Artık yeni yazı yazma vaktinin geldiğini düşünüyorum. Yaklaşık
iki buçuk aydır baya bi şeyler birikti hayata dair. En son doğum günümden sonraki
gün dizi setinden sonra İstanbul’dan blabla uygulamasından tanıştığım 3 kişi
ile beraber Bodrum istikametine doğru yola çıktım. Mecidiyeköy’den çıkıp
Capitol’ün önünde hepsini aldım. Çok güzel bir yolculuk yaptık. İki arkadaşı
Bornova’da indirip, aynı yerde bi çifti aldım yola devam ettim. Çifti söke’de
bıraktım ve son arkadaşla Bodrum’a kadar devam ettik.
Ailemi özlemişim, bodrumun sakinliğini, müstakil yaşamı,
doğal hayatı, bahçemizi, organik bitkilerimizi, ormanın yeşilini, denizin iyotlu
turkuazını falan.. annemin mis gibi yemeklerini yedikten sonra tertemiz bir
uyku çekmişim. Ertesi sabah komşunun kümesinden aldığımız yumurtalar ve kendi
yaptığımız peynirler ile muazzam lezzetli bir kahvaltı yaptım. Sonra sahile
çıkıp bir yürüyüş. Sonraki günlerde orman yürüyüşlerim de sıklaşıcaktı. Annemle
babamı alıp yalıçiftlik turu yaptık. Tabi her kavşakta jandarmalar ateş
kontrolü yapıyorlardı. Bu bölgede çok abes geliyordu böyle kontroller, neyse
herkes görevini yapıyor sonuçta diyerek gezmeye devam ediyorduk.
Günler ilerledikçe can sıkıntımı gidermek için kuzenim
enişte ve çocuklarıyla vakit geçirmeye başladım. Klasikleşen 101 maçlarımız
iddaalı hale gelmişti. Büyük bir hırsla oynuyor, eğleniyorduk. Sonra bi kız
arkadaşla tanıştım. Son bir buçuk ayımı onunla geçirdim. Beraber yemek yapıyor,
film izliyor ve sevişiyorduk. Karantina günlerinde daha başka ne yapılabilirdi
ki? Hiç haber izlemiyor, gündemi takip etmiyorduk. Kendimize kozmik bir yaşam
tasarlamıştık, onu yaşıyorduk sadece. Arada eve gidiyor aileme görünüyor,
onların ihtiyaçlarını karşılıyordum. Sonra tekrar hatunun yolunu tutuyordum. Hiç
bitmeyecek bir döngünün içine saplandığımı düşündüğüm olmuştu. Bu günler hiç
geçmeyecek mi acaba?
Her seferinde kendimi, ne güzel yaşıyorsun işte, keyfine
bak.. gibi iç seslerimle avutuyordum. Bi gün Akyaka, bigün Marmaris bi gün
Muğla’nın şirin güzel köyleri şeklinde gezip takılıyorduk. Nasıl olsa burada yasaklar
kalkmıştı. İstediğimiz gibi dışarıda olabiliyorduk. Akşamları yine pratik
yemekler yapıp film izlemeye devam ediyorduk.
Babam telefon etti, annen çok hasta çabuk eve gel hastaneye
götür bizi. Hadi, hiç dışarı çıkmayan hatta her şeyi abartısıyla yıkayıp
paklayan kadın nasıl olur da korona olur? Alelacele eve gittim, yataktan
kaldırdığım annemi apar topar hastaneye götürdüm. Tahmin ettiğim gibi
rahatsızlığı başka sebeplerden çıktı. Enginar dokunmuş, klasik besin
zehirlenmesi gibi bişey..
Bahçemiz çok güzel olmuştu. Salatalıklar ilk mahsüllerini
vermeye başladı. Kütür kütür yemesi çok zevkli. Mis gibi kokan domatesler,
yumuşacık çıtır biberler.. marulu rokası soğanı sarımsağı hepsini koparıp
yemek, hatta yine zeytinyağı ile salatasını yapmak muazzam lezzetli.
Üzümler, sarmaşık ve
begonviller evin terasına kadar çıkmışlar. Onlar için çardak yapmaya karar
verdik. Bir hafta uğraşıdan sonra onu da hallettik. Altına da bahçedeki onlarca
saksı çiçeğini altına dekore edip güzel bir yaşam alanı daha oluşturduk. Nihayet
bizim de deniz manzaralı bir çardağımız olmuş oldu.
Bahçemiz o kadar verimli ki, toprağa ne atsan çıkıyor. Geçen
senelerden yiyip çekirdeğini rastgele fırlattığımız erik, kayısı, şeftali, yeni
dünya ağaçları boy boy olmuşlar. Limon portakal ve mandalina zaten vardı. Böylece
meyve bahçesi de kendiliğinden oluşmuş oldu. Ayrıca Nar, Zeytin ve çağla da
mevcut. Hatta, tozlaşmadan dolayı birer metrelik palmiyeler bile çıkmışlar.
Başka bir komşumuz da balıkçı. Zıpkınla balık avlıyor ama
oldukça profesyonel, bi gidişte 3-4 kilo toplayıp geliyor. Biz ona limon
veriyoruz o da bize balık veriyor. Burada para geçmiyor, takas yöntemiyle alış
veriş yapıyoruz.
Mumcular da karaova bölgesinde profesyonel şarap yapan bi
abi var. 4 sene önce ben de yapmıştım. Ama o bu işi uzun yıllardan beri
yapıyor. Bi trafik kazası sonucu tekerlekli sandalye ile yaşıyor. Bu olaydan
sonra kendisini şarapçılığa vermiş. Evinin bahçesine bağ kurmuş ve mahzen inşa
etmiş. Hatta, şarap kafe bile yapıp ziyaretçilere açmış. Oldukça yoğun yabancı
turist müşterileri var. Şaraplarına patent ve marka bile almış. GAROVA
şarapları.. babamla oraya şarap almaya gidiyoruz. Her seferde bir koli
alıyoruz, biraz muhabbet sonra sen sağ ben selamet.
Eve gelip bahçedeki taş ocakta balıkları mangala atıyoruz,
bahçedeki sebzelerle süper bir salata, yanına da muhteşem Garova şaraplarını
açıyoruz, değme keyfimize sonra.
İşte böyle böyle 31 Mayıs’a kadar geldim. 1 Haziran’daki
dizi setim için yola çıktım. Tam 8 il geçtim.
Muğla-Aydın-İzmir-Balıkesir-Bursa-Yalova-Kocaeli-İstanbul. 750 km. yolu aştım da
İstanbul’a geri döndüm. Her il giriş
çıkışlarında trafik polisleriyle muhatap oluşum da ayrı bir komediydi. İzin
belgesi soruyorlar, ben de onlara Hes Uygulamasından aldığım kodu gösteriyorum.
Kimisi geç diyo, kimisi o geçmiyor evrak yok mu diyor, kimisine ben
öğretiyorum. Yani ülkenin polisi bile olaya tam hakim değil. Zorlaya zorlaya
bütün polis noktalarından bi şekilde geçtim. İstanbul’a ulaştım nihayet.
Ertesi gün setteyim, ses-ışık-kamera hazır, kayıııııt-oyun..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder