4.Leventten Mecidiyeköye yürümek benim için bir klişe haline
geldi artık, günlük rutinim de diyebilirim. Çeliktepeden Gültepeye bol rampalı dikey
slolom, sonra Gülbağdan Ortaklara kadar sarmal yokuşlu yatay slolom, yaklaşık 2
buçuk KM ve 3000 adım civarı ve benim standartımda bir hızla 30 dk. süreli bir
yaya yolculuğu. Hazır İETT ulaşıma da zam yapınca “Her şey çok güzel oldu” bana
fark eden bişey yok. Aksine, ben spor yapmaya devam ediyorum. Halkı spora
teşvik edici bir belediyecilik anlayışı, herkes yürüsün arkadaş..
Ayrıca, Mecidiköyden Taksim de hemen hemen aynı mesafe ancak
düz yol olduğu için daha kolay yürünebiliyor. Yalnız benim en sevdiğim 2
güzergah var; ilki Leventten Ulus Parkına yürümek ve sonunda o eşsiz boğaz
manzarasını seyretmek, ikincisi de Beşiktaş’tan Bebek güzergahına yürümek ki
burası en sevdiğim parkur yürümek için.
Önce Çırağan caddesinden
çınarların altından ve tarihi dokunun içinden resmi geçit töreni edasıyla
geçerim. Sonra Ortaköye varıp kumpir ve waffle kokularının kokoş parfümerisiyle
harmanlanıp burnumun direğinde sofistik bir melodi bıraktığı Haute Couture sosyetesinin
kervanından geçerim. Boğaziçi köprüsünün devasa manzarasının altından geçip
kuruçeşmeye varırım. Kuruçeşme parkında, su adaya karşı oturur hem biraz
dinlenir, hem boğazı izlerim. Ordan
kalkıp, Arnavutköye doğru balık tutan ahali başlar, onların olta atışlarına
takılmamak için Ocean’s Eleven filmindeki lazer ışınlarından geçmeye çalışan
eleman gibi büyük bir titizlik içinde aralarından geçerim. Balıkçılar bitince
Bebek parkına gelmiş olursunuz. Hatta ordan da inşirah yokuşundan Etilere
çıkarım bazen, bazen de kulağında kulaklık ve eşofmanlarıyla yanımdan geçen
hatunun peşine amansızca takılıp Emirgan Tarabya istikametine doğru akıp
giderim, dermişim :) ) ) yok deve o kadar da yürünmez tabiki, ayaklarım su mu
toplasın.. hatuna takılmaya yok deve dedim sandınız di mi J
Yürürken inanılmaz derece kendimle konuşuyorum, sanki
yanımda biri varmış gibi. Arkamdan beni takip eden biri olsa beni şizofren
sanır kesin. Yürüdükçe beynim açılıyor, yeni düşünceler, yeni fikirler, yeni
duygular falan ve hepsini dillendirmek istiyorum, doğaya anlatıyorum, evrene
gönderiyorum bu içimde oluşturduğu titreşimleri. Evet, titreşim demişken, her
şeyin evrende her şeyin titreşimden ibaret olduğunu söylemiş miydim size?
Bize hep cansız varlıklar (nesneler, objeler) gördüğümüz
dokunduğumuz her şeyin atomlardan ve canlıların da hücrelerden meydana geldiği
öğretilmişti. Ancak Hücrelerin de Atomlardan oluştuğunu hiçbir derste
anlatmadılar. Hücrenin en fazla organellerini inceledik ama onların da
atomlardan oluştuğunu çok sonraları öğrendim ben mesela. Hatta kuantum
sayesinde atomların da “quark”lardan meydana geldiğini duyduğumda oha falan
olmuştum. Atomun çekirdeğindeki Nötron ve Protonları da parçalamış Cern’deki
herifler. Hatta bununla da yetinmemişler kuarkları da parçalayıp onların da sicimlerden
oluştuklarını görmüşler. Yani anlayacağınız tüm enerjiler bu ultra
mikroskoplarla keşfedilebilen sicimlerin birbirine çarparak tireşim
oluşturmasıyla başlıyor. Tanrım sana geliyorum J
Düşündüğüm şeyler bununla da sınırlı değil tabiki. Peki yüreğimizi
titreten yüce AŞK da böyle bişey mi? Buna evet denilebilir bence. AŞK enerjisi
dünyada hatta evrendeki en yüce en kutsal en etkili güçtür. Ben Aşk’ın Tanrı Olduğunu
düşünenlerdenim. Ve biz de Tanrı’nın bu evrendeki kuantumize edilmiş birer
parçalarıysak, biz de Aşk ile kendimizi gerçekleştiriyoruz demektir.
Şimdi şöyle bir yanılgı var insanlarda. Aşkı hep başka bir
insanda, genellikle de karşı cinste birinde arıyoruz. Doğal olarak, insan zaten
dengesiz tutarsız bir varlıktır ve bunu bile bile AŞK gibi, mucizevi bir öneme
sahip olan bu kutsal değeri, evrene göre daha basit bir kavramda bulmaya
çalışmak, Aşka dair her şeyi ona yüklemek çok mantıksız değil mi? Bu yüzden
zaten herkes bir türlü ulaşamıyor aşka. Çünkü onu bir insanda arıyorlar,
insanda bulmaya çalışıyorlar. Oysa Aşk arayanın kendi içindedir. Hepimiz Aşk
Enerjisiyle yaratıldık. Aşk biziz aslında, Tanrı’nın Aşkının birer parçasıyız
hepimiz. Öyleyse bizde olan bir şeyi başkasında aramak ne büyük bir yanılgı..
Şöyle düşünün ki, evdeki yoğurdumuz bizim aşkımız olsun. Onu bitirip tüketip
sonra mayayı başkasında aramaya çalışıyoruz yeni bir yoğurt yapmak için. Oysa
tencerenin dibinde yarım çay bardağı kadar mayalık bıraksak, kimseyi aramayız
öyle değil mi? Aslında bu bizim yüreğimizin dibinde zaten var, biz onu
hissedemiyoruz. İşte o Evrenin, Tanrı’nın hazır bize hediye ettiği organik
maya, AŞK mayası. Sevgimiz de sütümüz. Şimdi sütümüze bu mayayı katarsak, yani
sevgimize aşkımızı katmış oluruz. Aşkla sevmek de böyle yoğurdun tutması gibi bir
etki oluşturuyor işte. Şans eseri bu yoğurdu tutturabilen ona sahip çıksın ama
biz napıyoruz? Hemen her şeyi çabucak değersizleştirdiğimiz gibi onu da
sulandırıyoruz. E yoğurda su katarsan nolur? Ayran olur, bize de o yüzden hep
ayran gönüllü diyorlar zaten. J
Ne demiş Fransız üstad Charles Baudelaire; Sarhoş olun! Şiirle,
şarkıyla ya da şarapla.. ama bir şekilde sarhoş olun! Burada kastettiği
sarhoşluk aşk sarhoşluğudur, o yüzden aslında söylemek istediği şudur: Aşık
Olun! Şiirle, Sanatla ya da Erdemle Aşık Olun! Gidin bir insana Aşık olun
dememiş, bizdeki bütün sufiler ve tasavvufçular gibi Tanrı’yı arayın, O’nun Aşkının
peşinden gidin demiştir. Zira gerçek Aşk, gerçek sarhoşluk odur. O sarhoşluk, o
vecd hali, o hoşluk, o keyif sonsuzdur. Yaratıcı güç, yaratıcı enerji odur.
Moral motivasyon odur. Ve aslında o AŞK, aradığımız ve bulamadığımız her şey
gibi, elimizi uzatsak dokunabileceğimiz kadar yakındır, gözümüzün önünde,
burnumuzun dibindedir. Ve biz oraya bakmayı hiç akıl dahi edemeyiz, görmeyiz,
görmek istemeyiz. İstemezsek bakmayız, bakmazsak da göremeyiz işte, öyle kısır
bir döngüde bocalar dururuz. İşte AŞK tam da göğsünüzün içinde, orda duruyor,
soğumuş olabilir, biraz körükleyin hissedeceksiniz. Siz o aşkın Tanrı’nın
ordaki enerjisini, sıcaklığını hissetmeye başladığınız an hayata başka türlü
bakmaya başlıcaksınız. Gördüklerinizi başka türlü algılamaya başlıcaksınız.
Sanki başka bir boyuta geçmişsiniz gibi ki zira öyle, artık başka bir boyutta,
diğer insanlardan çok üst bir frekanstasınız artık. İşte o zaman her şeyden
zevk almaya başladığınızı farkediceksiniz. Bir insanı asıl o zaman gerçekten
sevebileceksiniz, bir hayvanı, bir ağacı, bir deniz kenarını, havayı bulutları
gökyüzünü yeryüzünü otları çiçekleri böcekleri ve doğanın yüzlerce belki de yüz
binlerce tonunu keşfediceksiniz. Gördüklerinize, duyduklarınıza
inanamayacaksınız. Hayaller ülkesi, rüyalar alemindeymişsiniz gibi gelicek
hayat size, her gün gördüğünüz şeyleri farklı görmeye başlıcaksınız,
algılarınız tamamen estetik zerafetlere göre yeniden dizayn edilmiş olucak. Güzelliğin
bakan gözde olduğunu bir kez daha anlayacaksınız. Cennetin işte tam da
olduğunuz yer ve o an olduğunu artık söylememe gerek bile yok sanırım. Tadını
çıkarın..
Tüm bu anlattıklarıma rağmen benim cennetim hala bir
sevgilinin şefkat dolu kucağında yatıp uyumaktır. O yüzden Herkesin Sevgililer
Günü’nü tüm AŞK Enerjisiyle kutluyorum. Aşkın kutsal enerjisi üzerinize olsun.
Hoşçakalın.. Aşkla kalın..
Ulas tuzak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder