SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Adam-10

Kadından ayrıldıktan sonra adam minibüste oturduğu cam kenarında karmaşık hislerden uzun süre kurtulamadı. Duygularında dağınıklık vardı, düşüncelerinde de, her şeyinde, bakışlarında bile.. Kendimi toplamam gerek, böyle gidilmez.. dedi. Kadına yalan söylemişti, eve gitmiyordu. Mesai arkadaşlarıyla buluşacaklardı, eski bir arkadaşının eviydi Ortakent’te. Bir gün önce de başka bir arkadaşında kalmıştı, onu da söylemedi kadına, güvensizlikten değil de gereksizlikten. Güldü kendi kendine, bütün arkadaşlarım da kadın yani ben napayım.. bir kadın, başka bir kadını, güzel ve ya çirkin olsun hiç fark etmez, yine de çekemez. Hele ki ortada bir erkek söz konusuysa.. Hiç gereği yok durgun suyu bulandırmanın, dedi.. nasıl olsa bir gün hepsini tanıyacak..
Tanıdığı çevrelerle sık sık buluşmak, onlarla arayı sıcak tutmak ta özverili bir işti. Adam da bunu yapma çabasındaydı. Kendi bile küçümseyecek gibi oluyordu bazı buluşmaları. Buydu belki de adam için bölüşülmüş yargı. Ortakent’li bir torbacının bir gün deyiverdiği sözler arkadaşları arasında şaka konusu olmuştu. – Abe çekipdurun, çekipdurun, kafayı bulamayıpdurun.. böyle giderse evin yolunu da bulameceksin..
Artık daha bilinçli ve daha güvenliydiler. Adamın gizli, önemli ilşkileri bulunduğunu düşünenler de az değildi arkadaşlarının arasında. Pis pis sırıtanlar olurdu, o da onlara acı acı gülerek karşılık verirdi. Pek derin konuşmazlardı içerken yalnız, biri vardı ki aralarında, işte onunla baş başa kaldıklarında dünyanın altını üstüne getirirler, açmadıkları kirli çıkın bırakmazlardı.
Bunlar beni ne sanıyorlar yahu? Daha küçük yaşlardan beri babasının dilinden düşmeyen devrimci şiirleri bazen onlarla birlikte söylemek, Nazım’dan bir dörtlük okuyup günün politik tartışmalarını yapmak, özel sorunlarına ilgili davranmak, becerebilirse yardımda bulunmak, onların gözlerinde büyüttüğü bütün bu şeyler, adamın yalnız yaparken mutluluk duyduğu değil, yapmazsa hayatın tadı tuzu olmayacağına inandığı şeylerdi.
Benden bir şey aldıklarını sanıyorlar, oysa her şeyi onlar veriyor bana.. Marina’da indi, biraz yürüdü, tadıdamak’tan iki peynirli poğaça aldı. Tekrar minibüse bindi, minibüs türk hamamı gibiydi. O kadar sıcaktı ki, terden vıcık vıcık olmuştu insanlar. en arka köşe boştu, oraya geçti yarım açık camı sonuna kadar açtı ve poğaçalarını yemeye başladı. Yolda dura kalka ve sallanarak giden minibüsün arkasında sürekli akan bir trafik, loş ışıklı farlar, izbe sokaklar, kapanmış ya da kapanmakta olan dükkanlar, cadde üzerinde eve dönüş telaşında ya da bir mekana yetişme arzusundaki kadınlı erkekli çocuklu karma kalabalık, bütün gün yiyecek peşinde koşturup duran yorgun sokak köpekleri, azgın bir kedi, yokuş başında bir deniz manzarası, vapurlar, tekneler ve bütün bu tabloyu çerçeveleyecek olan göz kapakları.. o niye yoktu bu tabloda? Gerçekten de kadın yoktu burada. İrkilir gibi oldu birden, çözüm aradı. Nedense başka bir adam geliyordu aklına. O da olmamıştı hiç. Yoksa adam da mı olmamıştı? Sonra yavaş yavaş bildiği her şeyi tek tek yargılar gibi, ayrıntılarıyla gözden geçirmeye başladı. Kadını, kadınla ilişkilerini.. haksızlık ediyorum galiba, ilk karşılaştıkları andan itibaren, dolaştıkları yerlere kadar sosyete, yarı sosyete her yer.. ya bir rastlantı ya da zorunluluktan gitmişti oralara da. Ne kökeni, ne alışkanlıkları, ne inandığı şeyler, ne de zevki o yerlerin kadını olmasına uygun değildi. Bizi yaklaştıran da bu olmadı mı daha ilk gecemizde? Evimizde içtiğimiz geyikli mumlar eşliğindeki kırmızı şaraplardan sonra sabahın beşine kadar ettiğimiz muhabbetler ve güneş dimdik yukarı çıkana kadar yataktan çıkmayışımız.. Ama kadın kopamaz oralardan, Fransa’da büyümüş ne de olsa. Yine de oranın çingenelerinden yoksulluğu görmüş, bi de sokaklarda dilenen çocukları.. Varlıklı soydan gelmek kolay kurtulunucak bir ego değil. Aman, nerden çıktı şimdi bu brujuvazilik.. Hep o torbacının yüzünden, bi türlü güzel mal getirmez ki arkadaş..
Evine geldiğinde bayağı garip duygular kaplamıştı adamın içini. Düşünmekten şimdi bile utandığı kuşkular doluvermişti içine. Hiç hoş bir şey değildi böyle anlamsız işler yapması. Ama ne yapsın? Başka çaresi var mıydı ki? Bulaşmıştı bir kere bu boka, tadını almıştı serseriliğin, nasıl düzeltecekti ki kendini, hayatına düzgün bir kadın girmediği sürece.. Girdi de ne oldu, ya? Düzeltebildi mi her şeyi? Güvensizlik nasıl düzelecek peki, yine de korkuyordu işte bazı şeylerin hiç düzelemeyeceğinden. Bu korku adamı, kendine olduğu kadar başkalarına da güvensiz kılıyordu. Kaldığı yerden yaşamaya devam etme havası vardı, biten hiçbir şey yoktu hayatında, geçici olarak tükenen şeyler, tükettikleri vardı sadece. Bunların yenisini tedarik ettiği sürece de, kalan zamanında bir problem yaşamayacak gibi görünüyordu..

Halikarnas Şarapçısı

Hiç yorum yok: