SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

12 Nisan 2013 Cuma

Mahremiyet Bölgesi

Yine neyi konuşmaya başladım ben bu gece kendi kendime, yine neyi düşünüyorum Allah aşkına.. Garibim, gerçekten çok garibim. Garipsiyorum kendimi, bu ben değilim, olamam ki zaten.. Nasıl bir ruh haline büründüm ki ben böyle.. Acaba yanlış mı anlıyorum kendi söylediklerimi diye düşünüyorum. Hayır, gayet te doğru anlıyorum, hem de daha önce hiç anlamadığım kadar. Bu içsel konuşmalarım, şüphesiz en gerçek hislerimin belirtisi. Ta kendisi hatta.. Yani kimseye söyleyemeyeceğim en saklı güdülerimi ve en yoğun dürtülerimi, kendi içime haykırıyorum. Hele bir de boşsa içim ne yankı yapar ne uğuldar bilir misiniz? Düşler, sanrılar, sıkıntılar ve debelenmeler hepsi diskoda dans eder gibi hoplayıp dururlar kalbimin boş kapakçıklarında.. Bir çıkış yolu olmalı, bir nefes alma sahası bulmalıyım kendime. Her yer duman altı, göz gözü görmüyor, başı dönüyor herkesin, peyderpey ilerliyorum loş ışıkların arasında. “Bunaldım ulan! Açın yolu!” diye bağırıcam ama o kadar yüksek ki gürültü ben bile duyamıyorum kendi sesimi. Bir el çıkıyor kalabalığın arasından, bana doğru uzatıldığı besbelli. Önce irkiliyorum, acaba kim bu hırsız mı? diyorum. “gel gel, takip et beni” işareti yapıyor. Çıkışa doğru gittiğini düşünüyorum, bana yardım etmeye çalışıyor galiba. Bir türlü yarıp geçemediğim hıncahınç bedenlerin arasında, tutuyorum elini can havliyle yüzünü bile görmediğim el sahibinin. Beni bir yere götürüyor ama neresi? o belli değil. Bir türlü çıkamadık gitti bu kafesin içinden, dön dolaş aynı yerin türevlerindeyiz. Çok mu uzak gittiğimiz bu yer? Nerede çıkış kapısı, çok sıkıldım artık yürümekten. Derken daha uzun, enlemesine geniş, kalın basamaklı ve dönerli bir merdiven çıkıyor karşımıza. Silindir sütunları gotik desenlerle süslenmiş, altın küpeştesi, mermer dekorlara ayrı bir heybet katmıştı. İvedilikle çıktığımız basamakların ruhen arındırıcı bir etkisi vardı. Son basamağın ardından saray kapısını andıran bir kapı belirdi önümüzde. Üzerinde hiyeroglif sembollerden oluşan bir yazı vardı, belki de gizemini kaybetmemek için böyle tasarlanmıştı. Tokmağından tutup ittirince kapı açıldı ve biz içeri girince kendiliğinden kapandı. Pencerenin önüne kadar geldik, elin sahibi boştaki diğer eliyle pencerenin pervazını indirdi ve her şeyin gri tonlarda göründüğü ortama kavuştuğumuzda nihayet bana doğru döndü. Siyah beyaz filmlerdeki gibi bir kadın duruyordu gözlerimin önünde ve adeta kedi gözü gibi fosforlu ışık çıkıyordu gözlerinden. Büyülüyordu, bütün uzuvlarımı zincire vuruyordu adeta, sanki köleleşiyordum, kımıldayamıyordum yerimden ve kendimi onun mahremiyetine teslim ediyordum istemsiz sadakatimle. Ulaş TUZAK

Hiç yorum yok: