SOSYAL MEDYA

SOSYAL MEDYA
ulastuzak

6 Ocak 2012 Cuma

Yeniyılın ilk haftası..

Bir aile saadetinin vermiş olduğu deli ezik ruh hali ile İzmir sokaklarına kaçarak kurtulmuşluğun hissettirdiği özgürlüktü geçen yıldaki son anılarım. Önce Alsancak sonra Bornova sonra tekrar Alsancak yaparak bikaç kadeh içki sayesinde sakinleşebildiğim bir sırada saatin 00.00’a yaklaşıyor olduğunu görüp gereksiz bir atraksiyon halinde eve dönmeye çalışırken 70 numaralı eshot’ta giriverdim yeniyıla..
O da nesi? 10,9,8,7,6….2,1,0 sıfıııııııırrrrrr…..!!!! bir alkış, bir kıyamet.. gümbür gümbür bir şamata başladı 70 numaralı otobüsün içinde.. eee haliyle hiç şaşırmadım tabiî ki, çünkü Buca’ya hoş geldin demekti bu.. gitarlar kılıflarından çıkartıldı, sarhoş kafalar baş başa verildi, genci yaşlısı, otobüs şöförü hepsi birden katılıverdi bu coşkuya ve eşlik etmeye başladılar.. adeta gezici bir gazinoyu andırıyordu otobüs. Dışarıdan bakanlar, önce şaşırıyor sonra da gülüp eğlenmeye başlıyorlardı.. eller hava da oynamayan aşağıdaydı resmen. Her yeni durakta binenler olayın ambiansına kayıtsız kalamıyor, cep telefonlarıyla fotoğraflar çekiliyor ve kayıtlar alınıyordu.. itiraf etmeliyim ki, ne alsancakta ne de bornovada böylesine bir eğlence yaşamamıştım..
Her ne ise gırgır şamata geldim bucaya. Eve vardığımda kaynanam olsa sevecekmiş bir ortam vardı. Şaraplar, biralar, çerezler, mezeler, meyveler gırla.. bi de orda demlendim anasını satayım. Bi güzel oldum, vurdum kafayı yattım misler gibi..
Ertesi gün oldu ailecek kahvaltı yapıcaz, zar zor kaldırdılar beni. Yok efendim kahvaltı beni beklemezmiş, çay soğuyacakmış falan filan.. üff püff ederek kalktım yataktan, el yüz yıkamak yok tabi, direk oturdum masaya.. yumurtalar kaynatılmış, bal, tereyağ, zeytin, peynir ne ararsan var yani o biçim bi kahvaltı ettim uzun zaman sonra. Üzerine de bi büyük bardak çay çektim, değmeyin keyfime, havada güneşli mi üstüne. Tam tatil manzarası derken, şeytan dürttü birden. Ulan dedi bodrum’da olmak vardı şimdi.. Zırt mesaj geldi, o da nesi? Bizim bodrumdan akraba, napıyosun gelmiyonmu buralara diyor.. dedim, bekle geliyorum ulan. Atladım arabaya vın turizm bodruma..
İnanırmısın sanki mayıs ayı namussuz. Havada tek bi bulut yok. Gram rüzgar esmiyor. Deniz, asker yatağı gibi aynı bozuk para atsan sektire sektire gider.. orman desen zaten şahane görünüyor. Öyle bir havası var ki deniz ve orman karışımı artık siz hayal edin orasını.. insanı hemen acıktırıyor. Üstüne yiyor yiyor doymuyorsunuz. Sanki doygunluk hissiyatınızı kaybetmişsiniz. Bu ne ürkütücü bir biyolojik tutum. Artık ekmek ve yemeğe dair bir şey kalmayınca sofrada, mecburen kalkıyorum masadan tatminsiz bir tavırla. Sonra çıkıyorum iki adımlık sahil bandına. Minyatür kordonda atıyorum voltamı bizim akrabayla..
Bir sonraki gün çarşıya iniyoruz bodrumda yine bizim amcoğlu servetle. Kale müzesine girelim diyoruz ama pazartesi olduğu için kapalı diyorlar giremiyoruz. Sonra biraz geziniyoruz, ardından zeki müren’in evine girelim diyoruz, bugün pazartesi kapalı diyorlar giremiyoruz. Siz siz olun, pazartesi bodruma inmeyin.. her neyse diyoruz, oturup sahilde bişeyler yiyoruz, bişeyler içiyoruz, muhabbet ediyoruz.. ardından çocuk gibi birbirimizi gaza getirip playsatation 3 oynamaya gidiyoruz. PES 12 atmaya.. tabi akraba tecrübeli olduğundan yeniyor beni ama bu iş orda kalmayacak tabiî ki o da biliyor bunu ve bir anı bırakarak ayrılıyoruz ordan da..
Akşama doğru eve geliyoruz, yemeğimizi yiyip mumcularda bi köye asker düğününe gidiyoruz. Sanki adamı evlendiriyorlar anasını satayım, masalar kurulmuş, yemekler, içkiler davul zurna eğlence dibine kadar.. arada bir sarhoşun biri belinden tabancasını çıkarım sıkıyor havaya, tak,tak,tak.. küçük çocuklar kaçışıyor, anneleri de hemen onları himaye etmeye çalışıyorlar.. ben de her sıkışında tedirgin oluyorum. En sonunda bi kadın gelip alıyor sarhoş adamın elinden silahı da rahatlıyorum. Sonra gidip bi yenirakı alıyoruz servetle, deviriyoruz onu. Davul zurna masamıza geliyor, kulağımın dibinde öttüren zurnacı yüzünden geçici sağarlık yaşıyorum. Kaş göz hareketlerinin ardından bir beşlik yapıştırıyorum sonra gidiyorlar ve bir oh çekiyorum.. iyice çakırkeyf olduktan sonra kalkıp eve gidiyoruz ve yatıyorum..
Bir diğer sabah oluyor yine, kuş cıvıltıları, horozlar,tavuklar, köpekler,kuzular.. alibabanın çiftliği gibi güvercinlik.. hava yine sonuna kadar açık, güneş gözüme gözüme vuruyor. Hayata çıkıp bakınıyorum etraflıca, derinlemesine gerilirken son kez okkalı bir esneme sefası yaşıyorum. Deniz pırıl pırıl parlıyor, bahçedeki portakal ve mandalinalar, bana göz kırpıyorlar. Gelin bizi koparın der gibiler sanki.. dayanamıyorum, gidip bir mandalina koparıp yiyiorum. Elim de mis gibi bodrum mandalinası kokuyor. Tadı da şeker gibi aynı, biraz çekirdekli ama olsun bu tada değer..
Akşam oluyor sahilde, biraz üşüyoruz. Budanmış ağaçların dallarını toparlayıp bir kamp ateşi yakıveriyoruz. Acayip ısınıyoruz biranda, muhabbete dalıyoruz gene.. ateş sönücek gibi oluyor, hemen bir koşu yığıveriyoruz taze dalları ateşin üzerine ve kaldığımız yerden devam ediyoruz söyleşiye..
Sabah oluyor, telefonun alarmından anlıyorum. Sabah 9’da uçağım var istanbul’a. 8’de havaalanında olmam lazım. 7 buçukta vedalaşıp çıkıyorum evden ve güvercinlikten. 8de geliyorum, 2 dakikada işlemleri hallediyorum ve bir saat mal mal bekliyorum orada. İçimden de küfrediyorum, neden bir saat önce gelmek zorunda olduğuma. Telefonumu kurcalıyıcam ama onun da şarjının biteceği tutuyor. Çantamdaki kitabım aklıma geliyor birden, çıkartıp bikaç satır okumaya başlıyorum, anons geliyor, kapılar açılıyor ve otobüse tıkışıp uçağın yolunu tutuyoruz..
Henüz kahvaltı etmemişim, midem kıyılor derken hostes gelip bi sandviçle meyvesuyu veriyor. Hemen tıkıştırıyorum, çok mutlu oluyorum. Ardından inişe geçiyoruz, ne çabuk demeye kalmıyor konuveriyoruz istanbula. Havaalanından şişliye gitmem daha uzun sürüyor. Şişli camisinin arka sokağında bi kahveye oturup bi çay içiyorum, bu sırada telefonumu şarj ediyorum. Bir süre sonra kalkıyorum, çıkarken bozukluğumun olmadığını söyleyip kusura bakmayın diyerek 20liği uzatıyorum. Kahveci, canın sağolsun sonra verirsin diyor, eyvallah diyorum. İlk defa istanbul’da böyle iyi bir esnafla karşılaşıyorum, şaşırıyorum..
Bir reklam için deneme çekimine gidiyorum, sözde öğleden önce kimse olmaz rahat rahat çekimi yapar çıkarım diyorum ama bi geliyorum stüdyoya millet kuyruk olmuş, sanırsınız bedava bişeyler dağıtıyorlar. Moralim bozuluyor, kağıda ismimi yazıp sıramın gelmesini bekliyorum. O ara bitane takım elbiseli, kır saçlı lavuk geliyor, masadaki kıza yaklaşıyor ve benim acelem var hemen çeksem çıksam olur mu diye açıkgözlülük yapmaya çalışıyor ama yemiyor. Artislik patinaja geçiyor hemen, o diyafram ve gırtlak karışımı sesiyle ben tiyatrocuyum oyunum var yetişmem lazım diyor. Ama kız umursamaz bir tavırla burada herkes aynı şekilde bekliyor, haksızlık olmasın diyor. Adam resmen artislik yapıcam derken .öt oluyor. Bi dışarı çıkıp hava alıyor sanki biri telefon etmiş gibi elinde cep telefonuyla tık tıklayarak, biraz sonra efendi gibi geri geliyor, kağıda ismini yazıyor ve beklemeye başlıyor. Hemen sonra ben içerdeki stüdyoya girip çekimimi yapıp çıkıyorum, kapıda göz göze geliyoruz, lavuğa bak dercesine geçiyorum ve çıkıyorum..
Telefonuma bakıyorum, bitane mesaj gelmiş. İzmirden bi arkadaşım, istanbula gelmiş ve görüşmek istiyor. Hemen cevap yazıyorum geliyorum diye. Topkapıdaymış, o müzyi gezene kadar yanına varıyorum. Biraz takılıyoruz ve onu uğurluyorum. Ardından eminönünden otobüse binip eve geliyorum..

Ulaş Tuzak
06.01.2012

Hiç yorum yok: