Kamera ile ilk tanışmam lise son sınıfta aldığımız o ilk
çıkan kameralı ucuz bir telefon ile olmuştu. Bön bön bakıp ne çekeceğimi ne
diyeceğimi bilmeden rastgele kayıt tuşuna basıp kendimi izlemenin verdiği
dayanılmaz keyfi hiç unutmuyorum. Tıpkı ilk defa kasetlere teypte yaptığımız
ilk ses kaydında almış olduğumuz keyif gibiydi. Bir de en büyük kuzenimin
düğünündeki düğün kamerasına çekilmiş görüntülerim mevcutmuş. Görüntüleri
izlemedim ama o geceyi hatırlıyorum. Çok fena dağıtmıştık Murat abi ile, herkes
bizi izlemişti.Serbest stilde kolbastılar, yerde havada delice tepinmeler, daha
neler neler.. kan ter içinde kalmıştık oynamaktan. Aile akraba arasında
bayramda seyranda toplanılınca hep anlatılır ve gülünür..
Ama profesyonel anlamda ilk kez kamera karşısına İzmir’de
bir ajansta tanıtım videosu çekmek için geçmiştim. Gerçekten kamera karşısında
ilk defa olmak çok üst seviyede heyecanlı bir olaydı benim için. Üstelik bir de
kendimden bahsedecektim, yani kamera olmasa bile benim ve gözlemlediğim kadar
çoğumuzun en zor anlarından biridir kendini tanıtma hadisesi. Şimdi hem kendim
hakkında konuşacak ve hem de bunu kamera karşısında yapacaktım. Oldukça terletici
ve baya kulak kızartıcı bir aktivite. Neyse ki öyle ya da böyle bir şekilde
hallettim. Hallettim de, bu kadar zor anlar yaşadıktan sonra iyi bir rol
beklerken bir gece minibüsün içinde oturan yolcu figürasyonu oldum.
Hatırladığım kadarıyla TRT Kırmızı Işık belgeseliydi. O görüntüme hiçbir zaman
denk gelmedim. Belki de hiç kadraja bile girmemişimdir yahut girmişimdir de
arkada flu görüntünün içinde izole olmuşumdur, kim bilir..
Sonraki ise en profesyoneli idi. Foça’da Dalgakıran dizisi
çekiliyor. Başrolünde de İlhan Mansız var. Futbolu yeni bırakmış, bir
Beşiktaşlı olarak onun inanılmaz hayranıyım. Bir geldi yanımıza, gece çekimi,
gözler şiş, kafa bi dünya, göbek desen almış başını gitmiş. Onun olup
olmadığına kameranın karşısına geçene kadar inanmadım ki hala da şüphelerim var
çünkü dizi 4. Bölümden sonra yayından kaldırıldı. Her neyse, ben o ilk bölümde
bir akşam yemeği sahnesinde garsonu oynamıştım. Profesyonel anlamda ilk kamera
oyunculuğu deneyimim her ne kadar kısa da olsa o olmuştu. Naçizane bir hatıra
kaldı işte.
Tabi ben o sıralar tiyatroya ve oyunculuğa çok takmış
durumdayım, kanımın son derece fokur fokur kaynadığı bir dönem de zaten,
kameranın tadını da almışım durur muyum? Bırakır mıyım bu işin peşini hiç? Tabi
ki de bırakmadım. Bir sinema filmi, adı da Almanya’ya Hoş Geldiniz. Alman yapımı
bir film ama yönetmeni gurbetçi bir Alamancı.. Kendi hayat hikayesi herhalde,
neyse, orda da bir jandarma karakolunun önünde nöbet tutan bir jandarmayı canlandırıyorum.
O filmi de yıllarca aradım, adını bile unutmuşum. Almanya film kalmış aklımda.
Başka da bir şey hatırlamıyorum. Bir gün Kebab Connection diye bir film
izlerken ordaki çocuğun bizim filmde de olduğunu fark ettim.
Denis
Moschitto. Sonra onun oynadığı filmleri araştırıp ordan buldum
filmin ismini. Almanya’ya Hoş Geldiniz. Sonra bu filmi internette araştırdım ki
internet o zaman şimdiki kadar veri zenginliğine sahip değildi, vcd-dvd ciler
vardı. Oralara baktım, aradım taradım hiç biyerde yok böyle bi film. Dedim ki
heralde Almanya’da gösterim için çektiler ya da festival filmi. Öyle kaldı, hep
görüntümü merak ettim durdum. Derken bigün otobüs yolcuğu yapıyorum, o klasik
koltuk arkası ekranlar yeni çıkmış. Orda rastgele filmleri kurcalarken bu film
çıkmasın mı karşıma? Hayret.. gökte ararken otobüste buldum filmi. Hemen kare
kare piksel piksel ileri geri sara sara sonunda kendi sahnemi buldum. İnanın
kasketten ve çekimin yan profilden yapılmasından dolayı benim olduğuma dair
şahit ister. Hani ben bilmesem orda oynadığımı ben bile inanmam ben olduğuma. O
derece yani. Bir de o kadar kısa ki sahne ben diyim 10 saniye, siz deyin 5
saniye. Yani bunun için miydi bu kadar arayış ve umut.
Her neyse, bigün bizim Atilla ile tanıştım İzmir’de bir
tiyatroda tanışıp sonra Euterpe Sanat’ı kurduk. Euterpe Sanat olarak sessiz bir
kısafilm çektik ama onu da izleyemeden o gruptan ayrıldık, filmin montajını
yapan arkadaşı sonra bidaha hiç görmedim bile.
Ati ile Konak Kent Tiyatrosunu kurduk. O sinema okuduğu için
bir sürü kısafilm projesi vardı. Hep heycanlı heycanlı projelerini anlatır beni
de heveslendirirdi. Yok şeytandı, yok marangozcuydu falan.. Bigün dedim ya Ati
artık çekelim şunlardan birini. Ne lazım bunun için, kamera. Bana miniDV bi
handycam aldırdı. İlk olarak bikaç belgesel tadında bişeyler çekmeye çalıştık,
gezilere gidip Çanakkale Gezisi, Seferihisar gezisi falan çektik Konak Kent
Konseyi ile beraber. Yetmedi bir de geçtik kameranın karşısına 3S (Spor-Sanat-Siyaset)
hakkında doğaçlama gündemsel atalım tutalım dedik. Tabi o zamanlar youtube,
youtuberlık falan yok. Ah keşke olsaydı da, biz de görüntüleri atabilseydik
youtube’a, belki de şimdiye fenomen olmuştuk.
Okul bitti 2011’de ve ben İlk kez İstanbul’a yaşamaya
geldim. O dönem abim istanbul’daydı onun yanına yerleştim ama o kadar uzaktaydı
ki, merkeze gelmem, 2 minibüs, 1 otobüs, 1 tramvay ile 2.5-3 saat sürüyordu.
Dedim bu iş böyle olmucak, en iyisi ben merkeze taşınayım, tabi ki en uygun yer
neresi? Tahmin ettiğiniz gibi taksim, tepebaşı.. tarlabaşı ile Kasımpaşa arası
biyer.. 2012 senesi, aylardan Ocak, her yer kar kış, ben terasta kömürlük gibi
bir odada kırık bir cama poşet yapıştırmış şekilde altımda elektrikli battaniye
ile yaşamaya çalışıyorum. Bir taraftan Uçurum diye bir dizi işi aldım. Çok
heyecanlıyım. Ozan karakteri, ilk bölüm çekiliyor, devamı olabilir. Hayaller,
toz pembe hayaller.. İlk sahne Aksaray’da çekiliyor. Mehmet Ali Nuroğlu ile
çekiyoruz. O taksici, beni alıp karıma götürüyor. Karım da onun eski
nişanlısıymış meğer, falan fıstık.. klasik türk draması. Her neyse, aradan 1
hafta geçti Beykoz’da devam sahnesini çektik. Sonra bi daha bana haber falan
gelmedi. O işten sonra bu sektöre uzunca bir süre ara verdim. Askere gittim,
dönüşte Bodrum’a gittim. Başka işlerde çalıştım. Tüm hayallerimi, heveslerimi
yüreğime gömdüm. Aradan geçen 7 yıl
içimdeki ateşten bir kıvılcım dahi söndüremedi. Hep bir fırsat kolladım tekrar
İstanbul’a dönmek için.
Nihayet, 2019 Ağustos ayının 23. Günü, İzmir’den, bu yarım
kalan hikayemi belki henüz çeyreği bile yazılmamış hikayemin devamını yazmaya doğru
çok büyük umutlarla yola çıktım.
İlk olarak Şampiyon Dizisinde bütün başrollerin olduğu bir
sahnede Polis oldum. 2. Bölümün son sahnesi, 3. Bölümün ilk sahnesi. Tolgahan
Sayışman’ı tutukluyorum, Erdal Özyağcı’ya hesap soruyorum falan. Hayatımın en
önemli sahnesini oynuyorum, bir ustayla oynuyorum. Ne büyük şeref benim için. Ne
büyük gurur.
Ardından bildiğiniz diğer işler sırasıyla gelmeye başladı
işte. Sonra reklam deneyimlerim oldu, şu an henüz yayınlanmasa da LASSA ve
önümüzdeki günlerde çekeceğimiz Ziraat Bankası reklamı.
Bu arada araya sıkıştırdığım bir televizyon programı da var.
Malumunuz Beni Takip Et. Onun macerasını Beni Takip Et başlıklı yazımda
anlatmıştım zaten. Reality Show formatında instagramda takipçi kasma yarışması.
Ödülü 100.000 TL idi. Son hafta elendim ama TV ve Sosyal Medya hakkında detaylı
bilgi sahibi oldum diyebilirim. Tek kazancım bu oldu bence. Onun dışında pek de
bişey öğrendiğimi söyleyemem ama deneyim deneyimdir. Bu arada çok ilginç bişey öğrendim, dizlere ana cast oyuncu seçimi yapılırken artık takipçi sayılarına bakılarak seçim yapılıyormuş. En azından nasıl takipçi kasılır onu öğrenmiş oldum :)
Bu programdan sonra Hayalimdeki Gelinlik diye bir programın
tanıtım filmini çektik. Ben damat olmuştum. Ancak Star TV nedense bu tanıtımı
yayınlamadı. Böyle şeyler çok oluyor, artık şaşırmıyorum. Bir keresinde de
Benim Tatlı Yalanım dizisine gittim, tesadüfen yine Star TV işi, ilk çekim
Kemerburgaz’da, bi taksiciyi oynuyorum, kadını alıp başka bir yere götürücem.
Neyse, ordan alıyorum kadını, sahne bu kadar. Birkaç gün sonra devamı yine
Beykoz’da. Takside klasik adres tarifi, inerken ücret muhabbeti falan oluyor,
genel çekim, yakın çekimler falan alınıyor ama o da ne 2 hafta sonra diziyi
izliyorum, ileri-geri ileri-geri sarıyorum sarıyorum benim sahnem yok,
dışarıdan bi taksi genel görüntüsü dışında başka da bişey bulamadım. Benim
esamem okunmuyor yani. Sen o kadar 2 tam gününü harca ama oynadığına dair bir
kanıt olmasın, ne kötü bir his. Hiç yayınlanmaması daha iyiydi en azından. Umut
edip yayınlanmasını falan beklemiyosun, yayınlanınca aramaya çalışmıyosun hiç
değilse. Hayalimdeki Gelinlik’te de 2 ayrı gün, Kadıköy evlendirme dairesinde
ve Bağdat caddesinde koşturmuştuk. Başka bir gün de Ümraniye’de bir gelinlik
dükkanında bir sahne çekmiştik. Nedense bu 2 iş beni üzmüştü. Emeğinizin boşa
gitmesi hoş bişey değil tabi. Hele ki bu işler sizin için diğer işlere referans
olabilecek şeylerse.
Netflix Atiye dizisinde haber spikerini oynadım. Son bölümde
başrol bıçaklanıyor, onun haberini sunuyorum. Neyse, dizi yayınlansın diye 2 ay
bekledim, sonuçta Netflix ve büyük referans olucak bir iş. Şansa bakın ki, 1. Sezon
tam da o bıçaklanma sahnesinde bitiyor. Benim sahne 2. Sezona kalıyor..
Başka başıma gelen enteresan bir olay, gece 3buçukta evimden
alınıyorum bir reklam çekimi için, karşı tarafa geçiyoruz anadolu’ya, suadiye’ye.
Sabahın 5’inde orda günün aymasını bekliyoruz. Gün aydı, ekip kahvaltısını
yaptı, set kuruldu, çekimler başaldı, benim takım elbisem yok diye sahneden
çıkarıldım. O gün hiç bişey yapmadan akşama kadar bekledim, belki figürasyon
olarak kullanılırım diye, ki bunun bir örneğini de penti reklamında yaşamıştım.
Gece Barbaros Bulvarındaki Conrad otelde çekim yapıyoruz. Özge diye bir kız
oynuyor başrolde. Biz de onu çeken foto muhabirleriz. Bir de baloya katılan
kavalye olduk falan. Bekledikçe farklı rollerde figüran olarak
kullanılabiliyorsun bu sektörde. Açıklamaları da şu, biz senin yövmiyeni
verdik, istediğimiz gibi kullanma hakkına sahibiz. Nokta.
Artık sektörü iyice öğrendim. Psikolojik ve fiziksel
zorluklarına alıştım. Deneyim ve maddi kazanç için küçük büyük az çok demeden
gelen işleri kabul ettim. Her geçen gün showreel’lerim arttıkça ve
çeşitlendikçe daha iyi bütçeli ve uzun süreli roller almaya başladım. Doğal
olarak her standart insan gibi (arkanızda kimse yoksa) emeklemeden
yürüyemeyenlerden biriydim ben de. Emekleme aşamalarını atlattım ve şu an
yürüyorum. Çok yakın zamanda da o hepinizin merakla beklediği koşulara
başlıcam. Sonra da depar atıcam. O hızlı zamanlarım da pek yazma fırsatı
bulamam diye şimdi sakince peşin peşin yazayım dedim buraya.
ULAŞ TUZAK