SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Kadın-2

Acılarını unutturan bir bezginlik dolmuştu kadının içine. Sebebi gereksiz asabiyet.. Sen kazanamayacaksın kızım, tek başına kazanılmaz bu savaş. Onu biraz daha kırıp dökmeliyim ki anlasın değerimi. Kalktı, salonun içinde yumuşak adımlarla dolaştı. Ayakkabılarının topuklarından rahatsız oldu, onları çıkarıp terliklerini giydi, aynı yumuşaklıkla gezinmeye devam etti, bir diğer odaya geçti, kapıyı kapattı ve kapının arkasında durdu bir süre. Aklından şeytani planlar geçiyordu ama uygulamak için yeterli cesareti yoktu. Birden irkildi, bu ben olamam! Salondan bir ses geldi, kapıyı hızla açarak etrafa bakındı, pencere açılmış perde hırçın bir şekilde dalgalanıyordu. Hemen oraya koşup pencereden dışarı baktı, kimse yoktu görünürde, ürktü ve ivedilikle pencereyi kapattı, hem tül perdeyi hem de kalın perdeyi çekti üzerine. Salon kararıvermişti, kadın ne olduğunu düşünmeyi bıraktı, yalnız yüzündeki şaşkınlığı atamadı. Kaçar gibi dış kapıya yürüdü tekrar ayakkabılarını giydi ve dışarı çıkmaya yeltenmişti ki az önceki odadan aynı şekilde bir ses daha duydu. Oraya gidip bakmak istiyordu ama tüyleri dikelmişti bi kere, ne kapıdan dışarı çıkabildi, ne de odaya girip bakabildi, orada donup kaldı. Bir süre sonra odanın yarı aralık kapısından salona doğru süzülen irice, alacalı tüylü, ürkek ve bir o kadar da kendisine düşmanca bakan bir sokak kedisi gördü. Ne şimdi bu? Nasıl tırmandın beş kat yukarı seni lanet olası hayvan! Ödümü koparttın, gel buraya..
Ne yaptığını bilmeden iki adım atıp durdu, sonra kedi fare oyunu gibi bir kovalamaca başladı evin içinde. Tekrar salona geldiklerinde kadın, bütün odaların kapısını kapattı ve kediyi antrede sıkıştırdı. Kedinin pes etmeye hiç niyeti yoktu, aynı şekilde kadının da ama baya yorulmuşlardı. İşte buraya kadarmış, seni küçük şeytan! Son bir hamleyle kedinin üstüne çullandı, yerde bir süre yuvarlandılar, kapılara duvarlara çarptılar, kedinin ve kadının çığlıkları birbirine karıştı. Bu boğuşmanın ardından kadın kediyi ensesinden yakaladı ve nihayet kapı dışarı etti.
Antreden lavaboya girdi, şöyle bir dönüp de karşıdaki aynada yüzünü görünce tanıyamadı kendini. Bir anda kapıldığı panikten kurtulma çabasıyla aynaya biraz daha yaklaştı. Acıları artmış gibiydi. Sol göz kapağı mosmor olmuş ve şişmişti. Bu şişliğin altındaki gözü kızarmış, ve etrafında çizikler oluşmuştu. Alt dudağının ucu patlamış, burnunda ve dudaklarının kenarında pıhtılaşmış kan lekeleri bulunmaktaydı. Saçlarına götürdüğü elini acıyla çekti, sonra hafifçe parmaklarını dolandırdı. Başının bir çok yeri tırnak darbeleriyle doluydu. Hele sağ kulağının arkasında bir yer vardı ki, dokununca bulantı geliyordu içine. Boynundan göğsüne doğru uzanan ince bir çizgi, kılıç izini andırıyordu. Bu vahşi yırtık, hırpalanmış başını, gövdesinden ayırmış gibi görünüyordu. Yavaş yavaş soyunmaya başladı. Bluzunu çıkardı, gevşemiş sütyenini çıkarıp attı. Memelerine dokundu, bir süre kendini okşamaya kaptırdı. Nefes nefese kalmıştı, neredeyse orgazm olacaktı. Fena halde yorulmuştu, durdu, sakinleşmeye, kafasını toparlamaya çalıştı. Musluğu açıp suratına üç dört kez su çarptı. Kurumuş kan lekelerinden arındırdığı yüzünü havluyla yavaşça sildi.
Mutfağa geldi, yuvarlak kahvaltı masasına oturdu ve bir sigara yaktı. Kısa sürede neler olup bittiğini tekrar hatırlamaya çalıştı. Zalim bir kocam olsa ancak bu kadar benzetebilirdi beni.. Alaycı bir tonda güldü, sonra daha da güldü, iyice çığlık atarak güldü, duvarlar yankılandı. Sigarayı söndürdü, gülmesi biter bitmez ağlamaya başladı. Çok hızlı duygu değişimleri yaşıyordu, manik depresif bir psikolojiye büründü. Telefonunu eline alıp adamı aradı.
Ne olur beni yalnız başıma bırakma, lütfen bırakma beni. Gel gör şu halimi, nasıl uyuyabilirim bu halimle, yatak öylesine çekiyor ki ama dayanılmaz ağrılarım var.. karyolaya bırakıverdi kendini, adam bişey diyemedi, telefon kadının elinden düştü, adam da bir süre kapatamadı telefonu, sessizliğin içindeki kadının acılı nefeslerini dinledi. Onu çağıran güçlü şehveti duydu, ona ihtiyacı vardı, tam da o an orda olmalıydı. Kapandı telefon..
Kadın, uyumakla sızmak arasında bir yerlerde kıvranmaktaydı. Bir ara gözlerini açtı, anlamsız bakışlarıyla odayı süzdü. Gözünün önüne yine o lanet kedi geldi. Sivrisineği kovar gibi eliyle bu görüntüyü savdı. Ne uğraşır benimle bu kedi yahu! Bırak da uyuyayım biraz, hadi git başımdan..
Kapı çalındı. Kadın yerinden fırladı ancak dinmiş acıları aniden tekrar sızlamaya başladı. Yüzündeki acı ifadeyle kapının arkasına kadar geldi. Dürbün deliğinden baktı, gelen adamdı. Elinde bir çiçek ve bir şişe şarapla kapının önünde durmaktaydı. Geliyoruuuum! diyerek zaman kazanmaya çalıştı. Hemen çıplak olan üzerine, dolabından eline ilk geçen askılı elbisesini geçirdi. Dağılmış saçlarını alelacele iki yana atarak düzeltti ve kapıya koştu. - Özür dilerim, uyuyakalmışım, müsait değildim, beklettiğim için özür dilerim. – önemli değil, bunlar senin için. – ayy, çok teşekkür ederim. Çiçekleri alıp masada ağzı açık duran içi yarı su dolu sürahinin içine koydu. Adama dönerek, - bişey içmek ister misin? adam elindeki şarap şişesini kaldırarak, -bit tabi.. – süpersin, şu anda ihtiyacım olan şey tam da buydu. Adamın elinden şişeyi alırken dudağına bir öpücük kondurdu. – hemen açıp geliyorum bebeğim.
Çiçeklerin bulunduğu masaya oturup şarabı bitirene kadar sohbet ettiler. Adam, kadının yaşadığı olayı, yer yer gülme krizlerine girerek, kah küçük bir kız çocuğuna bakar gibi hüzünlenerek, bazen de sevişmek isteyen bir kadının dayanılmaz cazibesine kapılarak dinledi. Kadın ise, tek ve sade bir yüz ifadesiyle adama baktı. Her an kendini onun kollarına atacakmış gibi hissetti ama tuttu kendini. İlk hamleyi adamdan bekledi, o gelip beni kucağına alsın, sarsın güçlü kollarıyla, öpsün, ısırsın sonra da..
Adam kadının karşısında ona bir şeyler anlatıyordu, kadının kulağında belli belirsiz akan ve giderek şiddeti azalan bir uğultu vardı. Adamın dudaklarına odaklanmış, kıpırtılarından ne dediğini çıkartmaya çalışıyordu. Başarılı olamadı, göz kapakları yas ilan edilmiş ülkenin bayrakları gibi yarıya inmişti. Artık yeter bu kadar muhabbet, sevişelim artık! Ne dırdır ediyor bu adam yahu, ne biçim erkek bu? Şimdiye kadar çoktan yatağa götürüp atmalıydı beni, soymalı, her yerime dokunmalı, okşamalıydı. Yoksa niye geldi ki? Acaba sadece muhabbet edip gidecek mi? Hayır olamaz, buna izin veremem. Mademki buraya kadar geldi.. Bir kedi kadar bile olamayacaksa adam denir mi buna? En iyisi ben başlatmalıyım.. masadan tutunarak ayağa kalktı, adama yaklaştı, kucağına oturdu. Boynuna sarılarak dudaklarına ateşli öpücükler kondurmaya başladı. Adam, yara bere içindeki bu bitap kadınla sevişmek istemiyordu besbelli. Nazikçe onu kucağından kaldırdı, kanepeye oturttu. Saati göstererek gitmesi gerektiğini anlattı. Kadın bir türlü gitmesini istemiyordu, tekrar tekrar boynuna atılıp öpmeye çalışıyordu. Her seferinde adam ondan kurtulup, ona dinlenmesi gerektiğini söylüyordu. – bu halde olmaz, yapamam, bugün iyice dinlenmelisin, hem şarap uyumana yardımcı olur. İstersen bir şişe daha içelim. – hiç fena olmaz. – gidip alayım o zaman. – yoo, yoo, dolapta var bir şişe daha, onu al gel. Fazla uzağa gidemezsin bebeğim. Benden kaçamazsın. diye mırıldanırken adam dolaptaki şişeyi alıp açtı, kadehlere doldurdu ve kanepede içmeye devam ettiler. İki kadeh sonra kadın tamamen sızdı, adam onu kaldırıp yatağına yatırdı, sonra usulca ayakkabılarını giydi, kapıyı sessizce kapattı ve gitti.

Halikarnas Şarapçısı

Hiç yorum yok: