı Bornova’da indirip, aynı yerde bi çifti aldım yola devam ettim. Çifti söke’de bıraktım ve son arkadaşla Bodrum’a kadar devam ettik.
Ailemi özlemişim, bodrumun sakinliğini, müstakil yaşamı, doğal hayatı, bahçemizi, organik bitkilerimizi, ormanın yeşilini, denizin iyotlu turkuazını falan.. annemin mis gibi yemeklerini yedikten sonra tertemiz bir uyku çekmişim. Ertesi sabah komşunun kümesinden aldığımız yumurtalar ve kendi yaptığımız peynirler ile muazzam lezzetli bir kahvaltı yaptım. Sonra sahile çıkıp bir yürüyüş. Sonraki günlerde orman yürüyüşlerim de sıklaşıcaktı. Annemle babamı alıp yalıçiftlik turu yaptık. Tabi her kavşakta jandarmalar ateş kontrolü yapıyorlardı. Bu bölgede çok abes geliyordu böyle kontroller, neyse herkes görevini yapıyor sonuçta diyerek gezmeye devam ediyorduk.
Günler ilerledikçe can sıkıntımı gidermek için kuzenim enişte ve çocuklarıyla vakit geçirmeye başladım. Klasikleşen 101 maçlarımız iddaalı hale gelmişti. Büyük bir hırsla oynuyor, eğleniyorduk. Sonra bi kız arkadaşla tanıştım. Son bir buçuk ayımı onunla geçirdim. Beraber yemek yapıyor, film izliyor ve sevişiyorduk. Karantina günlerinde daha başka ne yapılabilirdi ki? Hiç haber izlemiyor, gündemi takip etmiyorduk. Kendimize kozmik bir yaşam tasarlamıştık, onu yaşıyorduk sadece. Arada eve gidiyor aileme görünüyor, onların ihtiyaçlarını karşılıyordum. Sonra tekrar hatunun yolunu tutuyordum. Hiç bitmeyecek bir döngünün içine saplandığımı düşündüğüm olmuştu. Bu günler hiç geçmeyecek mi acaba?
Her seferinde kendimi, ne güzel yaşıyorsun işte, keyfine bak.. gibi iç seslerimle avutuyordum. Bi gün Akyaka, bigün Marmaris bi gün Muğla’nın şirin güzel köyleri şeklinde gezip takılıyorduk. Nasıl olsa burada yasaklar kalkmıştı. İstediğimiz gibi dışarıda olabiliyorduk. Akşamları yine pratik yemekler yapıp film izlemeye devam ediyorduk.
Babam telefon etti, annen çok hasta çabuk eve gel hastaneye götür bizi. Hadi, hiç dışarı çıkmayan hatta her şeyi abartısıyla yıkayıp paklayan kadın nasıl olur da korona olur? Alelacele eve gittim, yataktan kaldırdığım annemi apar topar hastaneye götürdüm. Tahmin ettiğim gibi rahatsızlığı başka sebeplerden çıktı. Enginar dokunmuş, klasik besin zehirlenmesi gibi bişey..
Bahçemiz çok güzel olmuştu. Salatalıklar ilk mahsüllerini vermeye başladı. Kütür kütür yemesi çok zevkli. Mis gibi kokan domatesler, yumuşacık çıtır biberler.. marulu rokası soğanı sarımsağı hepsini koparıp yemek, hatta yine zeytinyağı ile salatasını yapmak muazzam lezzetli.
Üzümler,  sarmaşık ve begonviller evin terasına kadar çıkmışlar. Onlar için çardak yapmaya karar verdik. Bir hafta uğraşıdan sonra onu da hallettik. Altına da bahçedeki onlarca saksı çiçeğini altına dekore edip güzel bir yaşam alanı daha oluşturduk. Nihayet bizim de deniz manzaralı bir çardağımız olmuş oldu.
Bahçemiz o kadar verimli ki, toprağa ne atsan çıkıyor. Geçen senelerden yiyip çekirdeğini rastgele fırlattığımız erik, kayısı, şeftali, yeni dünya ağaçları boy boy olmuşlar. Limon portakal ve mandalina zaten vardı. Böylece meyve bahçesi de kendiliğinden oluşmuş oldu. Ayrıca Nar, Zeytin ve çağla da mevcut. Hatta, tozlaşmadan dolayı birer metrelik palmiyeler bile çıkmışlar.
Başka bir komşumuz da balıkçı. Zıpkınla balık avlıyor ama oldukça profesyonel, bi gidişte 3-4 kilo toplayıp geliyor. Biz ona limon veriyoruz o da bize balık veriyor. Burada para geçmiyor, takas yöntemiyle alış veriş yapıyoruz.
Mumcular da karaova bölgesinde profesyonel şarap yapan bi abi var. 4 sene önce ben de yapmıştım. Ama o bu işi uzun yıllardan beri yapıyor. Bi trafik kazası sonucu tekerlekli sandalye ile yaşıyor. Bu olaydan sonra kendisini şarapçılığa vermiş. Evinin bahçesine bağ kurmuş ve mahzen inşa etmiş. Hatta, şarap kafe bile yapıp ziyaretçilere açmış. Oldukça yoğun yabancı turist müşterileri var. Şaraplarına patent ve marka bile almış. GAROVA şarapları.. babamla oraya şarap almaya gidiyoruz. Her seferde bir koli alıyoruz, biraz muhabbet sonra sen sağ ben selamet.
Eve gelip bahçedeki taş ocakta balıkları mangala atıyoruz, bahçedeki sebzelerle süper bir salata, yanına da muhteşem Garova şaraplarını açıyoruz, değme keyfimize sonra.
İşte böyle böyle 31 Mayıs’a kadar geldim. 1 Haziran’daki dizi setim için yola çıktım. Tam 8 il geçtim. Muğla-Aydın-İzmir-Balıkesir-Bursa-Yalova-Kocaeli-İstanbul. 750 km. yolu aştım da İstanbul’a geri döndüm.  Her il giriş çıkışlarında trafik polisleriyle muhatap oluşum da ayrı bir komediydi. İzin belgesi soruyorlar, ben de onlara Hes Uygulamasından aldığım kodu gösteriyorum. Kimisi geç diyo, kimisi o geçmiyor evrak yok mu diyor, kimisine ben öğretiyorum. Yani ülkenin polisi bile olaya tam hakim değil. Zorlaya zorlaya bütün polis noktalarından bi şekilde geçtim. İstanbul’a ulaştım nihayet.
Ertesi gün setteyim, ses-ışık-kamera hazır, kayıııııt-oyun..