SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

4 Haziran 2012 Pazartesi

Ayrılığın İkinci Yazında Sırılsıklam ve Aşık Olmak

Bazen hevesleniyorum işte gönlümün dikine gidiyorum. Kendikendime gelin güvey olup güldürüyorum bazı kimselere belki kendimi. Ah ulan aptal kafam, bunların olacağını zamanında düşünseydin şimdi hiç pişman olmayacaktın, kızmayacaktın kendine, dövmeyecektin dizlerini, başını vurmayacaktın kapılara, duvarlara.. Yıllar sonra böylesine derin anılara dalıp belki de ilk defa ağlamayacaktın, oluk oluk doldurmayacaktın göz pınarlarını. Belki aşık olmayacaktın ama mutlu olacaktın, huzurlu olacaktın, acı çekmeyecektin böyle. Ama haksızlık bu, acı çekmeden aşık olunmuyor ki, hep korktuğum başıma geliyor eninde sonunda.. Bugün seni bekledim sevgilim inciraltında, göletin kenarındaki yerimizde. Senin için döndüm sevgilim, senin için bıraktım geldim herşeyi. Sanki hiçbirşey değişmemiş gibi geldi bana, türkevinden yine güzel şarkılar geliyordu, balıklar dolanıyordu yosunların arasında. Onları avlamak için martılar fink atıyordu göletin üzerinde. Bir de çok güneş vardı sevgilim, çam ağacının altına geçmek zorunda kaldım, orası gölgeydi. Etrafıma bakındım, seni aradı gözlerim, yoktun. Senin eksikliğin çok dokundu o an. Ayrılığın ikinci yazındayız sevgilim, aklım gitti gönlümün dikine. Öyle heveskendim ki seni görmeye, öyle can attım ki tekrar kucaklamaya seni ama gelmeyeceğini biliyordum, hevesim kursağımda kalacaktı herzamanki gibi. Sonra mektubumun akibetini düşündüm biran, acaba gerçekten kaybolmuş muydu? Ne tesadüf bu? Yoksa takdiri ilahi mi? Mail de attım sonra istedin diye ama cevap yazmadın ki sevgilim, üstelik telefonlarıma bile bakmaz oldun. Nedir bu değişkenlik diye sordum kendime, havadandır dedim izmir havasından. Oyun oynuyorsun sandım ne bileyim, mesaj atıp çağırmak geldi içimden seni ama telefonun annende olacağını tahmin edemezdim öyle değil mi? Senin ağzından bana mesaj yazması da işin ayrı bir trajikomik yanı. Nerden mi anladım?Ebeveynlerimizin tipik yazım hatasından tabiki, boşluk yerine hep büyük harf tuşuna basıyorlar. Yanlışlıkla sms yerine mms göndermesi cabası. Her neyse birşekilde kendinde yazabilirdin mesajı ya da konuşabilirdin arasıra yaptığın gibi. Neyden çekindin ki? Yine anneni karıştırmamalıydın işin içine, yine çocukluk etmeye başladın sevgilim. Ama bu defa kızamıyorum sana, eskisi gibi eleştiri yağmuruna tutamıyorum, aşk nelere kadir değil mi? Oysa mektubumda da dediğim gibi seni büyüdün, olgun bir kadın oldun sanmıştım. Hoşuma giden yanın bu olmuştu aslında. Beni etkileyen, tekrar o eski duyguları anımstan düşünceler meğer yine yanılşgıdan ibaretmiş. Artık yanılgılardan, sanrılardan, hayallerden çok sıkıldım sevgilim. Gerçek dünyada yaşamak istiyorum, ister seninle ister sensiz, ben kararımı verdim sonunda. Bu duygusal, bu romantik hayatı terkediyorum. Evet seni seviyorum, evet sana aşığım ama daha fazla hayal kurmaya gücüm kalmadı, kusura bakma oyun bitti artık. Son kez öğleden günbatımına kadar hayal ettim seni küçük bir mezar açıp onlara. Son ana kadar bekledim karar değiştirip gelirsin, belki de sadece merak edip uzaktan bakarsın diye. Hava bulutlsanıp kapayınca mecburen kalktım. Kalkarken de içine seninle ilgili ne kadar hayalim varsa hepsini gömdüm. Tabiki de 5 saate sığdıramazdım herşeyi ama kabasını aldım sanırım. Genel bir gönül temizliğinden sonra bir kaşıntı başladı bende. Karınca yuvasının yanına oturmuşum farketmeden, hep içime dolmuşlar ve ısırmışlar keratalar. Bastım yürüdüm silkinirken kent ormanına doğru. Pazar günü ya, millet ailesini, çoluğunu çocuğunu, konusunu komşusunu, neyi kimi varsa hepsini toplayıp gelmişler, yayılmışlar yeşilliğe, yakmışlar mangallarını, kurmuşlar hamaklarını pikniklerini yapıyorlar. Ne güzel, nasıl huzur ve saadet dolu bir şekilde eğleniyorlar. İşte mutluluğun resmi bu abin, dedim birden. İmrendim onlara, keşke benimde çoluklu çocuklu bir aiielm olsa bende karışsam aralarına diye iç geçirdim. Şöyle yakardım mangalı başlardım etleri yellemeye, derken hanım salatayı hazırlardı ve çocukalr acıktık baba diye başıma üşüşürlerdi. Of ulan neler düşündürüyorsun bana kahpe felek.. Herneyse orayı da geçtikten sonra üçkuyular iskelesine doğru yol aldım yine başımda kavak yelleri, hava ise bulutlu. Ben kaçıyorum bulutlar kovalıyor, ben kaçıyorum onlar kovalıyor. Ne diye otobüse binmiyorum sanki? İçim sıkılıyor ya, yürüyerek atmaya çalışıyorum bu sıkıntıyı. Hava benden daha sıkıntılı baksana iyice buhran yaptı şıpır şıpır ağlamaya başlayacak birazdan. Göztepe köprüsünü geçtim neyse ki ama iyice hızladım, sağımdan solumdan bisikletler geçiyor sanki onlarla yarışıyorum. Az önce köprüden gelin ve damat geçiyordu fotoğrafçı eşliğinde. Güzel bir hatıra fotoğrafı evliliğe dair. İçimden köprüden geçti gelin şarkısını mırıldandım biraz derken küçükyalıya gelmişim. Ayaklarım yorulmuş, biraz oturup dinleneyim diyordum ki yağmur atıştırmaya başladı. Kalktım bir solukta konağa helmişim. Baktım içimdeki sıkıntı geçicek gibi değil, ordan da ver elini alsancak. İnsanlar yağmurdan kaçışıyor kordonda bense inadına yağmurun rahmetine bırakıyorum kendimi. iyice sırılsıklam olmak istercesine, içimdeki yangını söndürür umuduyla ama nafile.. Birden kendime geliyor ve bir cafeye sığınıyorum. Garson bir havlu uzatıyor, teşekür ederek havluyu alıyorum şaşkın bakışiların altında başımı siliyorum ve bira istiyorum. İçmeye başlıyorum yine her sıkıntıda yaptığım gibi. Allahtan sigaram yok, yoksa nice olurdu halim. Kredi kartı zaten limitleri zorluyor ve içtiğim bir tane biranın daha susuzluğumu bile gidermemesine sitem ederken kendimi cami durağında otobüs beklerken buldum. Gök nasıl da delindi böyle birdenbire? Nasıl da bomba gibi gürlüyor, savaşçı gibi çarpışıyor bulutlar. Sanki gökyüzünde tanrılar savaşı çıktı. Zeus habire saldırıyor, Ares'te karşılık veriyor ona. Hera aydınlatıyor karanlığı. O anda suyu yararak gelen 70 numaralı otobüsün kapısına hüum eden kalabalığın içinde akıntıya kapılan bir silüet olarak biniveriyorum otobüse. Arkalarda biryer bulup oturuyorum hemen ve düşünceye dalıyorum yine. İkibuçuk saatte inciraltından alsancağa yürüdüğüme şaşırıyorum. Daha kısa bir zaman gibi gelmişti oysa. Sıkıntılarımı atamadım ya belki ondan öyle gelmiştir. Herneyse, esneye poflaya geldim bucaya ama nasıl inicem? Eve nasıl gidicem? Bucayı sel almış.. İçimden bir yar sevdim el almış diye uzatmak geçti ama daha fazla arabeskleşmekten ürkmüş olmalıyım ki vazgeçtim. neyse inceoğlu fırının önünde yaklaşık 15-20 dakika kadar bekledikten sonra bir deli cesareti geldi içime, eve doğru koşmaya başladım. O da ne? Eve giden bütün yollar kapalı, ara sokaklar ırmak gibi akıyor. Ne yapmalı diye düşüne durayım ıslanıyorum ahmakça bu sağanakta. Kaymakamlık yolu da kapalı pazar yolu da. En sonun da pazar tarafından saldırdım ve orada artık pes edip kendimi sulların sllerin içine bırakıverdim. Eve kadar sırılsıklam, harap ve bitap halde geldim, kendimi öylece atmak vardı yatağa ama tabi bu da bir umut. Bir aksiyon filmi tadında eve geldim, sırılsıklam aşık denilebilirdi işte şimdi bana. Üzerimi çıkarmaya kalmadı evde bir sürpriz çıktı karşıma. Ev benden daha harap ve bitap halde terkedilmiş. O kadar söylmeme rağmen bütün çöpü pisliği bırakıp gitmiş bizim öğrenciler. Bütün yorgunluk ve sıkıntıma rağmen kolları sıvadım ve temizliğe giriştim o halimle. Tam birbuçuk saat sildim süpürdüm ve yaşanabilr bir hale getirdim evi. Biraz terapi gibi de gelmişti aslında, içimdeki sıkıntıyı dağıtmıştı bu uğraş. Biraz sonra midemdeki sesleri hissettim, sabahtan beri bişey yemediğim aklıma geldi, ama canım hala hiçbişey istemiyordu. Koltuğa oturup öyle boşboş bakmaya başladım. Gözüm masanın altındaki küçük deftere takıldı, doğal olrak kaleme de. Dertleşme fırsatı bulmanın heyecanıyla hemen kaleme kağıda sarılıp yazmaya başladım segilim. İşte böyle geçti sensiz bir gün daha ayrılığın ikinci yazında.. Ulaş Tuzak

Hiç yorum yok: