SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

28 Eylül 2007 Cuma

ULAŞ TUZAK

Belki gidersin çok uzaklara
Kaybolmuş aşkını yazıyorum sana
Seviyorsan ne olur dön bana
İnan sana olan sonsuz aşkıma
Senin aşkın pervane midir dönsün?
Neden ben ağlayım elalem gülsün?
Seni benden ayıran kahrolsun ölsün
Seni seviyorum Bandırma bilsin..
Aşkını kalbime kaleminle yazsınlar
Ve mendilini kanayan yarama bassınlar
Sana kavuşmadan ölürsem eğer
Kabrime gülmeyen Ulaş yazsınlar..

Yaşıyorum Demek

Çok merak ediyorum kendimi
Başıma birşey mi geldi
Öldüm mü kaldım mı
Hiçbir haber yok kendimden
Bu sabah kapımı çaldım
Kapıyı açan kendim
Bir süre kendime baktım
Bu güleç yüz bendim
Oh ne güzel bir sabah
Bugün de yaşıyorum demek
Benden başka yok kimsem
Beni merak edecek

|

ŞİİRE TUTUNMAK

Yok başka hiçbir umarın
En granit kayanın en ortasında
Balta girmemiş karanlıklarında kıpırtısız
Ya ölmektir kurtuluşun
Yada şiir tutunmak

O en gergin tele şöyle bir dokun
Son tınıyla tel kopsun
Ayak sesleri duyulsun ölümün
Her yanın her yönün çıkmaz
Nereye baksan yok
Hiç bile herşey sayılır o bulunduğun yerde
Kurtarırsa kurtarır ancak
Yine şiire tutunmak.



Aziz NESİN

Tren garba açılan bir penceredir..

GARBA AÇILAN PENCERE

Biz artık buna alıştık: tanınmış bir gazeteci. bir yazar, bir politikacıyla. bir yönetmenle birlikte bir geziye çıkmışsa, uğradıklan yerlerde o politikacı, o yönetmen nutuk çekmişse. gezi dönüşünde yazar herkese şöyle der:
- 0 nutku ben hazırlamıştım.
Öyle nutuklar dinlemişizdir ki. sonradan söylenilenlere inanmak gerekirse. o nutku, beş kişi, on kişi yazmış olduklarını iddia etmişlerdir. Hiç değilse. yazılmış olan nutku düzeltmişlerdir. Böylece, bizdeki siyasi nutuklann çoğunun neden saçmasapan olduğu daha iyi anlaşılır.
Onun için politikacılar geziye çıkarlarken. en iyisi, dalkavuklarına güvenseler bile, anlanna gazeteci yazarlardan hiçbirini almamalıdırlar. Çünkü bunlar, onbinlerce kişi önünde politikacının coşkuyla oracıkta ezbere söyleyiverdiği nutku bile,
- Ben yazmıştım! diye sonradan övünürler.
Orada bulunanlardan daha kırkına varmamış bir gazeteci.
- Ben de çok nutuk yazmıştım zamanında, dedi, yazdığım nu
tuklarla milletvekili seçtirdiklerini bile vardır. ilk nutkumu ondokuz
yaşımdayken Müftü için yazmıştım.
Bu girişten sonra nutuk hikayesini anlatmaya başladı:
- Bizim orası küçük yer, taşra ili... Küçük yerde büyük görün
mek kolay oluyor. Ben de daha lisenin onuncu sınıfindayken. ilin
tek gazetesine başyazılar yazmaya başlamıştım. Herkes ‘Kalemi
kuvvetli maşallah” diyordu.
Liseyi bitirdiğim yıldı. Bizim ile demiryolu ulaştı. ilk tren gelecek. Herkeste bir hazırlık. bir hazırlık...
Müftü Efendi bizim uzaktan akrabamız olur. Bana bir haber gönderdi: ‘Aman bir nutuk yazsın, trenin geldiği gün okuyacağım...”
Müftü Efendi çok sayılan bir bilgin kişi. Çocukluğumuzdan beri büyük, küçük hep böyle duvmuşuz. Bize göre. Müftü Efendi’nin bilmediği hiçbişey yok. Gencimiz, vaşlımız buna inanmışız. Sanı57
rım, Müftü Efendi o zaman yetmişini geçkindi. Bembeaz uzun sakalı vardı. Evinden pek seyrek çıkardı. Böylece ağzından dökülen her hece. an bir değer kazanırdı. Biz onun çok derin bilgisini, bu susuşundan çıkanvorduk.
En çok bildiği tarih, bizim ilin tarihivdi. Bütün il sınırlan içinde geçmiş olaylan bilirdi. Şu evde kimler yaşamış. neler yapmışlar, eski yangınlan. Bizanslılar zamanını, islam ordusunun bu kenti zaptını, herşeyi, herşeyi bilirdi.
Bütün kent halkı Müftü Efendi’yle ovunurduk. Vali. Belediye Başkanı filan, bunların hepsi Müftü Efendi’den çok sonra gelirdi. Büyüklerden biri şehnmize gelse, hemen ziyaretine gider, Müftü Efendi’nin elini öperdi.
işte bu denli önemli kişi olan Müftü Efendi’nin, şehrimize ilk trenin gelişi günü yapılacak törende bir nutuk söylemesi gerekiyordu. 0 da bu çok önemli nutku yazma görevini bana vermişti. Bu işin ağırlığı altında ezildim. 0 yaşta. istanbul. Ankara gibi büyük şehirleri bile daha görmemişim, ilk trenin gelişinde neler söylemenin gerekli olduğunu bilmiyordum. Bütün bilgim, okuduğum bikaç kitaptan, gazete ve dergi azılanndan geliyor. Çok sıkı çalışarak üç günde, bir nutuk hazırladım. Müftü Efendi’ye amcamla gönderdim.
Trenin ilk gelişi günü büyük tören yapıldı. Bütün şehir halkı istasyona yığıldı. Lokomotif geldi. Kurbanlar kesildi. Önce Vali bir nutuk söyledi, arkadan Müftü Efendi... Ben, Müftü Efendi’den daha heyecanlıydım. Nutkun hl aklımda kalan parçalan aşağı ukan şunlar:
“Tren, garba açılan bır penceredir. Bu pencereden ziya girecek, yalnız ziya değil başka şeyler de girecek. Medeniyet, tekerleklerin Üstüne binerek bize kadar geldi. Tekerlek ne demektir2 Tekerlek, medenıyetin ayağıdır. Tekerlek olmasaydı, dünyada hıçbirimiz olamazdık. Biz bugün tekerleklerin sayesinde ilerliyoruz. Şu tünele, şu dağların içine açılmış delıklere bakınız. Şu gördüğünüz delikten neler doğacak neler. Nurlu istikbal bızimdır.
Bu bir hazinedir. Eline geçirdiğin bu hazineyi iyi kullan hemşehrı’ Ivi kullanırsan, çok para kazan ırsın, zengin olursun, itıbarın artar.
Tekerlekleı raylar üzerinde kayacak, tşler eskisi gibi zor değil. Her seferi seni zengin edecek hem şehri’ Kaç sefer olursa o kadar krlısın.
İş yol açılıncaya kadardı. Bir kere yol açıldı ya, artık bütün hem şehrılerımız bu yolun üstünden kolaylıkla gidip gelecektir. Mallarımızın değeri artacaktır. Sen de malının değerini, kadrini bil’..
Cumhuriyet sayesinde önümüze gelen bu malın kıymetini bilelim; binerken, üstüne basarken, içine girerken titremelıyız. Dikkatli binmezsek bozulur, sonra bizden başkaları kullanamaz. Elin, yabancının malı değil ki hor kullanalım. Kendi malımız, bütün hemşehrilerimizin. Hepimizin ortak malımız..”
Ondokuz yaşında. taşra lisesini yeni bitirmiş bir genç başka ne yazabilir, işte böyle şeyler...
Müftü Efendi’nin nutku, umulandan da çok alkışlandı. Öbür nutuklann hiçbiri, Müftü’nün nutkunun etkisini yapmadı. Alkış kıyamet... Herkes “Bizim Müftü gerçekten derin hoca...’ demeve başladı. Doğrusu, Müftü Efendi de nutku hem iyi ezberlemiş. hem de güzel. heyecanlı söyledi.
O günden sonra. nerede bir tören, bir toplantı olsa, Müftü Efendiyi nutuk söylemeye
çağırdılar. Müftü Efendi de her gittiği yerde hep o nutku tekrarlaıp durdu. Yalnız nutkun içinden “tren” kelimesini çıkanvor. geri kalanlannı olduğu gibi söylüyordu. Nutuk herkese o denli güzel geldi ki. hiçbirimiz nutku tekrar tekrar dinlemekten bıkıp usanmıyorduk. Cumhuriyet Bayramı’nda. bir kereste fabrikasının açılışında. büvüklerden birinin şehre gelişinde, hep bu nutuk söylendi.
Ziya adında bir akrabamız var, babası çok zengin. Bunlar istanbul’dan bir gelin getirdiler. Görülmemiş. duvulmamış bir düğün yapıldı. Düğün ziyafetine: şehrin bütün ileri gelenleri çağnldı. Biz de gittik. Aile çok mutaassıp. ama son derece mutaassıp... Kadınlarla erkekler ayn odalarda yemek yivoruz. Ne de olsa gelin istanbullu olduğundan. yemekten sonra kadın erkek hep bir a-rava toplanıldı. Müftü Efendi’ye konuşması için rica edildi. Doğrusu, Müftü Efendi konuşmak istemedi. Ama öyle zorladılar ki, adamcağız konuşmak zorunda kaldı. AYağa kalktı, başladı konuşmaya:
59
“Muhterem hem şehrılerım’
Yeni kurulan bu yuva, garba açılan bir penceredir
Daha nutkun başında bir hoşnutsuzluk mınltısı başladı. Ailenin pencereye. hele garba açılan pencereye benzetilmesi. bizim mutaassıp çevremizin insanlannı
sinirlendirdi. Müftü Efendi gelini göstererek devam etti:
“Bu pencereden ziya girecek, yalnız ziya değil, başka şeyler de girecek...”
Zaten istanbul’dan kız aldığı için yayılan dedikodulardan sinirli olan damat Ziva’nm kaşı. gözü oynamaya başladı. Ziya’nm elleri titriyordu. Müftü Efendi devam etti:
‘Medeniyet, nur gibi medeniyet, tekerleklerin üstüne binerek bize kadar geldi. Onu hepimiz kucaklayıp bağrımıza basacağız. Çünkü o hepımizindir”
Sinirli, kızgın öksürüklerle nutuk kesiliyordu.
“İşte karşınızda tekerlek’ Tekerlek ne demektir2 Tekerlek olmasaydı, dünyada hiçb irimiz olamazdık. Tekerlek medeniyettir. Biz bugün tekerleğe. medeniyetin tekerleğine kavuştuk.
Damat Ziya elini arka cebine attı. Bir cinayet olabilirdi. Bu gergin havada Müftü Efendi, nutkuna devam etti:
“Şu tünele Bu delikten neler doğacak, Nurlu istikbal bizimdir”
Yer ver yükselen mınltıları, her zamanki gibi başansının sesli gösterisi sanan Müftü Efendi. damat Ziya’ya dönerek şöyle dedi:
“Bu bir Eline geçirdiğin bu hazineyi iyi kullan hemşehri Ivi
kullanırsan çok para kazan ırsın, zengin olursun, memlekette itibarın artar. İşler eskisi gibi zor değil artık. Her seferi seni zengin edecek. Kaç sefer olursa o kadar kdrlısın genç hem şehri ‘...
60
Arkadaşlan, damadın elini tutmasalar, kan dökülecekti. Kayınpeder. Müftü Efendi’nin
kulağına bişeyler söyledi. Müftü Efendi, başını salladı, nutkuna devam etti:
“İş, bır kere yol açılıncaya kadardır. Yol açıldı ya, herkes rahat rahat gidip gelecek. Arkadaş. cumhuriyetimizin sayesinde sahip olduğumuz bu kıymetli malın değerini bilelim; binerken, üstüne basarken, içine girerken ti tremelıyiz. Dikkatli b inmezsek, çab ucak bozulur, başkaları ıstıfade edemez, yabancının malı değil ki, hor kullanalım. Kendi malımız..”
Arkadaşlan dışan çıkardıklan için. damat Müftü Efendi’nin sözlerinin sonunu duymamıştı. Nutuktan sonra bir soğuk hava esti. Müftü Efendi, neden alkışlanmadığına çok şaştı. Ziyafet dağıldı.
Üç gün sonra da Ziya. İstanbul’dan getirdiği güzel gelini geri gönderdi. Boşandılar.

MUTLU OLMA ŞANSI

Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili
biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını
acımız yaptık çünkü.
Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile
içimizi parçaladı.
Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk...
Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı.
Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak.
Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
Yaşamak ne güzeldir be sevgili...
Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek...
Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın

rakıname

rakıname

içmesinin bilene
zevk-u sefadır rakı
içme'yi bilmeyene
cevr-ü cefadır rakı.

bir münasip mikdarı
muhabbet anahtarı
kaçırırsan ayarı
can'a ezadır rakı.

ne dert kalır, ne keder,
içeni mes'ut eder.
içebilirsen eğer
ruhu ciladır rakı.

ham ervahsan yanaşma
arif'sen ondan şaşma,
iç ama, haddi aşma
ferahfezadır rakı.

yarattığı ahengi,
ne saz verir ne çengi,
terbiyenin mihengi
dense sezadır rakı.

beyaz peynir, domates,
yanına bir kavun kes,
çiğ köfteyle ne enfes
bir iptiladır rakı.

biraz tuzlu leblebi,
kadehin billur leb'i,
dudakları öpmeli,
yoksa hebadır rakı.

ehli kemal olana
zevkle hem'hal olana,
sohbette tad bulana,
yar'ı vefadır rakı.

misten ala kokusu,
ana sütü gibi su,
şu ki sözün doğrusu
müstesna ma'dır rakı.

dost bezminde sohbette
neşe-i muhabbette
her manevi lezzete
bir vasıtadır rakı.

nükte, cinas anlayan
ahengi-i bezm'e uyan,
içip zırvalamayan,
işte o'nadır rakı.

eşek içince zırlar,
köpek içerse hırlar
kedi içse tırmalar,
insanlar'adır rakı.

al kadehi eline,
dokun gönül teline,
muhabbet alemine,
bir merhabadır rakı.

adabı, erkanı var,
zamanı mekanı var,
kimin ki iz'anı var,
o na şifadır rakı.

gönül dargınlarına,
vefa kırgınlarına,
hayat yorgunlarına,
haza devadır rakı.

mirkelamoğlu der ki:
had bilmezsen eğer ki,
öyle rüsva eder ki,
başa beladır rakı..

necip mirkelamoğlu

YALNIZ BİR OPERA

YALNIZ BİR OPERA

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
Ölü kelebekler...
Ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

MURATHAN MUNGAN

AŞK ÜZRE

AŞK ÜZRE

Sevişirken yılan bile dokunmaz
Tapınmakta aşktan saygın olamaz
Sevda üzre yıldırım olsa çarpmaz
İstiyorsan uzak kalmak ölümden
Hep aşk üzre olmaslısın a canım
Ki ölüm de sevişirken kıyamaz

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Çiçu - Aziz Nesin

Sen istediğin kadar böyle gıcırtılı ayakkabılar giy
ayakkabının gıcırtısı gibi
böyle dışındaki küçük seslerle
içindeki sessizliğin gürültüsünü bastıramazsın..
köpeğin havlamasıyla
kedinin miyavlamasıyla
kuş sesiyle
komşuların kavgalarıyla
çalar saatin melodisiyle
kurtulmaya çalışman boşuna..
boşuna biliyorum..
içimdeki sessizliğin gürültüsünden sağır olucam..
her gece eve gelip
anahtarı deliğe sokup çevirince
o soğuk demirsi gıcırtı
beni içinde boğucak genişlikte yayılıyor beynime..
adımımı atıyorum, çıt yok, çıt..
yalnızlığımın soğuk karanlığı üstüme üstüme soluyor
abanıyor bi sessiz uğultu sırtıma..
üşüyorum karanlığın suskunluğunda
korkuyla hemen elektrik düğmesini çeviriyorum
gözüm telefonda..
birisi, kim olursa olsun birisi
telefon etsin diye bekliyorum..
saat çalsın diye
köpek havlasın diye
kedi miyavlasın diye bekliyorum..
Çiçuu, çiçuu
konuşsana çiçu..
lami, lami miyavlasana nolur..
piki,sesini, sesini çıkar piki..
dışımdaki sesler, bana yaşamakta olduğumu anlatın..
nedir bütün bunlar
benim zavallı deliliklerim;
avunmak için, kurtulmak için..
bu suskunluk, keskin keskin
sivri sivri dişliyor beynimi..
bi ses, bi ses, ne olursa...
sanki açılıvericek kapımda..
(rüzgardan pencere açılır, pencereyi örtmeye gider, o sıra karşı camdakileri görür ve çiçuyu arkaya götürüp dürbün alıp gelip onları izler...)
Tüh kapadılar..
Ne vardı sanki perdeyi örtücek..
Çiçu, çiçuu!
karnın acıkltı mı şekerim?
yani kavga etmek için bahane mi arıyorsun çiçu?
yine neoldu da surat asıyorsun
ne yaptık şimdi?
kim, ben mi?
nezaman komşu evlerini dikizlemişim?
yazıklar olsun sana
benim gibi ciddi bi insana nasıl da yakıştırıyorsun öyle şey..
hadi yine hiç yoktan kavga çıkarma da
güzel güzel yemeğimizi yiyelim..
yeter artık be, sus yahu, iftira etme bana!
Çiçu, şu dudulların da yemini veriyim
sonra biz yemeğe otururuz..
Dudullarım benim..
şu koca dudula bak hele, saçaklı dudul..
Açgözlüler, yeminiz gecikti mi biraz
hemen yavrularınızı yersiniz.
Biliyor musun bigün nolucak çiçu..
bi akşam şu kapıdan içeri girip
bir de bakıcam ki
sen elinde pikinin yemeği
onun karnını doyuruyorsun
buracıkta şaşırıp kalıcam
aaa, çiçu yürüyor diye şaşırıcam..
hiç kımıldamadan, konuşmadan
kapının önünde durup
seni seyredicem arkandan..
sonra laminin de karnını doyurucaksın..
geldiğimden, içeri girdiğimden
burdan seni seyrettiğimden habersiz
yumuşun yemini, suyunu vericeksin..
sonra dudulların suyunu değiştiriceksin..
ben ayaklarımın ucuna basa basa
yavaş yavaş arkana gelip
Hoott! diye bağrıcam
sen korkucaksın..
ay sen misin, ödüm koptu, öyle korktum ki, diceksin..
konuşucaksın bigün çiçu..
Bay beyti, nasılsınız?
hıı, senin demi karnın acıktı?
sıra sende beyti..
hayır, bu havada bahçeye çıkamazsın..
biliyorsun ya, geçen gün,
çocukların elinden zor kurtardım seni..
hadi gel, senin de karnını doyuralım..
Ooo, risami..
az kalsın susuzluktan kuruyucakmışsın..
vah vah..
senin sesin çıkmıyor öbürleri gibi..
ne ötebiliyorsun
ne miyavlıyabiliyorsun
ne de havlıyabiliyorsun..
şu dudullar gibi
aç kalınca, kendi yavrularını da yiyemezsin..
Konuşsana çiçuu,
sende bişey söyle
aç ağzını nolur.....

Ekmek Şarap Sen ve Ben

Ekmek Şarap Sen ve Ben
Birde sabahın dördü Dışarda kar Odamız ılık Gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe Anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir çocukla yattığını Aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını
Kıskandım Gogeni Tahitilim Terlemiş vücudunu silerken Cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini Saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum Güneşi doğurmuştu ölü cisim Martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında Nefesin vücudumu yakıyordu yer yer Sam yelim Sahra-i kebirim
Kahrettim her şeye o gün Babanın çarap çanağına, Gogen'e, kadere, sana, bana birde gittiğin arabanın tekerine
Ne diyordum arkadaş.... Diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim Ama içerken düşünmem neden içiyorum diye Daha sonra yaparım hayatın felsefesini Sırayla olurum Fatih, Selim, Kanuni Bazen kadın hamamında tellak.... Bazen Cristof Kolomb Napolyon'ken düşünürüm elbede geçen günleri Timur'ken Beyazıt'ı yenişimi.... Bir kere Aristo'nun hocası olmuştum Ona verdiğim dersle gurur duymuştum
Bazen Jan Dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman Bazen odununu ateşleyen bir cellat olurum Eğer daha da içersem Shaskespare halt etmiş derim karşımda Salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de İşte Mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim Enayiymiş be Platon... Bir içsinde görsün....Ne felsefesi varmış bu hayatın Anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu
Islak kaldırımlarda yürürken acırım Önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline Ukalalık işte derim neme lazım senin Kendine bak; sende bir serserin, bir sarhoş.... Ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım Şehrin hizbe sokaklarında Yavaş yavaş kaybolur benliğim.

31 Mayıs 2007 Perşembe

ULAŞ TUZAK

yıldızlarımız parlasınlar yepyeni bir ateşle
ya da yok olup gitsinler
kavgamız aşk yüzünden
eğer afrodit ödüllendirirse beni emilianın sevgisiyle
tanrıça zaferi de verir bana
ruhlarınız kaynaşsın benimkiyle
soyluluğunuz kişisel bahtınız yapsın benim amacımı
tanrıça afroditten yana koyuyoruz tavrımızı
gücünü bizden yana kullansın diye ona yalvarıyruz

selam sana gizlerin egemen kraliçesi
gücünle en acımasız zorbaları kız gibi ağlatabilirsin
bir bakışınla susturabilirsin aresin savaş davullarını
fısıltılara çevirebilirsin silah başı bağırtıları
koltuk değnekli bi sakatı koşturabilir
onu apollon dan daha çabuk iyileştirebilirsin
sen istesen uyruğunun uyruğu yapabilirsin bi kralı
zayıf hasta bi ihtiyarı dans ettirebilir
saçları dökülmüş müzmim bekar bi erkeği
bahar ateşlerinin üstünden atlatabilirsin yine delikanlılar gibi
yetmişinde bi ihtiyarın hırıltılı kısık sesini
aşk şarkıları söyletebilecek duruma dönüştürebilirsin!